Sıra Kimde?
Ankara’da Batıkent Carrefour,
alışveriş merkeziyle birlikte kapandı.
Üstelik sadece İstanbul Yolu
üzerindeki AVMsini kapatmadı, metro son
durakta henüz devraldığı bir başka
mağazasını da kapattı.
Bu ne anlama geliyor?
En başta Batıkent’in büyük bir merkezden yoksun
kalması anlamına geliyor. Çünkü Carrefour
Batıkent ahalisine yalnızca market olarak hizmet vermiyordu, içindeki
mağazalarıyla da büyük bir sosyal çeşitlilik sunuyordu.
Ülkemizin yaşadığı çok çarpıcı
toplumsal dönüşümle Carrefour’un Batıkent’ten çekilmesinin bir ilgisi olabilir
mi?
Bunun için sanalağda pek kısa
süren bir araştırma yaptığımda, mesela İzmir
Carrefour’un da kapandığını gördüm.
Batıkent’e dönecek olursak…
Şunu belirtmekte fayda var ki
Carrefour’un kapanmasıya birlikte alkollü içki satılan büyük bir merkezin ortan kalktığını
görmeliyiz. Yerel büfelerde de alkol
satışının çok keyfi şartlara bağlandığı, hatta büfe ruhsatlarının alkolsüz satış şartına keyfi şekilde bağlandığı
söyleniyor.
Böyle bakıldığında Batıkent’te alkollü
içki satışının neredeyse ortadan kalktığını söyleyebiliriz.
Bazıları alkollü içkinin gerekip
gerekmediğini sorabilir. Buradaki sorun, içkiyi kendince bir gereklilik olarak
kabul edenlerin artık var olup
olamayacağıdır.
Laik bir toplumsal düzende
insanların ilişkileri alışveriş alışkanlıkları vs dine göre sınırlandırılamaz.
Oysa bugün Ankara’nın büyük bir
kesimi neredeyse alkolsüzleştirilmiş durumda..
Bunda Batıkent ahalisinin profili
etkili midir? Evet, olabilir. Batıkent artık orta altı gelir sahiplerinin,
emeklilerin yaşadığı bir yer haline gelmiştir ve bu kesimin alım gücü belki de
Carrefour gibi bir alışveriş devini yaşatmağa yetmemiştir.
Ama bir başka sorun var ki o da
alkolsüz içkiler satan daha ziyade
dindar kesime hitap eden zincir marketlerin Batıkent’te adeta viral bir hızla
yayılması, serpilmesi ki bunlardan biri özellikle dini bayramlarda iğne atsanız yere düşmeyecek denli kalabalık
olabiliyor.
Bazıları bu dindar marketlerin,
müşteriyi ücretsiz servislerle çektiğini söylüyor ki bu da şüphesiz bir cazibe
sebebidir. Peki ama Carrefour da aynı hizmeti verirken neden aynı cazibeyi
sürdürememişti?
Carrefour’a parası yetmeyen
müşteri nasıl oluyordu da dindar
marketleri hınca hınç doldurabiliyordu?
Söz konusu olan dindar
marketlerle veya perakendecilerle Carrefour arasındaki fark bir medeniyet
farkıydı. Carrefour geniş bir ürün yelpazesi sunmakla kalmıyordu. Müşteri
ilişkileriyle, eğitimli personeliyle,
sunumuyla “kurumsal bir batılılık” sunuyordu.
Oysa dindar perakendecilikte ucuzluktan başka bir özelliği olmayan, ortaya
atılmış malların, kapışma usulüyle satışı söz konusu. Bu dindar perakende
mağazalarına girdiğinizde, insanların gerek müşteri gerekse personel olarak tutumlarından, malların raflara
yerleştirilmesine kadar her yerde bir ilkellik görüyorsunuz.
Şunu anlıyorsunuz ki bu marketlere gelenler fakirler değil, çünkü ilgili marketlerin
otoparkları da alabildiğine dolu oluyor.
Kapitalizme bir eleştiri olsun diye yekten Marksist bakış açısıyla sorunu anlamak
mümkün değil. Gerçi Marksizmle hiçbir şeyi anlamak mümkün değil ya…
O halde hemen hemen aynı malları
birbirinden çok da farklı olmayan fiyatlarla sunan perakendecileri birbirinden
ayıran neydi? Sanıyorum ki bu müşteri
tercihiydi. Ama bu tercih mallar ve fiyatlarıyla ilgili olmadı.
Burada etkili olan şey müşterini “uygarlık
tercihi” oldu. Müşteri kitlesi, anlaşılan o ki alkolsüz, tesettürlü kadın personel çalıştıran
- ki artık yaygınlaşan dindar perakendecilikte
kadın personelin görece azlığı ve kadın personelin giyiminde
yaygınlaşana kapalılık dikkat çekici- mağazalara yöneliyor.
Alım gücü yerinde bir kitle için
artık görünen o ki sunumun,
çeşitliliğin, özgürlüğün ( alkol), kurumsallığın bir önemi kalmamış.
Carrefour kendi içinde bir ayak üstü atıştırmalık bölümü yapmıştı. Böylece müşteriler hem alış veriş
edebiliyor hem de mağazayı “içselleştirebiliyordu”. Ama bunu yaparken
kendilerini “seçkin” de hissediyorlardı. Batılı bir kurumsallığın bir parçası oluyorlardı.
Batıkent’in dindar zincirlerinden
biri de aynı hizmeti vermeğe başladığında ilgili marketin yemek bölümüne
girmekten açıkça tiksinmiştim. Çünkü belli bir alışveriş yapana indirimli ya da
bedava yemek dağıtılan o bölüm bir tür imarethane gibi çalışıyordu ve insanlar
bu havaya uyarak kendilerini bedava yemeğe muhtaç fakirler gibi görüyorlardı.
Gerçek fakirler ortada yoktu ama
az önce yüz liralık alışverişi rahatlıkla yapan müşteriler, bedava dağıtılan
bir kap yemek için birbirinin üstüne çıkabiliyordu.
Carrefour müşterisinin birbirine
ispat edeceği bir şeyi yoktu. Kimisi
bekâr işi ucuz bir alkol keyfi için bira
kimi de hatırlı misafirlerini ağırlamak için Kaliforniya şarabı
alabiliyordu. Carrefour, kurumsal olarak, bireysel müşteriye hitap ediyordu.
Oysa dindar perakendecilik açıkça,
sürü halinde yaşamak istediğini belli eden, birbirlerinin alışveriş sepetlerini
sürekli kollayan, belli bir alış veriş ve hayat alışkanlığına sahip olduğunu
birbirine sürekli göstermeğe çalışan bir kitlenin “ibadethanesi” gibi oldu.
Böylece şeriat isteyen kitle bu ibadethanede ortak alışveriş alışkanlıklarını
tekrarlayarak kendi onayını kendisi
geliştiriyor.
Özetle Carrefour’un gidişi,
toplumsal şeriat saplantısının, müşteri tercihi yoluyla uygarlığı hayatımızdan
kovuşu anlamına geliyor. Bunun bir adım ötesi yeni siyasi söylemle “talepten
dolayı” artık şeriatın resmileşmesi
olabilir.
Bu arada, alkolsüz içecekler
alarak birbirlerine Müslümanlıklarını kanıtlamak için debelenen kitlenin marketinde, yılbaşında “uğurlu kırmızı kadın
külotu” satılan reyonun dolu olduğunu da belirtelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder