İnancın kişisel bir
kavram olduğunu düşünüyorum. Neye ve niçin inandığınız diğer insanları
ilgilendirmezken nasıl inandığınız yani inanca ilişkin ritüeller ve
davranışlarınıza yansıyan etkileri sizin dışınızdaki insanları hatta canlıları
etkiler. İnanç söz konusu olduğunda din bazlı düşünülür ki bu çoğu kez doğru
bir algıdır. Özellikle din konusuna radikal bir biçimde bağlı olan insanlar bir
süre sonra yaşama ilişkin tüm kavram ve olguları din penceresinden görmeye
başlar.
Bana göre toplumların ve
devletlerin ortak inançları din kökenli olmamalıdır. Elbette insanların ortak
idealler ve ortak bir geçmiş etrafında bir araya gelmesi ile toplumlar
şekillenir ki belki dini inançlarda bu noktada belirleyici olabilir; ancak
çağdaş dünya da yaşam tarzlarının korunması ve kişisel özgürlükler dini inanç
kavramını da kapsayıcı bir kavramlar olarak ortaya çıkmıştır.
Yazık ki dini inançları
adına terörist eylemlerin sıklıkla yapıldığı, insanların yaşama haklarının
ellerinden alındığı ve din temelli toplumsal baskının fazlası ile hissedildiği
bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu bölge tarih boyunca din ve mezhep savaşlarına
sahne olmuş ve olmaya devam ediyor. Yapılan canilikleri inanca (Söz konusu hem
dini inançlar ve bu bağlamda idealler) bağladıklarında toplumlar önünde
haklılık paylarının artacağını düşünüyor olmalılar.
Başta ifade ettiğim gibi
inanç kişisel olmalıdır ve artık inançla birlikte ahlak kavramı da
sorgulanmalıdır. Evet, toplumların ya da toplulukların dini yoktur ancak ortak
geliştirmek zorunda oldukları bir davranış biçimi vardır. Bu karşılıklı
zararsızlık ve saygı hatta empati ile temellendirilmiş olmalıdır. Uygar
toplumlarda yasalarla korunan kişisel özgürlükler ve kazanımlar, sözü edilen
toplumsal değerler ile de korunmaktadır.
Orta Doğu coğrafyasında
toplumsal davranış ve yaşayış biçimleri bile din bağlamında şekillenmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, laik devlet anlayışını temel edinerek on yıllar boyu fark
yarattı. Öyle ki insanların, dışarıdan bakıldığında inançları hakkında ön bilgi
edinmek mümkün değildi. Bu gün, bu anlaşılır hale gelmiştir. Tabii, diğer
taraftan kişisel özgürlükler adına kişilerin istedikleri gibi giyinme, örtünme
ve inanma hakları vardır. Bu noktada kişilerin haklarını koruyan devlet
mekanizmasının laik olması önemlidir. İnanç, inançsızlık ya da laiklik, bu kavramların
koruyucusu yasalar olmalıdır. Ve bu yasaların uygulanışı, adalet, toplum
baskısı ile değil, çağdaş dünyaya ait normlar ile gerçekleştirilmelidir.
Başkent Ankara, son
yıllara kadar, din kökenli terörist saldırılara ve anti laik görüntülere hiç bu
kadar maruz kalmamıştı. Çağdaş Türkiye’nin insanlarının varlığının göstergesi
idi; terörist saldırılar ve din kökenli mahalle baskı nedeniyle laik yaşam tarzına bir tehdit oluşabileceği hatta oluştuğu fikrinden dolayı kendimi huzursuz hissediyorum. O yüzdendir ki artık, dini inançlarım
sorulduğunda sessiz kalma hakkımı kullanıyorum. Dini adına işlenen cinayetler
ve kısıtlamalar sona ermedikçe, sorgulamaya ve de bu şekilde davranmaya devam
edeceğim.
1 yorum:
Tabii bu da ayrı bir ironi. Sağ olsun yazarımız, sesini böyle duyurmuş.
Sesini her zaman duyurması dileğimizle...
Yorum Gönder