“Modern
muhafazakârlığın” bir sembolü olarak ortaya çıktı. Çağdaş yaşamın dindarca bir
yorumu gibiydi .
Önceleri geleneksel
İslâm’a karşı çıkan “modern” gençlerin bir bayrağı olarak tasvir edildi.( Göle: Modern Mahrem)
Sorun
şuydu ki gerek zaman gerekse içerik
bağlamında türbanın modernlikle herhangi bir ilgisinin olmadığı
yaşanan tecrübelerle anlaşıldı.
Öncelikle
modernizmin içindeki akılcılıkla, ilerleme arzusuyla ve bireysellikle ilgisizdi
türban.
Türban
kendi başına bir değer ya da anlam ifade etmiyordu. Onun modernizm içinde yer
alabileceğini düşünen iyimserlerin temel yanlgısı, onun kendi başına bir değer taşıyabileceği kabulüydü. Oysa türban ve diğer dinsel nesnelere “akıl ötesi” bir
dokunulmazlık veren yalnızca bizim kabullerimizdi.
Ama
bu işin yalnızca başlangıcıydı. Zamanla görüldü ki türbanlı kadınların arzuları
modernizmin değerlerne bağlı kalarak yaşamak değildi. Onlar modernizmin
akılcılık, lâiklik, bireysellik değerlerini din adına reddediyorlardı.
Çünkü
din Allah’ın emirlerini bir bütün halinde yerine getirmek demekti. Yani
herhangi bir Müslüman kadının kocasının doğrudan iznine taabi olmaksızın
erkeklere dokunarak, erkeklerle bir arada vs. çalışması gibi modern hayat gerekliliklerine kökten
karşı çıkıyorlardı.
“Allah’ın
emirlerinin bir bütün halinde” hayata geçirilmesi, modernizmin akılcılık,
lâiklik ve bireysellik değerlerinin hepsinin din dışı, haram sayılması anlamına
geliyordu. Ama öte yandan Müslüman kadınlar
modernizmin getirdiği konforun da tadını sevmişlerdi. Neydi bu tat?
Piyasanın
sunduğu çeşitliliği tüketebilmek
bunların başında geliyordu. Türban
takanlar Allah’ın emirlerine bağlılıklarını bir tür bayrakla birbirlerine
göstererek Müslümanların diğerlerinden ayırt edilebilmesini sağlıyorlardı ki
aslında içe dönük, “negatif” bir
ırkçılık ve ayrımcılık yaptıklarının farkında değillerdi. Modernizm, kabile
eğilimlerinin bireyi ezmesini engelleyecek, dolayısıyla hukukun herkes için geçerli olmasını sağlayacak bir
ortalama yaşam tarzı meydana getirmişti. Atatürk, modern yaşam tarzının Türk bireyinin hayatta kalması ve
gelişebilmesi için en denli gerekli olduğunu görmüş ve devrimleri
gerçekleştirmişti.
Oysa
türban bu devrimlerin dinin yaşanmasına engel olduğunu düşünenlerin bir sembolüydü. Müslümanlar kendilerini
türbanla görünür kılıyor ve kendilerine benzemeyen insanları “negatif bir
ırkçılıkla” dışlıyorlardı.
Herkesin
kafasındaki soru: “Türbanla modern olunamaz mı?” idi. Yani mesela türban takan bir kadın hakim laik
hukuku savunamaz mıydı? Bu sorunun
cevabı önceden verilemedi. Bu sorunun
cevabını türbanlı kadınlar verdi. O cevap
ne yazık ki olumlu değildi.
Çünkü
zaman içinde türbanlı kadınlar hayatlarıyla ilgili referansın, lâik- beşeri
hukuk, bilim, bireysellik kısaca modernizm olmadığını, sadece şeriat olduğunu
defalarca dile getirdiler. Buna karşılık modernizmin nimetlerinden, estetik
verilerinden alabildiğine yararlanmakta beis görmediler. Modernizmin kadın
cazibesi ile ilgili verilerinin şeriatla
bağdaşmadığını görmezden geldiler.
Sıfır
beden Slav mankenlerin üstlerine geçirdikleri pardösüler ve türbanlarla vaat
ettikleri güzelliğin şeriatla bağdaşmadığını ne yazık ki hiçbir görmek
istemedi. Bir yandan topluma, “su geçirmez, istisnasız” şeriat ahlâkını dayatıp
diğer yandan türbanla, örtünmeye yarayan dinin araçlarıyla bir kâfir gibi güzel görünmekte beis görmediler.
Türban
bir siyasi sembol. Türban laiklikle uzlaşılamayacağını düşünen Müslümanların bir tür isyan bayrağı.
Sorun
şu ki türban gerek “sembol” olmasıyla gerekse estetik kaygıları
taşımasıyla modernizmden beslenen buna
karşılık içinde yeşerdiği ortamı alabildiğine sömüren bir çağdışı parazit. O
bir yandan modernliğin özgürlüğünden ve estetiğinden alabildiğine yararlanıyor
diğer yandan din adına onu
öldürmeğe çalışıyor. İşte bu onu
konakçısından, onun ölümü pahasına yararlanmağa çalışan bir parazit haline
getiriyor. Parazit nasıl yaşamın bir çelişkisi olarak konakçıyı, hayat
kaynağını yok etmeğe yöneliyorsa türbanın çelişkisi de aynı şekilde Türk Ulusu’nu yok etmeğe
yöneliyor.