Sorun şu: “Olmakla” “ Gibi olmak” arasındaki fark, gelişmişlikle geri kalmışlık arasındaki
farkı oluşturuyor.
Peki ama bunu saptamak o kadar kolay mı? Elbette bunun hemen
ortaya çıkan pek çok sonucu var.
Peki ama olmakla, gibi olmak arasındaki farkın gerçek kökeni
ne?
Bu köken “düşünmek” ile “ taklit etmek” arasındaki farkta
yatıyor.
Düşünmek,
“kavrayışlar için gereken materyallerin yani kavramların keşfedilmesi”,
“ var olanların yani olguların farkına varılması” “ilişki kurmak”, “bağlantı kurmak”, “bağlam
oluşturmak” gibi işlemlerin hepsinin bir arada yürütülmesi demek.
“Taklit etmekse” düşünüyor gibi yapmak düşünen insanların
sözlerini tekrarlayarak düşündüğünü sanmaktan ibaret.
Gelişmiş ülkelerde akademinin “bahşettiği” doktora,
“konusunda düşünebilen, kendi düşüncelerini meydana getirebilecek kadar yeterli
görülen insanlara verilen” bir unvan.
Geri kalmış ülkelerde ki buna Türkiye’yi rahatlıkla örnek
verebiliriz, doktora unvanı yalnızca “akademinin bahşettiği yeterlilik unvanı”
anlamındadır.
Gelişmiş ülkelerde alınan bir doktora insanın gerçekten
düşündüğünü yani işin felsefesini yaptığını onaylayan “philosophiae doctor”
unvanı ile onaylanırken geri kalmış ülkelerde -görünen o ki- belli bir zanaat sürecinden sonra alınan bir
tür ustalık belgesi olarak ortaya çıkıyor.
Peki ama bu o kadar önemli mi?
Bu o kadar önemli ki…
Çünkü düşünen insana değer verilmeyen ülkelerde “ düşünürmüş
gibi yapan insana” değer verilmeğe
başlanıyor. Bu durumda gerçek ve yürütücü
bir araçla oyuncak araba arasındaki farkın idrak edilememesi durumu
ortaya çıkıyor.
Bu durumda düşünen insanların ortaya koydukları gerçek
sorular ve gerçek çözümler çöpe giderken taklitçilerin kartondan bilimleri,
ulusun zamanını ve enerjisini israf ediyor.
Ne yazık ki hal böyle olunca elimizde “gerçek bilgiyi” ya da gerçek düşünceyi”
ayırt edebilecek bir ölçü de kalmıyor. Bu durumda, “otorite” kimse onun
dediğinin doğru olduğunu kabul etmek mecburiyeti hasıl oluyor.
Ve bunun sonucunda meselâ
etnik ırkçı terör “haklardan” bahsederken ülkedeki sayısız hukuk
fakültesindeki tek bir hukuk felsefesi doktorunun “ Terör örgütlerinin, etnik
ırkçılığın, örnek aldığımız modern hukuk devletlerindeki hukuk oluşturma
süreçleriyle meydana getirilen kavramlar hakkında konuşması doğru mu?” gibi
basit bir soruyu bile sormadığını, soramadığını görüyoruz.
Ya da Anayasa hakkında
ulu orta geliştirilen cahilce veya açıkça haince sözde düşüncelerin, bu düşünceleri, “Anayasa- ulusal varlık ve
egemenlik” ilişkisiyle incelemesi gereken Anayasa hukukçuları tarafından
cevaplandırılmadığı ya da
yanlışlan-a-madığı görülüyor.
Türkiye’nin bugün üzerinde yaşadığımız hukuk konforu
şartlarını, sözde federal bir Irak
haline geldikten sonra sürdürüp sürdüremeyeceği gibi basit bir mukayeseyi yapamıyor oluşumuz, var olmayı hak edip hak etmediğimiz konusunda
kokutucu bir örnek…
Sanırım biz var olmayı kendiliğinden olabilen bir şey
sanarak düşünmekten vazgeçiyoruz ve gönüllü bir yok oluşa doğru dolu dizgin
gidiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder