Türkiye’deki etnik ırkçılar, Kürt’lerin dili ve ırkı farkı bir “halk” olmalarından dolayı kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olduklarından bahsetmektedirler.
Burada kullanılan “halk” terimi tamamen Marksist terminolojiye aittir. Gelin görün ki Marx’ın kullandığı sosyo-ekonomik anlamda kullanılmamakta, içeriği, bağlamı ırkî ve lisanî farkla doldurulmaktadır.
Etnik ırkçılar birinci mecliste kendilerine verilen özerklik sözünde durulmadığını iddia ederek şimdi özerklik ve bağımsızlık talep etmektedirler.
İşin tarihi boyutu göstermektedir ki Kürt etnik ırkçılığı asla millî mücadelemizin yanında yer almamış, daima diğer büyük devletlerin dümen suyunda, kendi feodal özerkliğini bir bağımsızlığa dönüştürmeye çalışmıştır. 1. Dünya Savaşı’nda askerlik yükümlülüğünü yerine getirenler bahane edilerek herhangi bir hak talebinde bulunmak saçmalıktır. Çünkü bunlar zaten Türk taabiyetini kabul etmiş, vatandaşlık sorumluluğunu yerine getirmiş Kürt kardeşlerimizdi.
Osmanlı’nın yıkılışı ile birlikte Türk Milleti, millî varlığının tanınması ve bağımsız bir devlet bünyesinde milletleşme sürecini bağımsızca yürütebilmek için İstiklâl Harbi’ni vermiştir. İstiklâl harbi’nin bir Türk millî mücadelesi olduğu en başında beri hep bilinmiş, Lozan’da azınlık sayılmayan Müslüman azlık grupların da Türk milletleşmesi içinde yer alacağı herhalde en başından kabul edilmiştir.
Millî mücadele “Türk ordusu” eliyle ve “Türk Bayrağı” gölgesinde yürütülmüştür. Millî mücadelenin bütün unsurları bu iki merkez etrafında birleşmiştir.
Dolayısıyla, Türk Milleti adına yürütülen ve bedeli ödenen bir galibiyetten sonra “Bizim de payımız vardı!” diyerek bir talepte bulunmak hiç kimsenin hakkı değildir.
Kaldı ki söylenenler doğru bile olsaydı, Kürt’lerin kendilerini bizden ayırmak haklarından bahsedemezdik.
Zira Türkiye Cumhuriyeti, bünyesindeki hiçbir farklı toplumsal gruba farklı bir yargılama usulü, farklı bir siyaset yapma usulü veya vatandaşlık haklarında bir ayrımcılık uygulamamıştır.
Kürt’lerin ifade hürriyeti ile ilgili kısıtlamalar hatırlatılacak olursa eğer, etnik Kürt ırkçılığının daha 19. YY’ın ortalarından itibaren yürüttüğü silahlı silâhsız bölücülük hareketinin bu hakkın istismarına nasıl örnek oluşturduğunu hatırlatmak isteriz.
Bütün olumsuz tarihî örneklerine rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nde zaman zaman uygulanan ifade hürriyeti kısıtlamaları hariç, asla milletleşme sürecinden vazgeçilmemiş, hukuki bütünlük korunmuştur. Eğer darbelerin adaletsizlikleri bahane edilecek olsaydı ülkede herkesin devlete isyan etmesi gerekirdi.
Bu gün etnik ırkçı Kürt siyasetçiler, sorgulamaya , meclisin yani Türk millî egemenliğinin temsil organının makam arabasıyla götürülebilmekte,, bütün Türk vatandaşları, etnik aidiyetlerine bakılmaksızın, mülkiyet ve hayat hakkından yararlanabilmektedir. Bundan daha doğal da bir şey olamaz. Eğer Kürt kardeşlerimize karşı bir etnik ayrımcılık uygulanıyor olsaydı, mahkemelerimizde onların ayrımcılığa uğramak, devlet hizmetlerinden yararlandırılmamak, seyahat edememek, mülk edinememek, iş kuramamak gibi durumlar söz konusu olurdu.
Bugün hiçbir etnik ırkçı siyasetçi, hapishaneden çıkıp da siyaset yapmak hakkına sahip olduğu bir memlekette ayrımcılığa uğradığından bahsedememeli.
Bugün etnik ırkçı siyasetçilerin ve maşası oldukları terör örgütünün bütün tahriklerine rağmen Kürt kardeşlerimiz milletleşme sürecimize dahil olmuşlardır. Ülkenin her yanına yayılmış, mülk edinmişlerdir, Ülkenin her yanında rahatça tahsil görmekte, sağlık hizmetinden yararlanmakta, devlette istihdam edilmektedirler.
İfade hürriyeti kısıtlamalarına de gayet bol dezenformasyon mevcuttur. 1980 darbesinden hemen sonra Ankara’nın göbeğinde Bahçelievler 7. Cadde’de “Rızgari” ve “Welat” dergileri gayet serbestçe satılabilmekteydi.
Olaylar etnik ırkçı siyasetçilerin ve destekledikleri teröristlerin bahsettiği gibi değildir. Yukarıda bahsettiğimiz bütün durumlardan dolayı Türkiye’nin bir bölümünün Türk egemenliğinden ayrılmasından bahsetmek açıkça ihanettir. Çünkü bahsedilen bütün hukukî kurumlar Türk millî egemenliğinin kurumlarıdır. Bu kurumlardan yararlanarak siyaset yapmak zaten onların varlığını ve meşruiyetini zımnen kabul etmektir.
Dolayısıyla etnik ırkçılık, bütün mazeretlerini kendisi geçersiz kılan, kendi kuyruğunu yemekle meşgul hastalıklı bir yaratık gibidir.
2 yorum:
O mazeretleri ileri süren kürdofillere kızıyorum ben asıl.
Yani hiç bir kavramın hiç bir bağlamı yok! Kavramlar havada savruluyor, yerli mi yersiz mi savruluyor, kimsenin umursadığı yok!
Yorum Gönder