Bir Rus bilim insanı Türk
dizilerinin zehirleyici etkisinden bahsetmiş.
Şaşırdık mı? Elbette hayır…
Yalnız burada dizilerin mi taleple
ilgili olduğu ya da dizilerin mi talebi yarattığı sorusu aklımıza geliyor.
Soruları böyle sorunca sorun
çözülemiyor, bir kısır döngüye giriyoruz.
Öncelikle dizilerdeki aile
yapısına, toplumsal ilişkilere, davranış biçimlerine ve öne çıkarılan değerlere
baktığımızda bunların “geleneksel” Türk toplumsal yapısıyla ve değerleriyle hiçbir
ilgisinin olmadığını görüyoruz.
Son dönem Türk dizilerinde
gösterilen “aile” Türk ailesi değil. Bu dizilerdeki
aile, “aşiret” genişliğinde bir feodal hanedan. Öyle ki kendi ekonomik
özerkliği, egemenlik alanı ve “yasama” gücü bulunan, devlet dahil kimsenin dokunamadığı
bir toplumsal birim dizilerde seyirciye dayatılıyor. Hayır, sadece ofiste
yardımcı olmak için ara sıra işe alıyoruz
Dikkat edilirse bu aşiret temelli
dizilerinin hiçbirinde devlet otoritesine yer verilmiyor. Öyle ki herhangi bir
anlaşmazlıktan suça kadar her sorun “ailenin” içinde karara bağlanıyor. Söz gelimi
“Kartoncuoğulları’nın gelini nasıl böyle bir şey yapar!” falan gibi cümleler
havada uçuşuyor. Koskoca İstanbul’da yaşayıp köylerindeki “törelerle” hükmetmek
istiyorlar.
Bu “ailelerin” üyelerinin öğrenim
düzeyleri belirsiz. Tam olarak ne iş yaptıklarını hiç kimse bilmiyor.
Kravatsız takım elbiseler giyip üst düzey ekonomik bilgiyle yönetilebilecek birtakım
şirketlerin üstünde tepiniyorlar. Seyirci sürekli bu abileri seyrettiğinde “Parayı
bul da nasıl bulursan bul!” algısı kafasında tümör gibi yerleşip büyümeye
başlıyor.
Son yollarda bir de buna açıkça
şeriatçı aile profili eklendi. Bu profildeki aileler dine göre yaşamakla
kalmayıp bir de tarikat bağlılığıyla hayatlarını düzenleyen aileler.
Her iki dizi tipinde de aile
içinde kadınların tek görevleri, ev işleri ve çocuk büyütmek.
Bir de olmayan tarihi olayları, bambaşka tarihi kişiliklerle pazarlayan sözde tarihi diziler var ki onlar zaten evlere şenlik.
Lâfı çok uzatmayacağım…
Dizilerdeki aile profili aslında
Türkiye’de yozlaştırılarak “demografikrasi” haline getirilen çarpık demokrasinin
ürünü. Demokrasi adına toplumun oy paketlerine bölünmesi kolaycılığı,
seçmenleri “oy kabilelerine”, “oy demografilerine” böldü. Böylece ulusu meydana
getiren ortaklaşma, duygu, ülkü ve değer birlikleri bozuldu. Böylece “yalnız
kendi menfaatleri için yaşayan”, ellerindeki oy kadar siyasi güç bulunduran “siyasi
kabileler” yaratıldı. Kısaca ulusun tamamının katılımıyla yürütülen demokrasi,
yerini kabileler, demografilerin oy mücadelesine bıraktı. Böylece demokrasi, “demografikrasiye”
dönüştürüldü.
Bu siyasi kabileler, oy
oranlarına göre devletin imkânlarına ortak oldular. Hal böyle olunca arzı ve
talebi doğrudan belirleyen bir kabileler koalisyonu doğdu. Bilimde, sanayide,
teknolojide, tarımda üretemeyen Türk ekonomisinin “amiral gemisi” olan dizi
sektörü de elbette paranın kokusunu aldı ve Türkiye’yi fiilen yöneten etnikçi-
şeriatçı kitlelerin koalisyonundan nemalanmaya yöneldi.
Evet hâlâ parayı veren düdüğü
çalıyordu ama artık parayı veren de oyu oranında parayı elde ediyordu. “İşbu
sebepten” aslında dizi sektöründeki yozlaşma, demografikrasi buzdağının ucundan ibaret.