5 Mayıs 2017 Cuma

Sömürge Medyasına Karşı Türk’ü Savunmak

 Adına “Tartışma programı” ya da başka her neyse o denen programları ne zaman seyretsem derin bir çaresizliğe ve öfkeye kapılıyorum.

Çaresizliğimin ve öfkemin sebebi: Orada olup söylenen saçmalıkları,  yapılan yanlışlıkları ve edilen ihanetleri cevaplayamamak.

Bu tip programların özellikle teke tek yürütülen tiplerinde iki sorunun beni kızdırdığını fark ettim.

Sorunların birincisi, programın sunucusunun tarafsız bir dinleyici olmaması.  O  sürekli, “Değil mi?” “ Öyle değil mi?” sorularıyla  muhatabını  kendi normlarına göre sorgulayıp yargılaması.

İkincisi ise bu programlarda  görünmeyen başka iki tarafın çarpışması. O taraflardan biri, sorularıyla aslında bir yabancı gibi davranan program sunucusu ve onun  içine dahil olduğu, adına “küreselleşme” denen yeni sömürgeciler, diğeri ise  ile programın konseptine mahkûm edilmiş ulusal seyirci kitlesi.

Seyirciler için bu tip programlarda sunucu, devamlılığından dolayı, “orada olmayı hak eden”, adeta “Soruları ben sorarım!” diyen yargıç veya sorgucu konumundadır. Sorun da buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü seyirci, onların bu hiyerarşik konumlarının  , bu insanlara kendiliğinden, “doğal olarak” bir “adalet sağlayıcılığı” rolünü verdiğini en baştan kabul eder. Hal böyle olunca mesela kendisine Türk olup olmadığı sorulan sunucunun “ Solcunun Türk’ü mürkü olmaz!” demesi, mesela solcu seyircide, solculuğunun normunun bu olduğu kanaatini uyandırırken solcu olmayan seyircide de Türk kimliğinin vazgeçilebilir, reddedilebilir, ihmal edilebilir, zayıf ve geçersiz bir kimlik olduğu kanaatini uyandırır. Çünkü  o, ertesi gün söyledikleriyle seyirciye örnek, referans veya ölçü olacak “kalıcı imge oluşturucusudur”.

Türkiye’de “tarafsızlık” iddiasıyla yürütülen tartışma programlarında “tarafsızlık” şu tutuma dayanıyor. Program sunucusu, yani kalıcı imge oluşturucusu, programı herhangi bir batılı meslektaşı gibi sunuyor ve yönlendiriyor. Zaten televizyon yayıncılığımızın neredeyse tamamının batılı konseptlerle yürütüldüğü göz önüne alınırsa buna çok da şaşmamalıyız.  Ve işte asıl sorun da burada ortaya çıkıyor:

Kalıcı imge oluşturucusu sunucumuzun kendisine örnek aldığı “batılı” sunucu, bu tip programlarda saf bir tarafsızlıkla davranmadığı gibi böyle bir şeye de zaten inanmıyor. Herhangi bir Amerikan sunucusu karşısındakini sorgularken bunu bir Amerikan sunucusu olarak yapıyor,  kimliksiz bir objektif insanlık temsilcisi olarak yapmıyor.
Sanırım bir Alman söyleşi/komedi programında “kalıcı algı oluşturucusu” sunucu, referandumda, Almanlara tepki  göstererek “Evet” oyu veren çifte vatandaş   Türklere: “ Ama sevgili Türkler unuttuğunuz bir şey var: Biz Türkiye’de yaşamıyoruz, Almanya’da yaşıyoruz!” diyordu.

Atatürk’ü görmüş bir Yunanlı ile 70’li yıllarda Yunan televizyonunda yapılan bir söyleşide  program konuğu,  Atatürk’ten hayranlıkla bahsederken program sunucusu her seferinde “amalarla” onun sözlerini hafifletmeğe, alaya almağa çalışıyordu. Yani hiç de tarafsız ve objektif davranmağa gayret falan etmiyordu.

Bu ne anlama geliyor? Türkiye  özelinde, Attila İlhan merhumun “Türkiye’de basın Türk değildir!” tespitini doğrular şekilde basın, Türk dışı bir bilinci benimsemiş , sömürgelik ruhunu içselleştirmiş ve adeta köpekleşmiştir.

Ne yapılmalıdır? Bu tip programlara “konuk edilen” Türkler,( Çünkü artık ülkede, basın destekli etnik ve dini saldırılara karşı kendisini savunmak zorunda bırakılan Türkler olarak yaşıyoruz) sorgucu rolünün sunucuda olmasına izin vermemeli, sunucuya “normların” başka bir yerde olduğunu hatırlatacak sorular sorarak seyirci karşısındaki sözde kategorik üstünlüğünü sarsmalıdırlar. Şunu unutmamalıyız: Televizyondaki programların zaten hemen hepsi, Türk karşıtı biçiminde, Kürtçülük  veya şeriatçılık söyleminin algı ve tarih oluşturucusu olmak üzere yapılıyor.

Türk evlâdı, bu tip algı savaşlarına felsefi bir derinlikle hazırlanmalı ve   seyirciye kimin hangi bilinçle konuştuğunu göstermelidir.  “Tarafsızlığın” herhangi bir yabancı gibi konuşmak olmadığı seyirciye gösterilmelidir. Çünkü Türk ulusu sadece vatanını tehdit eden silahlı Kürtçü teröristlere ve şeriatçı şiddete karşı savaşmıyor. Ayrıca kendisini sürekli  aşağılayan ve reddeden bir algı oluşturucu medya örgütlenmesine karşı da mücadele ediyor.

Ne mutlu Türküm diyene!



Hiç yorum yok: