Çok uzatmayacağım. Sanırım
twitter bu konuda çok etkili oldu. Bazı şeyleri düşünürken işi uzatırsam gene
de kusura bakılmasın.
Önce aklıma “şantaj rejimi”
terimi gelmişti. Bu terim, fiili durumu özetlemek için uygundu ama işin felsefi
bağlamını tam ifade edemiyordu.
Türkiye’deki şantaj rejiminin
etik bağlamına sanırım “ Saptırılmış Ahlâkî Yükümlülük/ Mükellefiyet “diyebiliriz.
Saptırılmış ahlâkî yükümlülüğün
iki yönü var. Bu iki yön ile bizi açmazlara sürüklüyor.
Birinci yön Müslümanların,
dinlerine dayanarak geliştirdikleri, cinsel ayrımcılığa, cinsel tecrite ve cinsel aşağılamaya dayalı “femofobik”
yani kadın korkusuna dayalı ahlâk.
Bu ahlâkın, temel hakların
korunmasına dayalı “ zarar vermemek
iradesi” ile uzaktan yakından alâkası yok.
İkinci yönü de: Bu saptırılmış ahlâkı, “ahlâk kelimesini açıkça sömürerek bağlamından çıkarmak, daha sonra da sapkın ahlâk anlayışının
normlarını bu saptırılmış bağlamla ahlâkın gerçek anlamını benimseyenlerin
üzerine yüklemek.
Sorun ahlâk kelimesinden kimin ne
anladığında düğümleniyor. Meselâ cinsel
eğilimlerinden veya zaaflarından dolayı Müslümanların şantajına uğrayan ( Ki bu
şantaj ahlâkı Müslüman iktidarının temel yönetim aracı haline gelmiş bulunuyor)
insanlar, Müslümanlara “Senin ahlâk dediğin ne ki beni kendi ahlâkınla
yargılayabiliyorsun?” diyemeyecek bir duruma geliyorlar.
Saptırılmış ahlâkî yükümlülük
durumu, başka ve sapkın bir ahlâkî kabulün, normal insanlar üzerine bir deli
gömleği gibi giydirilmesi halidir.
Bu halin ortadan kaldırılabilmesi
için cahil ve şantajcı Müslüman muktedir çoğunluğun kınaması , ayıplaması
değersizleştirilmelidir. Ülkeye egemen olan
şeriatçı Müslüman seçmen kitlesinin neyin ahlâkî sayılacağına
dair en ufak bir ilgisi ve bilgisi yok.Resmi şeriattan korunmak için önce fiilî şeriat normlarının egemenliğine karşı
çıkmalıyız. Türkiye’nin bilime ve devlet ciddiyetine ulaşabilmesinin tek yolu
budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder