26 Mart 2010 Cuma

Düşmandan Vatandaş Olmaz



403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte “Vatana bağlılıkla bağdaşmayan eylemler” başlığı altında Türk vatandaşlığının kaybına sebep olan eylemler sıralanmış.

Aynen aktarıyorum:

Madde 36 - Aşağıda gösterilen eylemleri sabit olan kişilerin Türk vatandaşlığını kaybettiklerine Bakanlar Kurulunca karar verilebilir:
….
c) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin her türlü hizmetinde hükümetin izni olmaksızın ve (b) bendindeki karar ve tebliğe lüzum kalmadan kendi istekleri ile çalışmaya devam edenler,
ç) Türk vatandaşı olarak yurt dışında bulunup da muvazzaf askerlik görevini yapmak veya Türkiye'nin savaş haline girmesi üzerine yurt savunmasına katılmak için elçilikler, konsolosluklar veya hükümetçe yetkili kılınmış diğer makamlar tarafından usulen yapılacak çağrıya mazeretsiz olarak üç ay içinde icabet etmeyenler (Usulen yapılacak çağrı Türk kanunları ile ilgilinin oturduğu yabancı memleket mevzuatının tesbit ettiği şekillerde, mazeret de askerlik kanunları çerçevesi içerisinde düşünülecektir,)

Dağdaki teröristler Türkiye Cumhuriyetine açıkça savaş ilân etmiş düşmanlardır. Dolayısıyla c bendinde belirtilen durumdan daha ileri bir halde ve açıkça yasadışıdırlar. Yasanın belirttiği sınırların dışında, açıkça Türk yargısını, hükümetini ve yasamasını reddetmektedirler.
Gelelim ç bendine. Başta bebek katili olmak üzere dağda pek çok asker kaçağı terörist bulunmaktadır ve zaten “düşman” olmalarından ayrı ç bendi gereği vatandaşlıktan çıkarılmaları gerekmektedir.

Maalesef hukuk felsefesinin lüzumsuz bir ders olarak okutulduğu memleketimizde “Kanunla tanımlanmamış suçtan dolayı ceza verilemediğinden” her suç da güncel olarak tanımlanamayacağından bu absürd felsefesizlik hali teröristlerin ve onların işbirlikçilerinin işine yaramaktadır.
Vatandaşlığın elde edilmesi ile ilgili yolların varlığı, vatandaşlığın “kayıtsız şartsız” korunacağı anlamına gelmez.

Temel haklarımızın korunması ile ilgili teminat nasıl başkalarının temel haklarına saygımızla kayıt altına alınmışsa, Türk kanunlarının korumasından yararlanmak da Türk egemenliğinin organlarına bağlılık kaydıyla kayıtlıdır.
Çünkü “sorumsuz yetkililik” diye bir şey ancak Tanrı’ya aittir.
Bir ülkenin egemenliğine karşı girişilen her türlü eylem o ülkeye karşı “düşmanlıktır”.

Düşmanlık bir savaş sebebidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik organlarına bağlı kalarak yürütülen eleştiriler, vatandaşlığın gereğidir ve bu organların temel haklara saygı dairesinde çalıştırılması talebine dayanır.

Hiçbir Türk vatandaşı, millî egemenliğin organlarını reddederek politika yapamaz. Bu, işin tabiatıyla çelişmektir. Egemenliğin üzerlerinden yürütüldüğü organları yok saymak demek, millî egemenliği yok saymak demektir ki bu şiddet içersin veya içermesin doğrudan doğruya düşmanlık ve vatana ihanettir.

Dolayısıyla bir eylemin vatana bağlılıkla bağdaşıp bağdaşmadığını mutlaka kanun metninde yer alan listeye bakarak değerlendirmemiz gibi bir mecburiyet yoktur.
Eylemin Türk millî egemenliğini tanıyıp tanımamak noktasında nerede olduğuna bakılarak hüküm verilebilir.


Pratik bir örnek verilecek olursa:
Nevruz eylemlerinde açılan “ işgalci TC Kürdistan topraklarından defol!” ifadesiyle açılan pankartta, pankartı açan kişiler Türk millî egemenliğinin yürütücüsü Türkiye Cumhuriyeti devletini “işgalci” olarak görmektedir.


Yani? Yani kendilerini bu devletin işgali altında olduklarını dolayısıyla vatandaşlık bağını reddettiklerini ifade etmektedirler. Bu durumda pankartı açanlar yasal olarak tespit edildiklerinde ifadelerine dayanarak “isteğe bağlı” şekilde vatandaşlıklarını kaybettikleri kendilerine bildirilmelidir.
Bunun yanı sıra millî egemenliğimize düşman silahlı bir örgütün yani düşmanımızın propagandasını yapanların, düşmanla işbirliği yaptıkları açıktır. Bunlar sadece “suçu ve suçluyu” övmemektedirler. Zira “suçu ve suçluyu övmek” vatandaşlık bağını kaybetmemiş suçlular için geçerli olan bir suçtur.


Oysa PKK mensupları eylemleri ve sözleriyle açıkça “düşman” olduklarını ifade etmektedirler. Yani bizim yasama, yürütme ve yargı organlarımızı inkâr etmekte, kendilerini bu organların bağlarından uzak saymaktadırlar. Bu durumda PKK ile ilgili her türlü propaganda da açıkça vatana ihanet ve düşmanlıktır. İstiklâl Harbi esnasında kendi açısından milletin selameti için yazdığını söyleyen Ali Kemal’in dahi ihanetinden bahsedilirken otuz yıla yakındır binlerce askerimizin kanına girmiş, binlerce sivili yerinden yurdundan edip katletmiş bir düşmanın propagandasını millî egemenlik güvencesi altında yapabilmek normal karşılanabilir mi?


Demokrasi ancak millî egemenliğin tanındığı yerlerde bir ifade hürriyeti teminatı anlamına gelir. Hiçbir ülke kendi egemenliğini tanımayan, kendi milletinin belirleyiciliğine itiraz eden insanlara demokrasi ve hukuk şemsiyesi açmaz, açamaz.
Hiçbir devlet düşmanlarına, vatandaşlarına tanıdığı hakları tanıyamaz!
Ülkemizdeki kaçak Ermeni’lere, AB ülkelerinde kaçak işçilere uygulanan muamele neyse o yapılarak tartışmaların bitirilmesi mümkünken, milletin egemenliğine milletin meclisinde kafa tutanların hâlâ vatandaşlık haklarından yararlandırılması hukuka ve millî egemenliğe aykırıdır.

Bundan dolayı PKK militanlarının, düşman olmak sıfatıyla, PKK ile bağları mahkeme kararı ile belirlenenlerin veya PKK’yı açıkça övenlerin de vatana ihanet kapsamında derhal vatandaşlıktan çıkarılması hukukun gereğidir.

2 yorum:

selcen dedi ki...

Aynen,hemen çıkarılmaları gerek.Ama bunu hangi irade yapacak.Türk sözünü telaffuz etmeyen,açılıp saçılarak artık bilmem nerelerine kadar görünen bu adamlar mı yapacak.

Afşar Çelik dedi ki...

Sormayın Selcen Hanım, seçtiğimiz hükümet kime hizmet ediyor anlamak imkansız.