Fikri mülkiyetle
refah arasındaki ilişki “imkânlar kuramıyla” açıklanabilir.
İmkânlar kuramı, fikirlerin yarattığı imkânların malları
n üretiminde meydana getirdiği artışın yanı sıra, mallarla meydana getirilen katma değerin artışını da açıklar. Bu açıdan imkânlar kuramı malların miktarıyla nitelikleri arasında bir köprü görevi görür.
İmkânlar kuramı,
yaratıcı fikirlerin, üretim süreçlerindeki etkisi ile ilgilidir. Buna göre
yaratıcı fikirler, üretim süreçlerini hızlandırır, ayrıntılandırır ve
özelleştirir.
Bu üç özelliği ile
üretim süreci aynı malın daha yüksek miktarda üretimini sağladığı gibi otomotiv
sektöründe olduğu gibi zaman içinde aynı ürünün daha kaliteli formlarının
üretilmesini “sağlar”.
Ayrıca yaratıcı
fikirler, daha önce var olmayan malların ortaya çıkarılmasını da sağlar ki genellikle
fikri mülkiyet onun “icattan ibaret” olduğu yanılgısıyla anılır. Oysa bir “imkân”,
üretim unsurlarının yaratılmasında enerjinin en verimli kullanılmasını sağlayabilecek
bir etkendir.
İktisatta üzerinde
düşünülen şeyler genellikle malların içerdikleri “doğal değerdir”. Oysa mallar
böyle bir değer taşımazlar. Malların değeri onlara duyulan ilgi ve beklentiyle ortaya
çıkar.
Bir mala duyulan
ilgi veya onun değerler çizelgesindeki yeri, malın taşıdığı potansiyelle yani
imkânla ilgilidir. Bu potansiyel, o malın kendinden sonraki aşamada
yaratabileceği katma değerle ilgili sezgilerin bir bulutsusudur. Bu bulutsu,
bilimin verileriyle ne kadar desteklenirse kütle kazanmaya o kadar yaklaşır.
İşte “imkânlar” bu aşamada birbiriyle ilgili dağınık bilgilerin cisimleşmesi
hakkında neredeyse ölçülebilir bir istatistiktir. Burada “neredeyse” nitelemesi
önemlidir, çünkü bulutsunun yani bir gezegen ihtimalinin parçacıkları gibi
düşünebileceğimiz veriler ne kadar belirliyse hesaplanabilirlik o kadar artar.
Yine de bu hesaplama malın nihai fiyatını asla belirleyemez.
Bu hesaplama sadece mevcut enerjinin ve
kaynakların ne kadar uyumlu ve verimli olabileceğine dair bir tahmin olabilir.
Burada enerji, aslında hesaplamalarda ya da analizlerde üstünde hemen hemen hiç
düşünülmeyen temel bir faktördür ki Marx bunun “emek” olduğunu düşünmüştür.
Oysa tam otomatik bir üretim bandında insan emeğinden çok daha verimli
gerçekleştirilen üretim, bize emeğim bir enerji olmadığını açıkça gösterir.
İnsan olmaksızın da devam edebilecek bir üretimin ihtiyacı, enerjidir.
İşte bir imkân bu yüzdendir ki üretim unsurlarının yaratılmasında
enerjinin en verimli kullanılmasını sağlayabilecek bir etkendir.
Marx’ın yanılgısı, enerjinin,
ebediyen insan emeğinden oluşacağını sanmasıydı.
Bu açıdan
bakıldığında en büyük patent ateşi icat eden insana verilmeliydi. Çünkü ateşin
insan eliyle yaratılması sayesinde maddeyi enerjiye dönüştürmenin yolunu bulduk
ve bu bize neredeyse sınırsız “imkânlar” sağladı.
Bu yüzden de bir
teknolojik yeniliğin “değeri” onun içindeki emek- zaman ilişkisinden
kaynaklanmaz. Bir teknolojik yeniliğin “değeri”, bize uzun süreli ve çeşitli
üretim faktörleri elde etmek imkânı vermesinde aranır ki bu da “fikri
mülkiyetle” değerlendirilir ve korunur.
Bunun bir başka
örneği sanat eserleridir. Sanat eserleri, yaratıcı zekâların bize
kazandırdıkları ölümsüz tüketim ürünleridir. Dolayısıyla onları yaratanları,
sadece yaşadıkları dönemin değil, hayatlarından sonraki insanlara bile estetik
bir yarar sağlayacak eserlerinin içerdikleri “akıl ve duygu imkânlarından”
dolayı korur ve ödüllendiririz.
İmkânlar kuramı
romantik bir ödüllendirmeyle ilgilenmez. O değerin gerçek doğasına dair bir
yaklaşımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder