ir.
Peki Türkiye’de böyle bir savaş
durumu var mıdır?
Türkiye’yi kırk yıldır meşgul
eden PKK Kürtçü terörü, çatışma terminolojisinde nerededir?
Her şeyden önce şu bilinmelidir
ki PKK kendisini diğer uluslara kabul ettirmiş, egemenlik sahibi bir ulusun,
kabul edilmiş bir ordusu değildir. Dolayısıyla da uluslararası savaş kuralları
ile bağlı değildir. Çünkü PKK Marksist/Stalinist bir örgüt olarak etik bağlamda
açıkça faydacı ve amaççı, harp tekniği açısından gayrı nizami bir örgüttür.
PKK, kimin adına “savaştığını” söylerse söylesin ve bununla ne kadar zamandır uğraşırsa uğraşsın bir savaş tarafı
değildir.
PKK, egemenliğini kabul ettirmiş
bir ulusun nizami ordusu olmadığı ve nizami harp etmediği için kuralların korumasını
talep edebilecek bir örgütlenme de değildir.
PKK gerek ideolojisi gerek muharebe tarzı gerekse amaçları açısından asla
“insani sınırlamalara” lâyık bir organizasyon değildir.
PKK’nın militan kadrosunun bir
kısmını Türk vatandaşları oluşturuyor. Kaldı
ki bu militanlar dağa çıktıkları anda T.C kimliklerini yakıyor, kısaca bizzat
ve zımnen vatandaşlıklarını reddediyorlar. Aile bağlarının bile beyanla ortadan
kaldırılabildiği düşünülecek olursa, Türk vatandaşı militanlar, dağa çıktıkları
anda Türk Ulusu’nun onlara devlet eliyle sağladığı vatandaşlık haklarını
reddetmiş oluyorlar. Bu hareketleri
açıkça vatana ihanet. Vatan hainleri olarak Türk devletinin yaşamları üstündeki
teminatı da bitmiş oluyor ve açıkça düşman saflarına geçtiklerinden de ölümleri
bir gereklilik oluyor.
Türk vatandaşı olmayan militanlar
ise zaten kendiliğinden düşman oldukları ve dahası kuralsız savaştıkları için
savaşla ilgili hiçbir uluslararası kısıtlamayla korunamaz durumda oluyorlar.
Bu açıdan PKK vb örgütler açıkça
organizmaya saldıran mikroorganizmalar gibi yalnızca yok edilmesi gereken
zararlı varlıklar kategorisine giriyorlar.
Peki son zamanlarda yaygınca rastladığımız
PKK sosyal medya propagandaları ne yapmaya çalışıyor? Bütün bu propagandalar,
bebek katili vatan haininin “Partisiz Kürt kalmayacak!” emri gereğince “her
Kürt’ün PKK olması gerektiği” kanaatini yaymaya çalışıyor.
Bunun dayanağı şu: “Eğer Türkler
Kürt komşularının PKK’yı desteklediğini görürlerse artık Kürtlerle baş
edemeyeceklerini anlar ve PKK’ya teslim olur, onun istediklerini kayıtsız
şartsız yaparlar.” Nitekim birinci açılım sürecinde (umalım ki ikincisi olmaz)
Kürt köylerinde “devletin PKK’ya boyun eğdiği, Türklerin bükemedikleri eli öptükleri”
bazı köy muhtarlarınca bölgedeki memurlara açıkça ifade edilmişti.
Terörle mücadelenin bunca senedir
bitmemesi işte yukarıdaki iki nedene dayanıyor. Öncelikle Kürtçü
propagandaların ve sözde siyaset, serbestçe yapılabilirken onun desteklediği
fiili terör de kendisine bir sözde meşruiyet ve moral alanı buluyor.
İkinci sebep de teröristlerin
hâlâ vatandaş muamelesi görerek usul hukuku ile hayat haklarının korunmasına
özen gösteriliyor. Oysa onlar çoktan devletin bu işlevini, hukuk birliğini,
yargı erkini red ve inkâr ederek hatta bunları yok etmek için silaha sarılmış
vatan hainleri ve düşmanlar.
Dolayısıyla bu vatan hainlerinin
meşruiyetini savunmaya kalkmak da en az silahlı çatışma kadar gayrımeşru bir
iş.
Sosyal medya ve yabancılaşmış
medya aktörleri aracılığıyla yaygınlaştırılmaya çalışılan bebek katili alçağın,
“Partisiz Kürt kalmayacak!” söz de emrinin Türkiye’yi sürüklediği tehlikeli
nokta, her Kürt kökenli vatandaşın öyle olmasa bile PKK olarak görülmesi
olacaktır.
Kürtçülerin, solcuların ve
şeriatçıların kendilerine sormaları gereken soru şudur:
Apartmanda, pazarda, kamu
kuruluşlarında vs. hayatın her anında iç içe geçtiğimiz insanların sırf Kürt oldukları
için PKKlı olduklarını düşünmeye başlarsak acaba korkup egemenliğimizden
vazgeçip sokaklarımızı PKK militanlarına terk edip okullarımıza ikinci bir
bayrak çektirip, ikinci bir dille eğitimi hukuk vs hizmeti verilmesine razı mı
oluruz?
Öyle görünüyor ki şimdi devletin
kendilerini bir şekilde koruyacağını, komşularının asla onlara ihanet etmeyeceğini
düşünen Türk halkının itidali, Kürtçülerce bir korku veya teslimiyet gibi
görülüyor ve bu onları açıkça şımartıyor. Yarısı meşru zeminde hareket edebilen
vatana ihanet, bu yarım yamalaklıktan
besleniyor ve hukuk sömürüsüyle moral desteğini sürdürebiliyor. Bu yarım meşruiyet
durumu terörle mücadelenin gerektiği gibi yapılmasını engelliyor, onu
vatandaşlığın usul hukukuyla sınırlandırılmasına yol açıyor. Oysa hiçbir teröristin,
vatandaşlara sağlanan usul hukukundan yararlanma hakkı yok.
Oysa toprağı bol olsun Hırant
Dink onları, yüz on yıl önceki Ermeni ihaneti üzerinden uyarıyor, emperyalizme
oyuncak olmamalarını söylüyordu. O zaman Türk halkı kendilerine asla zarar
vermeyeceklerini düşündükleri Ermeni komşularının kanlı ihanetiyle sarsılmıştı.
Bu ihanet Hocalı’da da ortaya çıkmıştı…
Henüz PKK propagandalarıyla
beyinleri yıkanmamış Kürt kökenli yurttaşlarımız şunları bilmelidir:
Bir vatanda tek bir ulus var
olabilir. Çünkü vatan ancak tek bir ulus tarafından kazanılmıştır, o ulusça
korunur ve ancak o ulus yok edildiğinde el değiştirir. Bazı Kürtler, aşiret
yığınlarıyla, örgüt propagandasıyla boşaltılan mekânları gasp ederek toprak elde
edilebileceğini düşünebilirler ancak onlara Atatürk’ün şu sözünü hatırlatmak
isteriz: “Vatanın her karışı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz!”
Eğer her Kürt’ün mutlaka PKKlı olduğunu düşünmemiz gerekiyorsa ve bunun bizi
korkutması gerektiği düşünülüyorsa bu söz, bıçak kemiğe dayandığında Türk Ordusunun
yalnızca bir takım muvazaf profesyonellerden oluşmayacağı, çünkü Türk Milleti’nin
TÜRK ORDUSUNUN kendisi olduğunu hatırlatmak isteriz ki bu konuyu da Atatürk en
güzel şekilde açıklamıştır: “Türkler ordusu olan bir millet değildir, MİLLETİ
OLAN BİR ORDUDUR!” Son on yıldır “Azdan az çoktan çok gider” gibi çocukça bir
matematikle Türk Milleti’ni korkutmaya kalkanlar bilmelidirler ki Türk Milleti,
düşmanın sayısından korkmaz, sadece onu yok eder. “Azdan az çoktan çok”çu cahillere de Bilge Tonyukuk cevap versin: “Onlar çoktu, biz Türk’tük... Korkmadık
savaştık!”
O halde Atatürk gibi bitirelim: “Bir Türk
dünyaya bedeldir!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder