22 Kasım 2024 Cuma

Mutluluk Teğetleri ve İyimserlik

 

Aslında hepimiz hayata her gün teğet geçeriz.

 Peki ama hayat zaten yaşadığımız şey değil midir?

Galiba pek öyle değil.


Çünkü aslında hayat aslında “idrak ettiğimiz” şeydir. Şimdilerde buna “farkındalık” da deniyor.

İdrak edemediğimiz şey bizim için var mıdır? Belki de sormamız gereken soru budur.  Ya da idrak ve varlık arasındaki ilişkinin farkına varmak, bu soruyu sorabilmemizin sebebi değil midir?

Hayır… Konuyu dağıtmayacağım.

Hayat idrak edebildiğimiz şeydir. İdrak edemediğimiz şeyleri unutmaya eğilimliyizdir.

Bugünlerde “Atomik Alışkanlıklar” diye bir kitap okuyorum. Aynı zamanda Carl Jung’un  “İnsan ve Sembolleri’ni” okuyorum. (Bunlardan neden bahsettim? Çünkü bir insanın düşüncelerinin nasıl geliştiği sanırım biraz da onun okuma macerasıyla ilgili).

Peki ama bu “teğet” benzetmesi neyin nesi?

Hayat düz bir çizgide akıp gitmiyor mu?

Hayat bazı düşüncelerde bir tür “çarka” benzetilmiş. Neden? Çünkü hareket ya da  ilerleme, ancak bir yüzeye geçici bir süre hatta bir an denebilecek kadar kısa bir süre temas etmekle yani bir tekerleğin hareketiyle sağlanabiliyor. Bu kısa anlar da bir çemberin, bir tekerleğin, bir yüzeye “sürekli teğet geçmesi” ile harekete dönüşüyor.

Çemberin üzerindeki sayısız/sonsuz noktanın her biri, her bir an yola temas ettiğinde ya da edebilirse “hareket” meydana geliyor.

İşte hayatımız da aslında zaman ekseni ya da düzlemi üzerinde her biri eşsiz anlardan oluşan seçimlerimizin sürekliliğinden ibaret.

Bir an bir şey yapmayı “seçiyoruz” ve o anda eylem çemberimizde bir nokta, zaman düzlemine değmiş oluyor. Ama öylece kalmak istemiyoruz. Seçtiğimiz şeyi, bir başka seçimle destekliyoruz. Böylece yaşam tekerimizi ya da çemberimizin bir başka noktasının zaman düzlemine değmesini sağlıyoruz. Daha sonra ilgili (ya da ilgisiz) bir başka şey yapıyoruz ve bir başka noktanın yüzeye dokunmasına, temas etmesine sebep oluyoruz.

Peki ama bu sırada ne oluyor? Bu sırada her bir anlık seçim eylemi, birbiri ardına gelerek görünebilir, yargılanabilir bir eylem sürecini oluşturuyorlar. Seçimlerimizi birbiri ardına ekleyerek bunların bir bütün halinde kalmasını, bir “eylem” oluşturmasını istiyoruz. Çünkü “eylemezsek” yaşayamayacağımızı biliyoruz. Çok basit bir benzetmeyle köpekbalıkları gibiyiz: Hareket etmezsek ölürüz.

Ya hiçbir şey yapmamayı seçen düşünürler, filozoflar? Fıçı içinde yaşayan Diyojen kimdi peki? O boğuldu mu, öldü mü?

Elbette hayır. Onun “eylemi” de düşünmekti. Filozoflar, düşünmeyi, “salt eylem” haline getirmiş sanatçılardır.

Peki ama bütün bunların “mutlulukla” ne ilgisi vardır?

Filmin sonunu baştan söylemek istemezdim ama insan mutlu olmak için yaşar. Çoğumuz, çoğu zaman bunun, anlık zevklerden ibaret olduğunu düşünür, anlık zevklerin en büyüğüne ulaşarak mutlu olacağımızı sanır ve “hayat tekerimizi” buna göre hareket ettiririz; buna göre eyleme geçeriz.

Oysa hayat böyle işlemez.

Peki neden?

Çünkü genellikle “en büyük zevke” ulaşmak için yapılması gerekenleri yapmak için öyle otomatik, öyle hızlı hareket ederiz ki amacımızla ilgili olmayan her şeyi idrak dışında bırakırız. (Burada bazılarınızın, “idrak” kelimesi yerinde neden “algı” kelimesini kullanmadığımı sorabileceğini tahmin ediyorum. Çünkü “algı”, biz farkına varmadan da meydana gelir, oysa bir şeyi idrak edebilmek için algının, bilinçli/uyanık şekilde “işlenmesi” yani “idrak edilmesi” gerekir.)

Hayat ancak tekerleğimizin her bir seçimle zaman düzlemine temas ettiği anların idrak edilmesiyle yani eylemlerimizin farkında olmakla “yaşanır”. Demek ki “hayat”, biz hiç farkına varmadan geçip giden zaman değildir.

Belki de zamanı da seçim tekerleğimize/çarkımıza sürekli teğet geçen bir başka tekerlek/çark gibi düşünmeliyiz.

Soruyu tekrarlayalım:

Bunların mutlulukla ne ilgisi var?

Mutluluk sürekli bir zevk hali değildir, öncelikle bunu anlamamız lâzım. Mutluluk, hayatımızdaki “sevinç pırıltılarıdır”. O halde sürekli mutlu olamaz mıyız?  Sürekli olan sadece harekettir. Neyi nasıl idrak ettiğimiz ise sadece bizim seçimimizdir ki bu da çoğu zaman değişir.

Peki seçimimizi sürekli mutluluktan yana yapamaz mıyız?

Neden olmasın? Seçimini sürekli mutluluktan yana yapan insanlara “iyimser” deriz. Onlar hayat tekerleği üzerindeki sevinç pırıltısı anlarını hatırlamayı seçen insanlardır.

Böylece şuna geliyoruz: Hayat çarkı aslında bizi esir alan, bizden bağımsız bir kader tekerleği ya da çarkı değildir. O halde benzetmemizi bir adım daha ileri götürüp onu bir otomobil tekerleğine dönüştürebiliriz. Bütün otomobil tekerlekleri otomobilin hareketi için vardır. Onlar hem arabamızı hareket ettirir hem yolda tutunmasını sağlar. Buna karşılık hepsinin üstünde eşsiz kanal desenleri/örüntüleri vardır.

Biz, kendi tekerleğimizin desenlerini kendi seçimlerimizle oluştururuz.

İşte bu yüzdendir ki eylem tekerleğimizin zaman düzlemindeki her bir anlık teması yani “anlık teğeti”, seçimlerimize göre ya bir   mutluluk ya da bir mutsuzluk “teğeti” olarak işlenir, kaydedilir.

Bir tekerleğin sınırlı bir çevresi vardır ve üstündeki bir nokta pek çok kez yola temas eder. Fakat tekerlek her seferinde yolun başka bir yerine temas eder. Sürücü düzgün yollardan gittiğinde, tekerlek daha az yıpranır. Hepimiz hayat tekerleğimizi döndürürüz ama pek azımız o tekerlekte yani bilincimizde ve bilinç altımızda nelere sebep olduğumuzu düşünürüz. Hayat tekerleği döndürmek değildir, hayat tekerleğin dönüşünü idrak etmektir.

Ne diyordu Matrix’te Morpheus, Neo’ya? “Matrixte ölürsen, gerçek hayatta da ölürsün, çünkü insan bilinçsiz yaşayamaz.”

Özetle…

“İyimserlik” boş bir teselli değildir. İyimserlik her biri eşsiz olan hayat anlarını sevinçle ilişkilendirmek, yaşamın içindeki sevinç parıltılarını “seçmektir”. (Bundan dolayıdır ki aynı olayı yaşayan insanların bir kısmı o olayı mutsuzlukla bir kısmı da mutlulukla anar.)

O halde şu kısacık hayat serüveninde biz de sevinç parıltılarını seçsek pek güzel olmaz mı?

 

 

 

Hiç yorum yok: