Düşünceler “bulut mudur”?
Onlar doğada yer işgal etmeyen,
vazgeçilebilir, silinebilir, yok edilebilir şeyler midir?
Düşüncelerin “var olmayan” şeyler
olduğunu düşünmemiz doğaldır. Çünkü onları ne görebilir, ne de onlara
dokunabiliriz, onları beş duyumuzla algılayamayız.
Acaba öyle midir? Eğer onlar
algılanamayan, dolayısıyla var olmayan şeylerse… Vücudumuzda herhangi bir
etkilerinin olmaması gerekir; oysa düşüncelerimiz vücudumuzu sandığımızdan çok
daha hızlı ve şiddetli etkilerler.
Beyinde ortaya çıkan herhangi bir
düşünce, somut bir varlık gibi doğrudan etkileyebilir. Söz gelimi korku filmi
seyrederken algıladığımız korku
uyaranları beyni ve limbik sistemi hızla etkiler. Olumlu ya da olumsuz
düşünceler amigdala ile doğrudan doğruya limbik sistemi etkiler[1]. Stresli düşünceler hipotalamus aracılığıyla
stres tepkilerinin doğmasına , kalbin daha hızlı atmasına vs. yol açabilir [2].
Ya da “depresyonun bilişsel
modelinin öne sürdüğü bazı olumsuz bilişlerin depresyon durumunu üretebileceği
ve sürdürebileceği yönündeki kanıtlar vardır.” [3].
Buraya kadar gösterilenler
düşüncelerin somut dünyayla sanıldığından çok daha yakın olduğunu gösteriyor.
Bütün bu somut etkilerinden öte
düşünceler daima somutlaşır. Buna “somutlaşma kuralı” diyebiliriz. Biraz
iddialı durmakla birlikte bunun gerçekliği açıkça görülebilir. Öncelikle insan
eliyle yaratılan her şey önce beyinde bir “hologram” ya da simülasyon (idea)
şeklinde oluşturulur.
Sanat eserleri, beyinde yaratılan
ideaların çeşitli sebeplerden dolayı eksik ya da sakatlanmış biçimleri olarak
somutlaşır. Beyindeki sanat eserinin beyinde yaratıldığı gibi yansıtılması
neredeyse imkânsızdır. Yine de beyinde yaratılmayan hiçbir şey
“yaratılamaz”. Bunu “Düşünmeyen
yaratamaz” şeklinde özetleyebiliriz.
İşin ilginç yanı şudur ki insan
yaratmaksızın yaşayamaz.
Şüphesiz çevremizde hiçbir şey
yapmadan, yaratmadan duran, boşa vakit geçiren sayısız insan vardır. Buna
rağmen insan sürekli yaratır. Çünkü insan sürekli “düşünür”.
Buradaki sorun şudur: Bireylerin düşünceleri arasında sayı ve
kalite bakımından yani nicel ve nitel olarak ciddi farklar vardır. O halde üretilen düşünceler da farklı
hacimlere ve farklı etkilere sahip olacaktır.
Düşüncelerin bir yer işgal edip
etmediğine bakmak için sanalağ hizmet sağlayıcılarına bakmak aslında yeter de
artar bile. Sanalağda yapılan her şey, hizmet sağlayıcıların “server”larında
kaydediliyor. Bu kayıtlar fiziksel bir kayıt ortamında aynen elle tutulan,
gözle görülen kâğıt arşivler gibi bir yer kaplıyor. Zamanla bilgisayarlarımızın
bile artık yeni bilgileri depolamakta ya da işlemekte işlevsiz kaldığını
görebiliyoruz.
Diğer yandan düşüncelerimiz somutlaşma
kuralı gereği ya bir ürün ya da insani bir etki olarak ortaya çıkarılırlar.
Somutlaşma kuralı, düşüncelerin
somutlaşmak üzere oluşturuldukları anlamına gelir. Düşüncelerin somutlaşması,
içinde meydana getirildikleri beynin kastından ya da amacından bağımsızdır.
Herhangi bir kasıt gütmeksizin ifade edilen her düşünce, somut bir etki
yaratacak bir inşaa olarak dünyaya gelir. Söz gelimi sadece birer fikir olarak
öne sürülen pek çok ideoloji ya da kurgu, toplumda kendilerinden beklenmeyen
ölçüde cevaplar ve etkiler yaratmışlardır. O halde düşünceler, sadece atmosfere
salınan ve ortadan kayboluveren buharlar, gazlar ya da soluklaşıp kaybolan ışık
demetleri değildir. Bu gün ekonomi disiplini açısından romantik bir şiddet
manifestosu olan Marksist ideoloji zamanında güçlü duygusal cevaplar ve etkiler
yaratarak SSCB gibi bir dünya hapishanesinin doğmasına yol açmıştır. Diğer bir
örnek Nazizmdir. 1. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkan bir ulusun gururunu ve
dikkatini uyarmak için yazılan aşırı romantik ve şiddetli fikirler, Almanya’yı
ilkinden daha büyük bir felâkete sürüklemiştir.
Bu durumda düşüncelerin hem
evrende bir yer kapladıklarını hem de açık ve ölçülebilir etkiler
yarattıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki ama hem evrende bir yer kaplayan
hem de bir etki/iş yapabilen bir varlığın, “manevi”, “varsayımsal”, “hayalî”
olduğu söylenebilir mi?
O halde düşünceler maddenin
kurallarına taabidir. Maddeyle ilgili ilk kanun, “İki maddenin aynı anda aynı
yeri kaplayamayacağıdır”.
Bu durumda sorun hangi düşüncenin
nerede duracağı ya da durabileceğidir. Eğer düşüncelerin kaçınılmaz maddi
etkileri olmasa bununla ilgilenmemiz gerekmezdi. Oysa şimdiye kadar ki örneklerden gördük ki bir düşünce
yayıldıkça hem beyinlerimizde daha fazla yer işgal ediyor hem de kendisiyle
ürünler aracılığıyla ve ikna etkisiyle kendi doğasına uygun sonuçların
doğmasına daha fazla yol açıyor.
Söz gelimi kadınla erkeğin
otobüste yan yana oturmamaları
gerektiğine dair bir düşünce ilk ortaya atıldığında etkisiz bir gaz bulutu gibi
görülebilir. Oysa bu düşünceye “inananların” sayısı arttıkça otobüslerde iki cinsin birbiriyle yan yana gelmeme
eğilimi yaygınlaşacaktır. Bir aşamadan sonra otobüste bir kadının yanına
oturan erkeğin toplumun eğri kalanınca kınandığını görebileceğizdir.
Ya da… Söz gelimi “ Türkiye’de
sadece Türkler yoktur!” cümlesi, ülkenin bütün kurucu ilkelerine ve kurucu Türk egemenliğine, kısacası Türk
Milleti’nin varlığına açıkça aykırıyken terörle ya da sayısız sahte mağduriyet
hikâyeleriyle tekrarlanan bu saçmalık zamanla toplumda hatırı sayılır bir kabul
görmeye başladığında, artık “Türk” isminin telaffuzu bile “ahlakdışı” hatta
“insanlık dışı bir suç” gibi kabul edilemeye başlayacaktır.
Bu düşünceler, toplumsal bilincimizde
moral değerler sahasını öldürücü parazitler gibi işgal ediyorlar. Diğer yandan
omurgasız, kimliksiz bir basın yayın camiasında üretilen sayısız etnik ırkçı ve
şeriatçı çöp düşünceler, yaşam alanımız pek çok fiziksel ürünle doğrudan
doğruya işgal ediyor. Bu düşünceler davranışları da etkileyerek demokrasi
sömürüsüyle medeniyet alanını, bu düşüncelere inanan insanların sayısının artışıyla bu
insanların fiziksel varlığının kapladığı yerin artışıyla gitgide daraltıyorlar.
Şu anda Türkiye’de toplumun bire
bir yaşadığı ama bir türlü isimlendiremediği derin depresyonun ve boğulma hissinin
gerçek sebebi, durmaksızın ortama salınan zehirli Kürtçülük ve şeriatçılık
fikirlerinin birikimli etkisi.
İşte bundan dolayı da her
düşünceye “özgürlük” tanınamaz, tanınmamalıdır da. Düşüncelerin somutlaşma
kuralı onların doğrudan doğruya maddi zarar analizlerinin yapılmasını
gerektirir. Sonuçları toplumsal
beraberliğe, ulusal egemenliğe, vatanın bütünlüğüne zarar verecek hiçbir düşüncenin
üretilmemesi, zehirli artıkların üretiminin engellenmesi kadar önemli ve acil
bir konu.
Sonuç itibariyle ülkede etnik
ırkçı Kürtçü partilerin kurulması, sürdürülmesi, bu konuda bölücü yayın
yapılması, şeriatçılığın günlük hayata “kutsalları” sömürerek müdahalesi, her
iki kampında Türk Milleti,, Türk
egemenliği ve Türk vatanı hakkında düşmanca düşünceler üretmesi kesinlikle ve
daimi olarak yasaklanmalıdır. Bu konu doğrudan vatandaşlık tanımıyla ve
vatandaşlık sorumluluğu açısından kanuna bağlanmalıdır.
[1] “Rajmohan, V., &
Mohandas, E. A. S. T. (2007). The limbic system. Indian journal of
psychiatry, 49(2), 132-139.
[2] Yakar, S. K., Limbik Sistem. Limbik
Sistem Nedir? Görev ve Bölümleri - Medicana Erişim tarihi:
02.10.2024
[3] Teasdale, J. D. (1983).
Negative thinking in depression: Cause, effect, or reciprocal relationship?. Advances
in behaviour research and therapy, 5(1), 3-25.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder