Facebook, inanılmaz bir iletişim ortamı olarak balıklama daldı hayatımıza. İlkokul arkadaşlarımızı bulmanın ötesine taşan bir ifade imkânı sundu hepimize.
Sosyalleşme maliyetini düşürdü, iletişimi muazzam hızlandırdı.
Bunun yanı sıra ifade hürriyeti ile ilgili sorunların da hızlı şekilde ortaya çıkmasını sağladı.
İfade hürriyeti ile ilgili ilk akla gelen şey devletin keyfi sınırlamalarıdır ve buna karşı çıkmak hepimizin sorumluluğudur.
Buna mukabil, asıl göze çarpmayan şey ifade hürriyetine ferdî bakışlarımızdı ki bu, aynı zamanda ifade hürriyetine bakışımızın toplumsal karakterini de temellendiriyordu.
Facebook fikirlerin gruplar halinde ifade edilmesinde çok etkin şekilde kullanılır oldu ve hemen herkes bir şeyleri ifade etmenin birinci aracı olarak sayısı kalabalık gruplar kurmayı kendine hedef olarak seçti.
Facebook’ta grup kurmak bir çeşit histeri halini aldı… Fikirlerin meşruiyetinin, grupların karabalıklığından kaynaklandığı kanaatinin neredeyse toplumun genelinde hâkim olduğunu Facebook bize gösterdi.
Bu da bizim toplumumuzda aslolanın fikir değil de yığılmak olduğunu, toplumumuzun bir cemaatler birikintisi olduğunu açıklıyordu aslında. Birikinti demenin bir sebebi var: Bu cemaatlerin birbirlerini dışlayan, birbirlerini tanımayan kümeler olduğunu anlatmak için kullanıldı.
Dolayısıyla böyle bir toplumda fertten bahsetmek açıkça anlamsızdı. Fertten bahsetmenin önem arz etmemesi fikirlerin önem arz etmemesi anlamına geliyordu ki ferdin varlığının bizatihi değeri, onun kendini ifade edebilmesinden yani beynindeki elektrik sinyallerini ortaya koymasından kaynaklanıyordu. Aksi takdirde onun herhangi bir sansardan, kediden veya mimozadan bir farkı yoktur.
Peki ama bu bahsettiklerimizin ifade hürriyeti ile ilgisi nedir?
Facebook birbirinden çok farklı fikirlerdeki arkadaşlarımızın hepsinin, kendi kişisel sayfamızda kendi fikirlerini ortaya koymasına izin veren bir ortam da sunuyor bize.
Bu açıdan bakıldığında bir insanın arkadaş çevresinin genel fikrî eğilimi hakkında onun kişisel sayfası doğrudan ve birebir bilgi sunuyor.
Facebook öyle bir ortam ki kendi kişisel sayfamızda paylaştığımız her fikir doğrudan , eğer bir filtreleme işlemi yapılmamışsa, kendi arkadaşlarımızın sayfalarında da görülüyor. Facebookun ifade hürriyetine getirdiği en büyük katkı bu. Böylece varlığından haberimizin bile olmadığı bazı kişileri arkadaşlarımızın arkadaşları olmaları sebebiyle tanıyabiliyoruz.
Bu açıdan Facebook bizi bizimle baş başa bırakarak iletişimimizi kendi başımıza şekillendirmemizi sağlıyor.
Sorun şu: Biz bu iletişimden gereği gibi yararlanabiliyor muyuz veya iletişimin bu şekilde gelişmesinden memnun muyuz?
Kendi kişisel tecrübeme dayanarak söylemeliyim ki bu soruları “evet” diye cevaplayabilmemiz imkânsız.
İnsanlar kendi sayfalarında fikir paylaşmak hususunda kesinlikle son derece özgürlükçü. Bundan daha doğal bir şey olamaz çünkü zaten herkes en kısa zamanda fikrini arkadaşlarına ulaştırmak istiyor. Kendi fikirleriyle dünyayı şekillendirmek istiyor. İkna etmek, onaylanmak istiyor…
Gelin görün ki kendi fikirlerini başkalarının kişisel sayfasında öylece belirivermesini doğal kabul edenlerimizin çoğu, paylaşılan fikirlere veya esere eleştiri gelmesini pek de memnuniyetle karşılamıyor.
İşte ifade hürriyetine karşı toplumsal bakışımız da burada iyot gibi ortaya çıkıveriyor.
Bazılarımız bazı arkadaşlarının fikirlerini veya paylaşımlarını, filtreleyerek engelliyor ve soruna kendilerince çözüm buluyor. Tabii burada fikirlerini ve paylaşımlarını istemediklerini belli olmayacak şekilde engellemekle o insanı reddetmek arasında ne gibi bir fark olduğu sorusu vicdanlara hiç sorulmuyor. Bu durumda yapılması gereken nedir? Bu durumda eğer kişisel bir red var ise açık karşımızdakine bunu söyleyerek onu listemizden çıkarmak ve ondan gelen hiçbir şeyi de kabul etmemektir.
Bazılarımız da gelen eleştirileri, yorumları siliyor. Tabii bu daha çocukça bir şey… Zira ortaya atılan bir fikrin yüzlerce kişinin ekranında belirmesini yaratacağı etkileri düşünmeden isteyip sonra gelen cevapları silmek özünde ifade hürriyetine inanmamak demektir. Bu daha da kötüsü insanın varoluşuna karşı olmak demektir ki zaten faşizm, sosyalizm gibi toptancı ve baskıcı rejimlerin özünde hep bu ortak payda vardır.
Çocukluk şüphesiz masumiyeti açısından özlenir bir dönemdir. Ama öte yandan başkasına zarar verip vermemekle ilgili o ham bencilliği yüzünden dikkat de edilmesi gereken bir dönemdir.
Facebook’un ortaya çıkardığı gerçek sanırım o ki biz henüz bir yetişkinler toplumu değiliz. Konuşmayı seven ama yorumlanmayı ve eleştirilmeyi sevmeyen, etki etmeyi seven , etkilenmekten hoşlanmayan, benzerlerinden hoşlanıp farklılıklara tahammül edemeyen bir çocuk cemaatleri toplumuyuz.
Facebook kendi kişisel sayfalarımızla bize sanal bir fikrî mülkiyet alanı veriyor ve biz bu alana saygı konusunda hiçbir fikre sahip değiliz. Çünkü mülkiyeti kullanmanın sorumluluğu hakkında hiçbir fikrimiz yok! Çünkü başkalarının mülkiyeti ile ilgili yarattığımız dışsallıkların ciddiyetini idrak edemiyoruz.
Facebook toplumsal psikolojimizin geriliğini ve maddi geri kalmışlığımızın fikri kökenini anlamakta bize çok ciddi ve aydınlatıcı toplumsal veriler sunuyor. Zihni gelişmemiş bir toplumun ifade tarzlarının bir hulasasını ve halitasını enfes biçimde ortaya koyuyor. Görünen o ki ifade hürriyeti bizim toplumumuz için gerçek bir değer değil. Böyle bir toplumda demokrasi ancak sayısal çoklukların bir savaşı şeklinde yürüyebilir ki darbelerin ve etnik terörün hangi toplumsal şartlarda şekillendiği hâlâ anlaşılamıyorsa her şey için çok geç demektir.
2 yorum:
Bu söylediklerinize katılmamak mümkün değil.Hepimiz aynı kültür ürünü olduğumuz için,bahsettiğiniz tavırları koyabiliyoruz.Haklısınız.
Hakka dair anlayışımızın bu kadar geri olması esef verici... Yorum için teşekkürler Selcen Hanım...
Yorum Gönder