14 Şubat 2023 Salı

Depremin Ahlâk Terazisi

 


Ahlâk tedirgin edici bir şeydir.

 

Ahlâk bir günahsızlık, ayıpsızlık ideali midir? Herkes ahlâkı öyle kabul eder. Belki en dar anlamıyla ahlâk böyle bir şeydir.


 

Ahlâk ne zaman aklımıza gelir? Ahlâk, ayıbımız ortaya çıkarıldığında mı aklımıza gelir; yoksa başkasının ayıbını keşfettiğimizde mi?

 

Cinsel korku yegâne sakınma ölçüsü ise ahlâk da ancak örtmekle, saklamakla, kaçmakla kaçınmakla ortaya çıkar, şekillenir.

 

Deprem, ölümle sonuçlanan hırsızlıkları ortaya çıkardı. Oysa hiç kimse bundan utanmadı.

 

Toplumun bütün derdi, kendisiyle ilgili herhangi bir ayıbın açıklanmaması.

 

Ülkemizde güç ve iktidar da artık başkasının ayıbını açıklayabilmek yeteneği demek.

 

O halde ahlâk ne demek?

 

Ahlâk öncelikle “zarar vermemek iradesi” demektir. Yani başkasına zarar vermemek için bilinçli davranan insan, ahlâklı insan demektir.

 

“Deprem yönetmeliğine uygundur” dediği evi satıp da altında onlarca insanın ölmesine sebep olanların, meselâ mahrem görüntüleri ortaya çıkmadığı için yaptıklarının utandırıcı olmadığını düşünebilmesi hiç kimseyi düşündürmüyor.

 

Çünkü ahlâk bireysel bir şeydir. Çünkü ahlâk, yani “zarar vermemek iradesi” ancak bireyin, kendi aklınca ve kendi vicdanıyla zarar vermemeye karar vermesidir.

 

Oysa dinin emriyle sınırlandırılmış davranışla, ahlâkî değildir.

 

Çünkü dinin emriyle hareket ettiğini düşünen insanlar, emrin kudretini, kendi iradesinin önüne koyar. Peki  bir insan bunu neden gönüllü kabul eder, yapar?

 

Çünkü böylece insan, eylemlerinin sorumluluğundan kurtulabilir.

 

Bir noktaya dikkatimizi vermeliyiz ki o da şudur: İradesini bir başkasına ipotek edip de eylemlerinden bu dünya da sorumsuz olmak isteyenler, başka bir dünyada bu dünyada yaşamadığı kadar sınırsız ve sorumsuz zevkler yaşamak istiyor.

 

Bir başka dünyada asla “ahlaksızlık” sayılmayacak zevkleri bu dünyada “günah”, “ahlaksızlık” sayan insanlar, “başkasına zarar vermemek iradesinin” bireyselliğini, sorumluluğunu üstlenmekten kaçınıyor.

 

Sonra… “İnanç ve ibadet hürriyeti” adına demokrasiyi ele geçiriyorlar, ülkeyi fiilen şeriata sürüklüyorlar.

 

Ülkede şu anda bütün işler fiilen şeriata dayandırılıyor mu? Evet. Sivil toplum örgütlerinden, bürokrasinin yüksek makamlarına kadar devletin işleyişine şeriat hâkim mi?

 

O halde ülkede en üstün ahlâkî ölçüler sayılan din ölçülerinin egemen olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet.

 

Peki yirmi yıldır gelinen nokta nedir?

 

Gelinen nokta on şehrin depremde tahrip olmasıdır.

 

O halde artık kendimize “Kasetle gelip kasetle gelen” insanların siyasetiyle nereye varılabileceğini sormanın zamanı gelmiştir de geçmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok: