15 Nisan 2025 Salı

Türk Dizi Sektöründe Yeni “Demografikratik” Türkiye Portresi

 

Bir Rus bilim insanı Türk dizilerinin zehirleyici etkisinden bahsetmiş.

Şaşırdık mı? Elbette hayır…

Yalnız burada dizilerin mi taleple ilgili olduğu ya da dizilerin mi talebi yarattığı sorusu aklımıza geliyor.

Soruları böyle sorunca sorun çözülemiyor, bir kısır döngüye giriyoruz.

Öncelikle dizilerdeki aile yapısına, toplumsal ilişkilere, davranış biçimlerine ve öne çıkarılan değerlere baktığımızda bunların “geleneksel” Türk toplumsal yapısıyla ve değerleriyle hiçbir ilgisinin olmadığını görüyoruz.

Son dönem Türk dizilerinde gösterilen “aile” Türk ailesi değil.  Bu dizilerdeki aile, “aşiret” genişliğinde bir feodal hanedan. Öyle ki kendi ekonomik özerkliği, egemenlik alanı ve “yasama” gücü bulunan, devlet dahil kimsenin dokunamadığı bir toplumsal birim dizilerde seyirciye dayatılıyor. Hayır, sadece ofiste yardımcı olmak için ara sıra işe alıyoruz

Dikkat edilirse bu aşiret temelli dizilerinin hiçbirinde devlet otoritesine yer verilmiyor. Öyle ki herhangi bir anlaşmazlıktan suça kadar her sorun “ailenin” içinde karara bağlanıyor. Söz gelimi “Kartoncuoğulları’nın gelini nasıl böyle bir şey yapar!” falan gibi cümleler havada uçuşuyor. Koskoca İstanbul’da yaşayıp köylerindeki “törelerle” hükmetmek istiyorlar.

Bu “ailelerin” üyelerinin öğrenim düzeyleri belirsiz. Tam olarak ne iş yaptıklarını hiç kimse bilmiyor. Kravatsız takım elbiseler giyip üst düzey ekonomik bilgiyle yönetilebilecek birtakım şirketlerin üstünde tepiniyorlar. Seyirci sürekli bu abileri seyrettiğinde “Parayı bul da nasıl bulursan bul!” algısı kafasında tümör gibi yerleşip büyümeye başlıyor.

Son yollarda bir de buna açıkça şeriatçı aile profili eklendi. Bu profildeki aileler dine göre yaşamakla kalmayıp bir de tarikat bağlılığıyla hayatlarını düzenleyen aileler.

Her iki dizi tipinde de aile içinde kadınların tek görevleri, ev işleri ve çocuk büyütmek.

Bir de olmayan tarihi olayları, bambaşka tarihi kişiliklerle  pazarlayan sözde tarihi diziler var ki onlar zaten evlere şenlik.

Lâfı çok uzatmayacağım…

Dizilerdeki aile profili aslında Türkiye’de yozlaştırılarak “demografikrasi” haline getirilen çarpık demokrasinin ürünü. Demokrasi adına toplumun oy paketlerine bölünmesi kolaycılığı, seçmenleri “oy kabilelerine”, “oy demografilerine” böldü. Böylece ulusu meydana getiren ortaklaşma, duygu, ülkü ve değer birlikleri bozuldu. Böylece “yalnız kendi menfaatleri için yaşayan”, ellerindeki oy kadar siyasi güç bulunduran “siyasi kabileler” yaratıldı. Kısaca ulusun tamamının katılımıyla yürütülen demokrasi, yerini kabileler, demografilerin oy mücadelesine bıraktı. Böylece demokrasi, “demografikrasiye” dönüştürüldü.

Bu siyasi kabileler, oy oranlarına göre devletin imkânlarına ortak oldular. Hal böyle olunca arzı ve talebi doğrudan belirleyen bir kabileler koalisyonu doğdu. Bilimde, sanayide, teknolojide, tarımda üretemeyen Türk ekonomisinin “amiral gemisi” olan dizi sektörü de elbette paranın kokusunu aldı ve Türkiye’yi fiilen yöneten etnikçi- şeriatçı kitlelerin koalisyonundan nemalanmaya yöneldi.

Evet hâlâ parayı veren düdüğü çalıyordu ama artık parayı veren de oyu oranında parayı elde ediyordu. “İşbu sebepten” aslında dizi sektöründeki yozlaşma, demografikrasi buzdağının ucundan ibaret.

 

10 Nisan 2025 Perşembe

KKTC'de Siyasal İslam Fitnesi


Annemle İlay Aksoy’u seyrediyorduk…

Söylediklerinden dehşete kapıldık.

Siyasal İslamcılık Kıbrıs’a da el atmış. KKTC’de başörtüsü sorunu yaratılmış.

Başörtüsü sorunu ne? Başörtüsü sorunu aslında başörtüsüyle falan ilgili değil. Başörtüsü sorunu aslında başörtüsünü bir kaldıraç gibi kullanarak  fiilen şeriat hukukunun egemenliğini sağlamak, demek.

Kısacası KKTC’nin de sterilitesi ve medeniyeti bozulmuş durumda.

Kıbrıs Rum kesiminde başörtülü öğrenciler okullarda Ortodoks eğitimi almaya zorlanıyorlarmış. Kısacası orada Rumlar, başörtüsünü kendilerince enterne etmiş, sınırlamış durumda. Ayrıca orada Müslümanlar “yabancı” dolayısıyla onların özgürlüklerinin topluma bir etkisi yok.

Oysa KKTC’de “dini özgürlük” adı altında resmî kurumların dine göre şekillendirilmesi bir özgürlük falan getirmeyecek.

Kısaca sorun, Kıbrıs Türk’ünün kimliğini şeriatla bölmek, parçalamak ve onu Rum istilasına karşı savunmasız hale getirmektir.

Çünkü dinin siyasete egemen olduğu yerde sadece medeni, laik devlet ortadan kalkmıyor, millî bilinç ve millî devlet de ortadan kalkıyor. Nitekim Ortadoğu’da Irak ve Suriye gibi iki büyük Arap devletinin paramparça edilmesinde kullanılan başlıca enstrüman dindi. Bugün bizim ülkemizde de Türk bilincine en çok karşı çıkanlar, Türklüğü Müslümanlığın zıttı gibi görenler şeriatçılar, dinciler.

Kıbrıs’ta olanlar bize gösteriyor ki Anadolu’yu Türksüzleştirme projesinde bir sonraki aşamaya geçilerek Kıbrıs’ın da Türksüzleştirilmesine çalışılıyor.

Proje iki ayak üzerinde yürüyor. Bunlardan biri din yoluyla Türk’ kendi tarihine, kimliğine, bilincine düşman etmek, diğer ayaksa Türk’ten doğacak boşlukta bir Kürdistan yaratmak. Nitekim ne Irak’ta ne Suriye’de Araplardan ve Türklerden bahsedenlerin, sürekli “sorunu” Kürtler üzerinden tanımlaması da bu yüzden.

Bu yüzdendir ki KKTC’nin kesinlikle laik kalması için Türk milliyetçileri uyanık kalmalı ve bu konuyu gündemde tutmalıdır.

Türkiye için belki geç kalındı, ancak KKTC mutlaka korunmalıdır.

 

7 Nisan 2025 Pazartesi

Ezbere Karamsarlık

 Ezebere Karamsarlık…

Çocuklarımla konuşunca biraz moralim düzeliyor ama sabah şunu fark ettim ki genellikle moralsiz hatta karamsarım.  Bu durum yüzüme de yansıyor. İnsanın, yakınlarına moral vermesi, onları neşelendirmesi gerekirken kendimi çok bencil hissediyorum.

Ama mesele benim ne hissettiğim değil.

Memleketin şu halinde iyimser olabilir miyim?

Şimdi bazılarınız “Asıl şimdi iyimser, ümitli ve neşeli olmalıyız!” diye ders verecektir. Sonuna kadar haklıdırlar.

Diğer yandan… Memleketin hali sadece bölücülükten ve şeriatçılıktan ibaret değil ki… Memleketin hali, problemi, yolda yürümeyi bilmeyen, önündeki trafik levh
asının anlamını anlayamayan, yaptıklarından sorumluluk duymayan yığınların elinde oyuncak olmamız.

Özür dilemeyi bilmeyen, sorumluluk hissetmeyen, kendinden başkasını düşünmeyen insanların ağırlığı ruhumuzun nefesini kesiyor.

Bu insanlara “demografik işgal”, “küresel ısınma”, “israf-tutumluluk”, “kişisel bakım”, “nezaket” anlatmak da imkânsız.

Hemen şimdi her istediğini elde etmek için batı ülkelerini dolduran yığınların, adeta tomurcuklanarak ürediği bir tür besi yeri gibi Türkiye…

Türk olanın kendisinden beş dakika önce ölecek olmasından başka bir arzusu olamayan Kürtçülerin ve İslamcıların elinde bir oyuncak oldu Türkiye…

Evet… Gene de iyimser olmalıyım, değil mi?

 

 

 

Suriye Bizim Neyimiz Oluyor?

 

Suriye ile ilgili esas problemimiz ne?

Suriye’yi “düzeltmek” için yıktık. Yıktıktan sonra yerine ne koyduk?


 İşte beni asıl düşündüren o. Suriye’nin diktatörünü yıktıktan sonra yerine koyduğumuz adam, o çok istediğimiz demokrasiyi ve insan haklarını Suriye’ye getirdi mi?

İlgisi bile yok.

Suriye şu anda Esad’ın gittiği günden bin yıl geriye gitti.

Peki neden böyle oldu?

Çünkü siyasal İslam millete/ulusa ve milliyetçiliğe kökten düşman. Türkiye’de bunu Türk düşmanlığı olarak görüyoruz ama anlaşıldığı kadarıyla siyasal İslamcılık Araplara bile düşman. Öyle olmasa Suriye nüfusunun yüzde seksenini oluşturan Arapları görmezden gelip de ülkenin Kürtlerce bölünmesine sessiz kalmazdı.

Ortadoğu’da şu anda bir “millet” gibi dayatılan tek topluluk Kürtler. Öyle ki sırf Kürtler bir Kürdistan kurabilsin diye Türkiye’de Türklük, Anayasa’dan çıkarılmak isteniyor, Irak ve Suriye’de Arapların adı anılmıyor.

Irak’ta Amerikan müdahalesi net ve kesindi. Bir iç karışıklığa izin verilmeden, net bir işgal planıyla ABD Irak’a bir sözde Anayasa ve rejim dayatabildi. Oysa Suriye’de işler öyle Arap saçına döndü ki her şey herkesin eline yüzüne bulaştı.

Suriye artık bir devlet değildir. Suriye artık bir bozgun ve kaos coğrafyasıdır.

İsrail Suriye’yi fiilen ortadan kaldırdıktan sonra, önündeki boş topraklarda nüfuzunu alabildiğine genişletmeye çalışırken bizim durup da hâlâ eli kanlı şeriatçı teröristlerden inşaat ihalesi alabileceğimizi sanmamız ancak gülünç bir kenar mahalleli esnaf “mantığı”dır.

Yapılması gereken basit aslında:

Uluslararası anlaşmalarla sağlanmış güvenliğimizin tehdit edildiği gerekçesiyle eski sınırlarımızı mümkün olduğunca genişletmek, içimizdeki Suriyelileri, yeni sınırların güneyine yollamak. Bu sırada da elbette YPG vs her türlü Kürt silahlanmasını ortadan kaldırmak.

Çünkü Kürdistan çabaları Ortadoğu’nun yeni cehennemidir.