13 Mayıs 2010 Perşembe

Milletsiz Vatan Vatansız Vatandaşlık




Bir etnik ırkçı milletvekili “Burada milliyetçilik yapmak hakkını kimse size vermiyor!” diye bağırıyordu TBMM kürsüsünde. Bunu diyen milletvekili, etnik ırkçılığa demokrasi koruması isterken milliyetçiliği ayrımcılık olarak görmeyi tabii karşılıyordu.

O halde ya TBMM’nin kuruluşunda bir yanlışlık vardı yahut da etnik ırkçı “milletvekilimiz” henüz millet denen varlığı idrak edebilecek medeni seviyede değildi…

Türkiye Büyük Millet Meclisi “milletin” meclisidir. Millet nedir o halde?
Millet, bir hukuk çatısı altına kalmak iradesi ile kendiliğinden merkezi bir kültür etrafında benzeşmiş kavimler cem’idir.

Burada, iradî olan hukuk birliğini tesis etmektir, benzeşme ise “kendiliğinden” meydana gelen bir bütünleşme sürecidir.

Etnik ırkçı milletvekilimiz, köyünün dışındakileri kurtla, kuşla bir tutup düşman belleyen aşiret insanının mantığından ötesine maalesef sahip olamadığından olsa gerek süreci tersten okumayı ve bu uğurda teröre sapmayı kendine “demokratik hak” olarak gören bir partide sözüm ona siyaset yapıyor.

Benzeşmeyi engellemek ve kendi kapalı toplumlarının değişimini durdurmak için kendilerini her türlü siyasi ve hukuki birlikten ayırabilmeyi bir tür “demokratik hak” olarak kabul edebiliyorlar…

İşin garibi, bu garabete en başta karşı çıkması gereken liberallerimiz, temel hakların terör yandaşlarınca sömürülmesine ses çıkarmadıkları gibi, “sorunun çözümünün” onların istediği gibi olması gerektiğini de savunabiliyorlar. Yani sosyal kendiliğindenliği yasama icatlarıyla yok etmek istiyorlar.
Etnik ırkçılık, kendisinin etnik kabul ettiği grubun homojenliğinin korunmasını, asimilasyona karşı direnç gibi gösteren içe kapanmacı, ilkel ve vahşi bir tepkiden başka bir şey değildir.
Çünkü ne iradî olarak gerçekleşen hukuk biriliğinin soyut kabulünü ne de bu kabulün yarattığı çeşitliliklerin bir ortak paydada benzeşmesi sosyolojik gerçeğini idrak edebilmektedir.

Bilhassa millet adına düşmanlıkları ile temayüz eden liberallerimizin, milletin olmadığı, yok sayıldığı bir memlekette, etnik denen grupların, etnik farklılıklarına göre farklı yasama düzenleri oluşturmalarını, liberal kuramın neresine uydurabildiklerini sayısız defalar sorduk ama hiçbir cevap alamadık.

Çünkü liberallerimizin en okumuşları bile hukuk yoluyla sosyolojiyi inkâr edebileceklerini sanmaktadır. Neden liberallere bu kadar vurgu yapmaktayız? Çünkü “temel haklar” sorunsalı sosyalizmde değil, liberalizmde anlamlıdır. Çünkü temel hakların sömürüsü liberal terminoloji ile yapılmaktadır.
Dünyada, büyük devletlerin icadı olmayan harita devletleri hariç ütün devletler bir kurucu milletin varlığına dayanır ve o milletin temsil organı ile yasama faaliyetleri yürütülür.

Dünyada bütün devletlerin temsil organında o milletin varlığını temsil den bir bayrak asılıdır.
Dünyada bütün devletlerin temsil organlarında devleti kuran egemen milletin dili ile yasama faaliyeti yerine getirilir ve vatandaşlık kavramı, o toprağı “vatan” haline getirmiş milletin adıyla nitelendirilir: Alman vatandaşı, Fransız vatandaşı, İngiliz vatandaşı, Japon vatandaşı vs…
Neden böyledir?

Bunu bir ahlâkî bir de faydacı sebebi vardır:
Ahlâkî sebep toprakları “vatan” haline getiren milletleşmiş toplumun kendi dilini, örfünü ve kültürünü kendi bildiği gibi yaşaması hakkını kazanmış olmasıdır.

Faydacı sebep de dil, örf ve kültür biriliğinin, toplumsal bütünleşme ile “işlem maliyetlerini” düşürmesidir.
Dolayısıyla dünyada kendi devletini kuran milleti inkâr eden hiçbir “ nötr” vatandaşlık tanımı yoktur!

Yüzlerce topluluğa ait insanı barındıran ABD’de dahi İngilizce ve Anglosakson kültürel temeli üzerinde yaşanan benzeşme ile milletleşme süreci tamamlanmıştır. ABD’de Amerikalılığı tanımlayan değerler ve kuralları ihlal ederek, bunları yok sayarak ne temsilciler meclisine girebilirsiniz ne de vatandaşlık haklarından yararlanabilirsiniz. Hele temsil makamında yer aldığınız bir meclisi “düşman” olarak kabul etmeniz büyük ihtimalle “başka bir hükümete veya krala bağlılık göstermeyeceğinize” dair vatandaşlık yemininizi ihlal sayılacaktır.
Oysa bugün bir hukuk çatısı altında milletleşmemizin aracı olan meclisimizde, bir “vekil” milletimize duyduğumuz sevgiyi, onun değerlerine bağlılığımızı ve onu öncelememizi bize yasaklamaya kalkabilmektedir.

Anayasal vatandaşlık tartışmaları da bu açıdan son derece gülünç ve saçmadır. Vatandaşlığı, vatanı vatan haline getiren milletten ayırarak tanımlamaya kalkmak demek, millet gerçeğini inkâr ederek adsız, niteliksiz, sahipsiz bir bürokrasi aygıtı yaratmayı istemektir. Bu devletin anlamını içinden çekip almak, onu boşaltmak, yıkmaktır.

Vatandaşlık, bir vatandan dolayı var olan bir beraberlik ve benzeşmenin adıdır. Eğer bir milletten bahsedemezsek, bir toprağın “vatanlığından” da bahsedemeyeceğiz demektir. Bu durumda vatan olmayan bir toprak üzerindeki hukuk birliğinin de altını boşaltmış oluruz. Çünkü hukuku tesis etmeye çalıştığımız yargı organının bütün hükümlerinin altında “Türk Milleti” adına ibaresi vardır.

Neden? Çünkü o mahkemelerin herkesin her zamanki husumetine karşı yegâne hüküm verici olması yönünde verilen ortak kararın sahibi olan toplum “Türk” adını almıştır da ondan!
Dolayısıyla Türk Milleti’nin meclisinde vekillerin herhangi bir faydada kendi milletlerini öncelemeleri, kararlarında milletin faydasını düşünmeleri, milletlerini sevmeleri yani milliyetçilik yapmaları işlerinin gereğidir!


Etnik ırkçı siyasetçiler, artık sosyolojik gerçeğin ve millî egemenliğin düşmanlığının demokrasinin gereği olmadığını anlamalılar. Bu konudaki anlayışsızlıklarında ısrar etmeleri durumunda milletin temsil makamından uzaklaştırılmaları ve hatta vatandaşlıktan çıkarılmaları, etnik ilkelliklerine verilecek en doğru cevap olacaktır.





Hiç yorum yok: