13 Mart 2010 Cumartesi

Hukuksuz Devlet Ruhsuz Beden


Ülkemizde kurumlar arası çatışmadan bahsedip duruyoruz.
Yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız ve bir birine denk üç diktatör gibi görmek bu yanlış kavrayışın temel sebebi.

Ülkemizde hukuk, bir mevzuat yığını ve yargı profesyonellerinin kanundan bağımsız kullanabildiği takdir yetkisi haline gelmiş vaziyette.

İktidar partisinin anayasa değişikliğini, Anayasa Mahkemesi’nin açıkça yetkilerini aşarak esastan bozması ve bu kararın kabul edilmesi ülkemizde hukukun ne derece geri bir anlayışla uygulandığının çok tedirgin edici bir örneği idi.
Buna mukabil iktidar, halktan aldığı geçici rızayı, kararlarının ve uygulamalarının doğal meşrulaştırıcısı olduğu kanaatiyle pot üstüne pot kırıyor.

Milletimiz iktidara, “yerindelik” belirleme yetkisi vermemiştir. Milletimiz iktidara, kendi adına kurumları, hukuka uygun olarak işletmek yetkisi vermiştir.
Bunu söylememizin sebebi de demokratik hukuk devletlerinde seçilmiş iktidarların halkın oyunun da üzerinde ve kendisine her adımda mutlaka müracaat edilmesi gereken hukuk ilkeleri ve kurallarıyla sınırlanmış olmasındandır.

Bunun yanı sıra, hükûmetler, toplumsal yapı ile oynamak, onu kendine göre yorumlayıp düzenlemek gibi bir yetkiye de sahip değildir. İktidarlara toplum mühendisliği yapsınlar, kendi takdirlerince yeni bir toplum yaratsınlar diye oy verilmez. İktidarlar, kendi memleketlerinde, hukuka temel teşkil eden örflere ve o örfün sahibi milletin değerlerine saygı ile de kayıtlıdır.

Türkiye’de iktidarın kendinde megalomani seviyesinde bulduğu hikmetle iktidar sarhoşu olmasının sebebi işte bu kayıt ve şartlardan bihaber olmasındandır.
Mevcut iktidar, kökenini halktan almakla beraber maalesef, ilkelerle kurallarla sınırlı ve farklılıklarını bu ilkeler ve kurallar içinde yaşayan bir şehir toplumundan gelmemektedir.

Bu sebepten dolayı da “farklılıkları” ilkelerin ve kuralların üstünde tutmakta farklılıklarla ilgili sağlam bir hukukî bakış geliştirememektedir.
Mevcut iktidar, gençlikleri, kendileri gibi olmayanları “kâfir”, “günahkar”,” münafık” vs olarak görüp de farklılıklara öfke kusmakla geçmiş bir neslin olgunluk dönemi haline dayanmaktadır.

Bundan dolayı da mevcut iktidar mensupları, farklılıkların zenginliğinden vs. bahsettiğinde aslında, geçmişinde farklılıklara duyduğu kin ve öfkeden dolayı yaşadığı dışlanmışlığın intikamını almaktan bahsetmektedir. Yoksa hakikatte kendisi, hâlâ kendisine benzemeyenden ciddi şekilde nefret etmektedir. Bunun en düşündürücü belirtisi de iktidar üyelerinin, kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı ölçüsüz tepkileridir. Hâlbuki bu eleştiriler, iktidar olmanın bedelidir.

İşte Türkiye’de yasama ve yürütme organlarını elinde bulunduran zihniyetin, kapalı, köy uzantısı- gecekondu kökenli dağarcığı yüzünden ve bunun yanı sıra maalesef yargının kendini “bürokratik mensubiyet bilincinden” kurtaramamış olmasından dolayı, devletimiz “hukuka” dayalı şekilde çalışamamaktadır.

Yasama- yürütme ve yargı maalesef hukuku, “kanunların kendisine uyması gerektiği bir öz veya ideal” olarak görmemekte meseleyi mevzuat teknisyenliğine indirgemektedir.

Hal böyle olunca yargı erki kendisini bir tür “alternatif iktidar” gibi görmekte, seçilmişlerden tamamen ayrı ve dokunulmaz bir yapı içine kendini sokmak istemektedir.
İşin kötüsü Türkiye’de bütün “kurumlar” kendilerini dokunulmaz, değiştirilmez bir şey haline getirmeye çalışmaktadır.
İktidarın durmadan aldığı oy oranına atıfta bulunmasının sebebi de budur. İktidar bu tarzıyla insanların kendilerinin yapıp kendilerinin taptığı bir put haline gelmeye çalışmaktadır.

İktidar, hukuku hayatı kesip biçen bir tür teknisyenlik olarak gördüğü içindir ki kendisini “savcısı” ilan ettiği bir davada, masumiyet, suçun şahsiliği, şüpheden yararlanmak gibi ilkeler rahatlıkla göz ardı edilebilmektedir. Veya suç ihtimali kuvvetli şüphelilerin salıverilmesi gibi garabetlerin hükûmet desteğiyle yürütülmesi dahi eleştirilememektedir.

Mevcut şartlar altında Türkiye’de devlet, sadece onun faaliyet organı olan yasama, yürütme ve yargının fizikî varlığından ibarettir. İhtiyacımız olan şey ise bu organların birer zombiye dönüşmeden önce hukukun ruhuyla bilinçlenmeleridir. Yani temel haklara tam ve kesin bir riayette hiç kimsenin ayrıcalıklı olmadığı bilinciyle…



Hiç yorum yok: