Milliyetçi bir edebiyat mümkün müdür?
Milliyetçi bir edebiyat gerekli midir?
Sürdürülebilir bir milliyetçi edebiyat mümkün müdür?
Yazıya sorularla başladık ama bunu düzgünce akıl
yürütebilmek için yaptık. Sorulardan bir yol açıp arada başka duraklara
uğrayabilmek için yaptık…
Herşeyden önce milliyetçi bir edebiyattan ne anlayabiliriz?
Milliyetçi bir edebiyat aslında ülkesinin şartlarına göre bir uyanıklık, bir
farkındalık, bir farklılık edebiyatıdır.
“Ülkenin şartları” ülkeyi kuran milletin dünyadaki
konumu, önemi ve etkisiyle ilgili. Öte yandan bu şartların asıl belirleyicisi,
ülkeyi kuran milletin sahip olduğu öz
saygı ve özgüven.
Dolayısıyla aslında her milletin edebiyatı, kendi
şartları içinde milliyetçi. Çünkü, her milletin edebiyatı, “dilin sahiplenilmesi
ve onurlandırılması” demek.
Bizimki gibi daha özel bir örnekte ise milliyetçi
edebiyat, millet düşmanlarına karşı, milleti uyanık tutmak için yürütülen bir
estetik faaliyet demek.
Demek ki milliyetçi bir edebiyat mümkün ve aslında
basbayağı da var.
Türkiye özelinde milliyetçi edebiyat gerekli mi?
Kesinlikle gerekli, çünkü estetiğin her alanı, Türk kimliğini silmek için adeta
“silahlanmış/donanmış” kitlelerin elinde. Etik ve estetik felsefe, “ insanlığa
karşı Türk” sözde tezadını kafalara yerleştirmek için alabildiğine istismar
ediliyor.
Bu durumda da Türk’e ait söyleyişler, Türk bilincini
uyanık tutmak için elzem haline geliyor.
Peki ama Türk milliyetçilerinin edebiyata bakışları
ne? Bu soruya sağlıklı ve net bir cevap verebilmek zor.
Öncelikle Türk milliyetçiliğinin 1969’dan bu yana
saplandığı dinci- muhafazakâr popülizmden kurtulabilmesi zor görünüyor. Daha da doğrusu, milliyetçiliğin bu popülizme
esir edilmesi, estetik üretimin siyasi milliyetçiliğin taşralı muhafazakâr kafasının
izni ve icazetiyle düşünmek mecburiyetini doğuruyor.
Hal böyle olunca da “milliyetçi bir yazar”, ancak MHP’nin
işine yaradığı, izin verdiği kadar “değerli” olan bir kalem erbabı haline
geliyor. Bütün “bilgeliği”, Anadolu’daki tarikat oy paketlerinden,
uzlaşabildiği kadarıyla oy devşirmek olan bir siyasi pratiğe esir olarak
Türkiye’nin insanlarına ve sorunlarına şefkatle, duygudaşlıkla ve ilgiyle
yaklaşabilmek de mümkün değil.
Söz gelimi, yerel sapkınlıklarla cinsiyet değişimine
zorlanmış sayısız insanın yaşadığı cinsel istismara “Müslüman olduğu” için göz
yuman bir milliyetçinin gerçekten edebiyat yapması zor. Ya da çocuklarını
besleyemediği için yan odada kendisini asan Türk kadınını “intihar haramdır”
mantığıyla görmezden gelen veya intiharı doğuran fakirlikle yüzleşmeyi “komünistlik”
sayan bir milliyetçinin edebiyat yapması ancak saçmalık sayılabilir.
Keza ülkemizin son on beş yılın damgasını vurmuş kumpas davaları hakkında en ufak bir fikri
olmaksızın, askerlerimize “cezalarına
müstahak dinsizler” olarak bakıp da yüksek bir stratejik zekâyla din kardeşi
muktedirlere sessiz kalan bir insanın “milliyetçi bir edebiyat” yapması mümkün
müdür?
Oysa bütün bunlar olup biterken milliyetçi camia
sessizdir. Milliyetçi camianın tek arzusu, büyüklerinin rahle-i tedirisinden
geçtiği bilinen, teba bilincine sahip, “emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerle
müeddep”, kadın ( ya da ekek) sevmez/aseksüel,
siyasal milliyetçiliğin açık faydasına doğrudan yönelmiş, mümkünse
taşralılıktan kopmamış, etliye sütlüye bulaşmayan, camianın malı olmaktan başka
bir arzusu olmayan kalem esnafı yetiştirmektir.
İşin kötü tarafı şudur ki milliyetçi camia “kalem
esnafı” yetiştirecek profesyonelliğe sahip değil. Çünkü milliyetçi camia kaleme
para verecek kadar cömert ya da bilge değil. Milliyetçi camianın tek
motivasyonu/müşevviği uygun gördüğü birilerini “sen ben bizim oğlan” amatör şöhret
dairesine ya da basın köşelerine taşıması.
Türkiye’de milliyetçi camia son otuz yıldır tek bir
yeni yazar yetiştirememiştir. Sayısı
beşi geçmeyen yarışmalarla ya da ödüllerle sanırım bu hedefleniyor ama burada
da iki sorun ortaya çıkıyor:
Bu yarışmalarda “profesyonel yazarlar mı” yetişiyor? Yani ekmeğini kalemiyle kazanan estetik erbabı
mı yetiştiriyoruz? Yoksa gelgeç heveslerle yazıp ikici bir kitabı asla gelmeyecek
amatörlerin sırtını mı sıvazlıyoruz?
Şüphesiz ikincisi de bir tür hizmet. Ama asıl noktayı
gözden kaçırıyoruz: Kurumlaşmak…
Milliyetçi camia bir yayınevi kuracak kafa yapısına
maalesef sahip değil. Çünkü milliyetçi camia bir kalem erbabı ordusu kurmak
ihtiyacını hissetmiyor ve bunun gereğine de zaten inanmıyor. Çünkü zaten
sahipleri milliyetçi olan bir iki gazetenin MHP ya da İYİP gibi partilere
desteği ve bunlarla yürüttüğü polemik savaşları milliyetçilerin maddi ve fikri ilgilerini
yeterince tatmin ediyor.
Çok değerli hocamız İskender Öksüz, bir yazısında yarışmaların
kazandırdığı kalemlerden bahsetmiş. Bir kısmını okuduğum o yazarları anması
beni cidden duygulandırdı. Sorun şu ki bahsettiği yazarlar artık bir şekilde
üretmiyor. Daha kötü olan sorun şu ki onları yazarlığa iten yayınevi
kurumlaşması artık yok.
Peki ne yapılabilir?
Türk milliyetçilerinin, her sözcüklerinde yaşadıkları dinden
imandan çıkıp çıkmak korkusunu yenmek artık mümkün değil. Yapılacak şey
milliyetçi kaygılara sahip yazarları profesyonel olarak destekleyecek yayınevleri
kurmakla başlayabilir. Bu yayınevleri birer edebiyat okulu gibi çalışabilir ve
bir tür milliyetçi edebiyat fabrikası gibi işleyebilirler.
Elbette bir işin neden ve nasıl yapılamayacağını
herkesten iyi bilen milliyetçi camiaya akıl öğretmek haddimiz değildir.
Öte yandan zaten milliyetçi camianın sizin ürettiklerinize
de yolladığınız örneklere de ihtiyacı falan yok.
Güven Park’ı bombalayan alçak için hikâye yazanların
Türk edebiyatını işgal edebildiği bir dönemde, milliyetçi camianın eline
tutuşturduğunuz herhangi bir dosyanın, ortaokul öğrencisi kompozisyonu kadar
bile değerli sayılmaması elbette milliyetçi camianın “yüksek seçici zevkinin ve
basiretinin, hikmetinden sual edilemeyecek tebarüzüdür”.
Bir yayınevi, edebiyatın ayar merkezidir. Edebiyata ya
kendi ayar damganızı basarsınız ya da elinize geçecek üç beş milliyetçi,
muhafazakâr metin için bir sonraki yarışmayı beklersiniz.
Bir yayınevi, bir söz fabrikasıdır. Ya kendi
sözlerinizi dinler, okur ve yayarsınız ya da başkalarından yazı dilenirsiniz.
Bakıp da görmeyen, işitip duymazdan gelen, olmaması
için uğraşan milliyetçi camia bana öyle geliyor ki milliyetçi bir edebiyatın
önündeki en büyük engel olarak dikiliyor. “Tanrı” deyince dinden çıkacağını sanan,
Arapça, Farsça terkip ve telâffuz kullanmayı edebiyat sanan camiamıza rağmen…
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder