Ahlâk tedirgin edici bir şeydir.
Ahlâk bir günahsızlık, ayıpsızlık ideali midir? Herkes ahlâkı öyle kabul eder. Belki en dar anlamıyla ahlâk böyle bir şeydir.
Ahlâk ne zaman aklımıza gelir?
Ahlâk, ayıbımız ortaya çıkarıldığında mı aklımıza gelir; yoksa başkasının
ayıbını keşfettiğimizde mi?
Cinsel korku yegâne sakınma
ölçüsü ise ahlâk da ancak örtmekle, saklamakla, kaçmakla kaçınmakla ortaya
çıkar, şekillenir.
Deprem, ölümle sonuçlanan
hırsızlıkları ortaya çıkardı. Oysa hiç kimse bundan utanmadı.
Toplumun bütün derdi, kendisiyle
ilgili herhangi bir ayıbın açıklanmaması.
Ülkemizde güç ve iktidar da artık
başkasının ayıbını açıklayabilmek yeteneği demek.
O halde ahlâk ne demek?
Ahlâk öncelikle “zarar vermemek
iradesi” demektir. Yani başkasına zarar vermemek için bilinçli davranan insan,
ahlâklı insan demektir.
“Deprem yönetmeliğine uygundur”
dediği evi satıp da altında onlarca insanın ölmesine sebep olanların, meselâ mahrem
görüntüleri ortaya çıkmadığı için yaptıklarının utandırıcı olmadığını düşünebilmesi
hiç kimseyi düşündürmüyor.
Çünkü ahlâk bireysel bir şeydir.
Çünkü ahlâk, yani “zarar vermemek iradesi” ancak bireyin, kendi aklınca ve
kendi vicdanıyla zarar vermemeye karar vermesidir.
Oysa dinin emriyle
sınırlandırılmış davranışla, ahlâkî değildir.
Çünkü dinin emriyle hareket
ettiğini düşünen insanlar, emrin kudretini, kendi iradesinin önüne koyar.
Peki bir insan bunu neden gönüllü kabul
eder, yapar?
Çünkü böylece insan, eylemlerinin
sorumluluğundan kurtulabilir.
Bir noktaya dikkatimizi
vermeliyiz ki o da şudur: İradesini bir başkasına ipotek edip de eylemlerinden
bu dünya da sorumsuz olmak isteyenler, başka bir dünyada bu dünyada yaşamadığı kadar
sınırsız ve sorumsuz zevkler yaşamak istiyor.
Bir başka dünyada asla “ahlaksızlık”
sayılmayacak zevkleri bu dünyada “günah”, “ahlaksızlık” sayan insanlar, “başkasına
zarar vermemek iradesinin” bireyselliğini, sorumluluğunu üstlenmekten
kaçınıyor.
Sonra… “İnanç ve ibadet hürriyeti”
adına demokrasiyi ele geçiriyorlar, ülkeyi fiilen şeriata sürüklüyorlar.
Ülkede şu anda bütün işler fiilen
şeriata dayandırılıyor mu? Evet. Sivil toplum örgütlerinden, bürokrasinin
yüksek makamlarına kadar devletin işleyişine şeriat hâkim mi?
O halde ülkede en üstün ahlâkî
ölçüler sayılan din ölçülerinin egemen olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet.
Peki yirmi yıldır gelinen nokta
nedir?
Gelinen nokta on şehrin depremde
tahrip olmasıdır.
O halde artık kendimize “Kasetle
gelip kasetle gelen” insanların siyasetiyle nereye varılabileceğini sormanın
zamanı gelmiştir de geçmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder