Öyle görünüyor ki Milliyetçi
Harekete Partisi’nin kuruluşu, Türk siyasi tarihine sadece yeni ve kalıcı bir
oyuncunun girişinden çok daha derin bir etki meydana getirmiştir.
MHP ile “milliyetçilik”, artık
küçük bir okumuş çekirdekten milletin tamamına doğru taze bir güçle filizlenen siyasi bir iddia ve
dava haline gelmiştir.
Uluslaşmayı tam idrak edememiş
toplumlar siyasi bağlamda “oy paketlerinden” ibarettir. Bir “oy paketi”, yasama
organına etki ederek belli bir görüşü
topluma dayatmak arzusuyla hareket eden büyük oranda homojen ve kemikleşmiş
seçmen grubundan ibarettir. Bu oy paketleri örneğin Kürtçülük’te etnik tutuculuk, İslamcılık’ta
tarikatlık, sosyal demokraside çeşitli
maddi çıkar talepleri ile kendilerini belli ederler. “
Ve sorunlar daha partinin kuruluş
aşamasında başlamıştır. Çünkü partinin kuruluş fikriyle beraber “ne pahasına
olursa olsun yaygınlaşmak” aceleciliği ve bunun yanı sıra taşra taassubuna
sahip Müslüman dindarlığın yaygın seçmen
potansiyeli gibi iki büyük etken, “partinin”
, bilinen milliyetçilikten yani Türkçülükten uzak düşeceğini daha ilk andan
itibaren kanıtladı.
Bunun sonucunda Türkiye dışındaki
Türk’leri de dikkate alan ve onların istikbalini Türkiye Türklüğüyle
birleştiren “Turancı” idealizm, yerini “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” slogan
milliyetçiliğine bıraktı. Bu yeni tür siyasal milliyetçiliğin ilgi alanı
Türkiye Türklüğü’nden ibaretti. Özünde Türkiye Türklüğü’nü, “Turancılığın”
idealizmiyle ele almıyordu.
Yaygınlaşmak, “oy paketlerine”
bir an önce ulaşmak arzusu, MHP’yi , siyasal milliyetçiliği, tutucu dindarlığın değerlerini ve terimlerini
benimsemeğe itti. “Köyünü çevreleyen dağların dışında bir dünya tanımayan ve
kısa vadeli menfaatleri dışında bir menfaat” de bilmeyen Türk köylüsü,
karşısında “ Sizden oy istemiyorum, ben yine de size hizmet etmeğe devam
edeceğim!” diyen Burdur milletvekili adayı Merhum Galip Erdem’i bu yüzden
anlayamadı.
MHP’nin kuruluş kongresinin daha
ilk dakikalarında, anlaşılan oydu ki siyasal milliyetçilik, yolunu Atsız’ın
kristalize Türkçülüğünden ayırarak, Türkçülüğü, taşra Müslümanlığının bulanık
çorbasında eriterek herkesi bu tür bir şeyle beslemeye meyledecekti. Oysa
bilmedikleri şey şuydu ki İslamcılık çorbası içinde eriyen Türkçülükten geriye
en ufak bir tat bile kalmamıştı. Türk köylüsü için MHP, çocuklarını yolladıkları Süleymancı yurtlarını
olumlayan, onaylayan bir ılımlı dindar partiden başka bir şey değildi. MHP’nin
siyasal realizmi, “partisinin milletçe nasıl anlaşıldığını” görebilecek kadar
gelişememişti, çünkü siyasetin ufku, kendi “gerçekçiliğinden” ötürü seçimden
seçime alınan oy sayısından ibaretti.
Türkiye’deki gelişmeler şunu
gösteriyordu ki siyasal realizm/gerçekçilik, “sonuçların gerçekliği” dışında
bir şeyle ilgilenmeyen kısa vadeli bir
şartlama mekanizmasından başka bir şey değildi. Bu “gerçekçilik”
anlayışı düşüncelerin oluşma süreçleri
ile zerrece ilgilenmediği gibi millet hafızasının uzak uçlarından gelen
değerlerin nasıl aktarılması gerektiğiyle de ilgilenmiyordu.
Ve kuruluşundan pek kısa bir
zaman geçtikten sonra herkese nasıl milliyetçi olacağını öğretmek iddiasındaki
MHP, kendi örgütündeki gençlere Atsız’ın
kitaplarını yasaklayabiliyordu.
