“Medeniyet nedir?” diye düşünüp
duruyordum.
Sanırım medeniyeti tek kelimeyle
tarif edebilecek olsak o kelime “idrak” olurdu.
Şimdilerde buna “farkındalık” da
deniyor.
Peki ama ne menem bir şey bu idrak?
Bu, sebep sonuç ilişkilerinin
sürekli farkında olmak demek. İdrak, en
azından şu anda benim anlayabildiğim kadarıyla sebep sonuç ilişkilerinin
farkında olmak demek.
Peki bu ne demek? Bu, attığımız
her adımın yol üstünde bildiğimiz ya da bilmediğimiz bir iz bıraktığının
farkında olmak demek.
Çok sıkıcı oldu, değil mi ya? Şimdi
yapay zekâ ile seslendirilmiş bir sağlık veya felsefe videosu seyretmek
dururken kim ne yapsın benim kartondan felsefemi, değil mi?
Elbette… Ama… Ya biri burada yazılan
tek bir cümleden ilham alırsa… Ya buradaki tek bir cümle tek bir kişinin bir
şeyleri fark edebilmesini, kavrayabilmesini sağlarsa? “Güzel olmaz mı?” (Son soru
cümlesi canım büyük yeğenimden, doğrudan çalıntıdır).
Peki peki anladık… ( Na’ bu da
MFÖ’den çalıntı) Muhteşem felsefe yapıyorum da… Sadede gelmeyelim mi gari?
Gelelim…
Medeniyeti sağlayan, ona annelik
eden bu idrak nasıl sağlanır? Bunun tek bir yolu var: Eğitim.
Haydaaaa! E bunu bilmeyecek ne
var, değil mi? Çocuklara neyin doğru neyin yanlış olduğunu, “bir şekilde”
öğretirsek onları eğitmiş ya da terbiye etmiş olmaz mıyız?
İşte zaten sorun burada başlıyor.
Bir çocuğu iki şekilde
eğitebiliriz.
Ya onu ödül-ceza ikilemiyle
şartlandırarak ona belli alışkanlıklar kazandırırız…
Ya da yaptıklarının sonuçları
konusunda onlara sorumluluk duygusu aşılarız.
Birinci eğitim yöntemi,
hayvanlara uygulanır. Kısa zamanda sonuç almamızı sağlayan bir yöntemdir ama
özellikle menfaat, zevk gibi güdülerle rahatlıkla bozulabilecek bir alışkanlıklar
binası inşaa eder.
İkinci yöntem ise çocuğa yani
eğitilecek bireye varoluşun sorumluluğunu aşılar ki bu ömür boyu bitmeyecek bir
vicdan gözetimi sağlar.
Birinci yönteme göre herhangi bir
çocuğu, kendisini bir bombayla patlatmanın ahlaki olduğuna, çünkü bu şekilde “sonsuz
zevk” bahçesine layık görüleceğini söyleyerek ikna edebilirsiniz.
İkinci yönteme göreyse sabırlı ve
uzun bir çalışma ile ortaya muhteşem şeyler çıkarabileceğine onu ikna
edersiniz. Ayrıca ikinci yöntemle çocuğu, başkalarının takdirinden öte, kendi
gelişimini görmekten zevk almaya teşvik edersiniz.
“Cennet hurileri -cehennem
zebanileri” yönteminin bizi götürdüğü yer en nihayetinde büyük ihtimalle
intihar bombacılığı olurken varoluş sorumluluğu yönteminin son durağı büyük
ihtimalle kanser araştırmalarında yararlı bir aşamadır.
“Batının tekniğini alıp ahlakını
almamak” meşhur bir muhafazakâr ezberdir ama sadece şu iki eğitim yönteminin
arasındaki farka baktığımızda bile bu sloganın ne kadar saçma olduğu anlaşılır.
Batı, uzay teknolojisini sınırsız bir zevk düşkünlüğü ile yaratmadı. Daha
kötüsü, biz “cennet-cehennem şartlanmasıyla” hiçbir şey yaratamadık.
“Cennet- cehennem şartlandırması”,
hatasız otomatlar yaratmak ister. “Varoluş sorumluluğu” anlayışı ise “zararsızlık
iradesini” benimser. Aradaki fark
koskoca bir “medeniyettir”. “Medeniyet”, doğunun ve batının inşa etme biçimleri
değildir. “Medeniyet”, insanın varoluşunu sürdürmesini sağlayan gelişmişlik
düzeyidir. Eğer doğunun “medeniyetinin” gelebildiği son nokta, heykel kırıp
kafa kesen bağnaz militanlarsa, birbirine denk ve kıyaslanabilir
medeniyetlerden bahsetmiyoruz demektir.