Gelir dağılımı ekonomistlerin en sevdikleri
terimlerden biridir. Bu terime duygusal bağlılıkları öyle yüksektir ki gerçek
olup olmadığını düşünmeye bile yanaşmazlar.
Gelir dağılımı kutsal bilgi
kaynağı Wikipedia’da şöyle tanımlanıyor:
“Gelir dağılımı, bir ekonomide ortaya çıkan gelirin, oyunculara nasıl
paylaştırıldığını gösteren ekonomik göstergedir. Ülkeler düzeyinde, gelirin
sosyal sınıflar arasındaki dağılımıdır.”
Tanımın başlangıcına
baktığımızda “ortaya çıkan gelir” anlatımının ne kadar iktisat dışı olduğunu derhal görebiliriz.
Aynı kutsal bilgi kaynağında gelir de şöyle tanımlanıyor:
“Gelir, kişinin dönem başındaki servetinin dönem sonundaki servetine
eşit olması koşuluyla, o dönem içinde tüketebileceği mal ve hizmet miktarı
toplamıdır.”
Bu tanım iktisadi açıdan daha da
anlamsızdır. Çünkü tanımda geçen
servetin kökenine dair hiç bir açıklama
getirmediği gibi neden belli süre boyunca değişmemesi gerektiğine dair de hiçbir
açıklama sunmamaktadır. En azından “gelire” esas olarak yapılan vergi hesaplamasında kullanılan “gelir” olgusuyla hiçbir ilgisi
görünmemektedir.
Gelir, mal veya hizmet üretenlere, müşterilerin ödemeye razı oldukları
fiyattır. Bu da “değişmeyen servetle” vs ilgisi olmayan, aksine piyasanın
değişen şartları altında sürekli değişebilecek bir değerdir.
Dolayısıyla bir
ekonomide ortaya çıkan gelir diye
bir şey yoktur. Ekonomide ortaya çıkan şey, sadece üretimdir. Bu üretim de
somut mallar veya hizmetlerden ibarettir.
Burada “ortaya çıkan gelir” ile
kast edilen ancak bir toplumun belli bir süre içinde yaptığı toptan üretimin, üretilen malların
fiyatları üzerinden hesaplanan
değeri olabilir.
Öyleyse gelir dağılımı tanımında
bahsedilen gayri safi milli hasılanın “paylaştırılması”
söz konusu olamaz. Yani insanlar, üretimden elde etmeyi umdukları gelirin bir
havuzda toplanarak başkalarına paylaştırılması amacıyla herhangi bir üretim
yapmazlar. Onlar kâr etmek amacıyla üretim
yaparlar ve ürünleri için istedikleri fiyatların içinde , onların kâr taleplerinin olduğunu bilgisi de
herkes tarafından paylaşılır.
Kâr , başkalarıyla paylaşmak için
elde edilmez ve salt bencilce edinilse
bile, insanlara rızaları karşılığında
gerçek bir değer sunmaktan dolayı elde edildiği
sürece, kesinlikle dokunulmaz bir menfaattir.
İnsanları dolandırmadan, tehdit
etmeden, onların rızasıyla oluşmuş bir fiyatı elde edebilen insanların topluma
tek borçları, topluma, gerçek değerler
sunmalarıdır.
Dolaysıyla “gelir dağılımı” terimi, gelir elde edebilen gerçek
üreticiler, girişimciler ve tüccarların meşru
menfaatlerini, bir tür kolektif mülkiyet olarak görmeyi gerektirir ki bu
açıkça “toplum adına gaspa kalkışmak” demektir.
Elindeki bir kilo limonla herkesin
sevdiği bir limonata yapıp daha sonra
işinin büyüten bir girişimcinin elde ettiği gelir, toplumda ortaya çıkan gelirden bir pay mıdır? Yoksa öyle bir “gelirin”
oluşmasını sağlayan bireysel bir çabadan mıdır?
Öncelikle toplum, kendi başına
bir üretim yapabilecek bir birey falan değildir. Bireyler de onun niteliksiz
ve homojen parçaları değildir. Homo economicus bile insanları bu şekilde tekdüzeleştiremez.
Ekonomi denen şey öncelikle
bireylerin niteliksel eşitsizliğine sonra da fayda ölçeklerinin eşitsizliğine
dayanır. Çok olanın az olana, malını “değeri
karşılığı” aktarması olmazsa üretim yani “çoğaltım” meydana gelmeyeceği gibi “aktarım”
yani ticaret/mübadele de meydana gelemez.
Dolayısıyla üreticilerin/
girişimcilerin kendi sınırlı bilgileriyle
müşterileriyle karşılaştıkları devasa piyasa hiç kimsenin toptan bilebileceği
ve hele düzenleyebileceği bir “dağılım”
veya “bölüşüm” ortamı değildir.
Toplumda hiçbir gelir elde
edemeyen şanssızlar elbette var olabilir Ama bir toplumda bunların istisnai olması
gerekir ki ancak bu şekilde ekonomi
denen üretim ve mübadele eylemi yürütülebilsin.
Eğer bir toplumda “gelir dağılımı
bozuksa” bu ne anlama gelir? Bu iki anlama gelir:
1-
O
toplumda herhangi bir gelir elde etmek
yeteneğinden mahrum insanların son derece yüksek olduğu anlamına gelir. Yani
üretmeden tüketmeye alışmış insanların oranı ne kadar artarsa “gelir elde
edebilecek” insanların yüzdesi o kadar azalır.
2-
O toplumda devletin, her insana bir gelir
sağlamayı vaat ettiği ve bunun içinde sürekli olarak gerçek gelirleri siyasi menfaatler vs için
gasp ettiği, etmek istediği anlamına gelir.
Gelir dağılımı bir tür istatistiki
terim olarak bir topludaki bireylerin genel refahı hakkında bir ölçü verebilir
ama bunun dışında hiçbir anlamı yoktur.
Çünkü en gelişmiş ve müreffeh
topluluklarda bile niteliksiz işçiler en düşük gelire sahip olacaktır. Ve böyle toplumlarda da hiç kimse “ Toplam gelirin yüzde seksenini toplumun
yüzde yirmisi alıyor!” gibi saçmalıklara iktisadi bir anlam yüklemeye falan
çalışmayacaktır. Çünkü böylesi bir cehalet veya yalan bahsedilen yüzde yirmilik kesimin aslında
elimizdeki malların neredeyse tamamını ürettiğini gizlemeden ifade edilemez.
Eğer gelir dağılımında ciddi ve samimiysek "ortaya çıkan gelirde” meselâ Afrika ülkelerinin ne kadar payı olduğunu göstermemiz gerekir. Batı teknolojisinden
tarımda veya enerji üretiminde yararlanmak yerine “özgürlük soslu” diktatörlüklerin
silahlı devamı için yararlanan ilkel toplulukların, hibrid motorların
yarattığı servetten veya tasarruftan
yararlanmak için ne tür bir “hakları” olabilir?
Bu durum ülke içi ekonomik
faaliyetlerde de geçerlidir. Eline sadece
yasama gücünü geçirmiş ve gerçekte bu gücün hukukiliği konusunda hiçbir endişesi olmayan seçilmiş iktidarların akıllarının
asla eremeyeceği üretim ve mübadele
süreçlerini, aptalca dört işlem
mantıklarıyla düzenlemelerine “gelir
dağılımı” gibi saçma sapan bir terimle
izin verilebilir mi; dahası buna izin vermeli miyiz?
İnsanların zorlamasız ve yalansız bir mübadelede hür iradeleriyle elde
edilmiş gelirlerin “ daha adil” olması mümkün değildir. Gelirin miktarı
konusunda tek “adalet”, tüketicinin kendi fayda algısıdır. Tüketici kendi faydası için “değecek” bir
fiyat olduğunu düşündükçe üreticinin
bu rızadan elde ettiği gelirin
adil olup olmadığın sorgulamaya hiçbir memurun veya siyasetçinin hakkı yoktur.
Gelirin gönüllü ve adil bir
mübadeleye dayandığı, topraktan bitmediği ve bu yüzden de hiç kimse tarafından
paylaştırılmasının mümkün olmadığı anlaşılmadığı müddetçe üretim dışı gelir elde etme algısının,
beklenti manipülasyonlarının, siyasi
kayırmacılığın ve enflasyonun önüne
geçmek mümkün olamaz.
İktisatçılar basit bir ekonomik
gösterge olmaktan ileri gitmeyen “gelir
dağılımına” , evrensel bir siyasi yol gösterici gibi bakmaktan acilen
vazgeçmelidir. Çünkü “gelir dağılımı” saçmalığının varacağı nokta, sosyalist
bir yağma cehenneminden başka bir şey değildir.