Bugün bu sorun, artık bağımsız
Türk devletlerinin birbirlerine karşı tutumlarındaki belirsizliğinde temel
sebebidir.
Atsız’ın, Ziya Gökalp’in
Turancılığını “tehlikeli hayalcilik” olarak gören ve aslında Türk’e dışardan
bakan yabancıların görüşlerini kullandıklarını anlayamayanlar için “Türk
birliği” neredeyse gereksiz bir işti. Bazıları Türkeş’in Türk dünyası ile
ilgili tutumunu örnek göstererek iddiamızı yanlışlayabilir. Buna rağmen MHP siyasetinin omurgası maalesef uzun vadeli, geniş ufuklu bir Türk birliği
düşüncesi olmamıştır. Bunu da SSCB dağıldığında, partinin içine düştüğü
şaşkınlıktan anlamak mümkündür. Türkiye’de “ kendisini milliyetçi sanan gençler”
yaratmakla övünen MHP, Türk Dünyası’ndaki devasa değişimi ne tahmin edebilmiş
ne de bu değişimde etkin bir siyasal söylem geliştirebilmiştir.
Bunun sebebi, siyasal realizmin/gerçekçiliğin, sonuca odaklı ve kısa
vadeli çıkarcılığından ideoloji çıkarılabileceğinin sanılmasıdır.
İdeolojik düzlem belli bir
kararlılık taşır. Oysa siyasal düzlem sürekli savrulmalar yaşar. İşte
Türkçülük, ne yazık ki kısa vadeli
vaatler dışında bir şey yapamayan Türk siyasasına feda edilmiştir.
Peki ne yapılmalıdır?
Görünen odur ki Türk ülkelerinde
büyük bir tek Türk siyasi birliği kuracak bilinç mevcut değildir. MHP’nin bu
konuda bir önerisi var mıdır? Yoktur. Oysa MHP hâlâ Türk milliyetçiliğinin ki
aslında bu terim de Türkçü olmamak için uydurulmuş bir tür ılımlılık ifadesinden başka bir şey değildir,
yegâne mekânı ve sahibi olmak iddiasındadır.
Kısa vadede bir büyük Turan
devleti gerçekleştirilemeyecek olması bu fikrin geçersizliğini göstermez,
sadece gerçekleştirilmesinde bir zorluğu ifade eder. Peki bu fikir tümden mi yanlıştır? Elbette
değildir. Taşralı MHP seçmeni için milliyetçilik Süleymancı yurtlarından
yetişmiş bir Kur’an okuyucu evlattan ve
devlet dairesinde bir memuriyetten ibarettir diye Türk’ün büyük düşüncesini bu
köylü ufukla sınırlamak hiç kimseye bir
fayda getirmez.
Bu durumda yapılması gereken
şudur:
Türkçüler, “Türkçülüklerini” hiç
bir siyasi partiye yüklemeden ve ipotek etmeden kendi başlarına ve tavizsiz
biçimde savunmalıdır. Türk Ulusal
birliğinin ve egemenliğinin Türkiye’den başlayarak bütün Türk Dünyası’nda tartışmasız bir biçimde
sağlamlaştırılması üzerinde sürekli kafa yorulmalıdır. Bu açıdan da olmak üzere
Türk ülkelerinin birbirlerine her anlamda yakınlaşmaları için her türlü yollar
düşünülmeli ve denenmelidir.
Bütünleşmiş ve bölünmez bir büyük
Türk ülkesi olarak Turan belki hayaldir. Fakat
temeli atılmayan ve yalnızca çizgilerde bir proje olarak belirmiş bir
bina da bir hayalden ibarettir.
İdeallere ulaşıp
ulaşamayacağımızı bilemeyiz. İdealler/ülküler ulaşılabildikleri için
benimsenmezler. Onlar bize belirsiz bir ufukta yol gösteren kerterizler
sağladıkları için benimsenirler. Hiç kimse Kutup Yıldızı’na ulaşamaz, ama o bütün
denizcilerin yol göstericisidir.
Turan ülküsü de Türkçülerin Kutup
Yıldızıdır.
Türkçüler, kendilerini
dalgalardan korumak için çırpınan ve bütün amaçları yağmalayacak kalıntılar
bulmak olan korkak denizciler değildir.
Türkçüler, denizlerin azgın dalgalarını yerken bile Kutup Yıldızlarının
gösterdiği yolda ilerleyen kahraman denizcilerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder