Dinci siyaset, Türkiye’de ahlâkî bir ikiyüzlülüğü
artık siyaset yapma biçimi olarak iyice yerleştirdi.
Bu tarz siyaset, iki ayak
üzerinde duruyor. Birinci ayak ahlâkı din üzerinden , daha doğrusu dinin siyasi yorumu üzerinden yeniden
tanımlamak ve bu tanım tekeli üzerinden kitleleri yönlendirmek, gütmek…
İkinci ayak da insanların ahlâkî kabullerini onlara karşı
bir şantaj aracı olarak kullanmak.
Birinci ayak ile toplumda
dincilere göre aklâkın, iman ve dinî mensubiyet ile aynı olduğu kanaati kabul
ettiriliyor. Oysa dine mensubiyet iman
için gerek şarttır fakat yeter şart
değildir. Bir insanın Müslüman olması
mü’min olmasına yetmeyebilir. Bunun yanı sıra “Amel imandan bir cüz
değildir.” İlkesi ile insanları amellerine göre tekfir etmek aşırılığı en baştan
engellenmiştir. Oysa dinci siyaset “benim söylediğim ahlâka uymazsan hem
ahlâksız, hem kâfir olursun!” anlayışını sıradan Müslümanlara kabul ettirmiş gibi…
Bugün “milliyetçi” olarak bilinenlerin kahir
ekseriyeti de dinden, dincilerin yorumunu anlıyor ve buna göre “amel
ediyor”. Bu anlayış neye yol açıyor? Bu
anlayış Müslümanların tektipleşmiş cemaatler halinde ayrışmasına yol açıyor. Ayrıca
Müslümanlığı ferdin vicdanında yaşayan bir şey olmaktan çıkarıp cemaatler
kanalıyla aklını ve vicdanını otoriteye
teslim etmiş yığınlar oluşmasına yol açıyor.
Ama dinci ahlâk dayatmacılığının
ikinci ayağı, bilhassa devlet otoritesi ele geçirildiğinde tam bir vahşete
dönüşebiliyor.
İnsanları sahip oldukları
ahlâkî ölçülerle köşeye kıstırmak, bu
ahlâk ile onlara şantaj yapmak, günümüzde sahte evrak bavul ticaretiyle ve
müstehcen görüntü avcılığıyla hayatımıza
dahil edildi. İnsanların utançlarını istismar etmek ahlâk savunuculuğunun
yegâne şekli oldu.
Bunun özünde “ Ben güçlüyüm ve “ahlâk” ben ne dersem odur. Benim senin gibi
ahlâkî sınırlamalarım yoktur! Eğer böyle sınırlamaların varsa o sınırlar beni
değil ancak seni bağlar. O zaman da o
ahlâktan kendin sorumlu olursun!” demektir. Buna belki “yükleyici ahlâk”
diyebiliriz. Çünkü ahlâkın sorumluluğunu, ancak onu benimseyenlerin sırtına
yükleyerek sorumluluktan kurtulmayı
zahiren mümkün kılmaktadır. Bu şekilde hem insanları sürekli kendi ahlâkî
hassasiyetleriyle yükümlü kılarak yargılayabilmek
hem de benimsenmemiş bir ahlâkın
yükümlülüğünden kurtulmak mümkün
olmaktadır.
Böylece güçlü olanın, muktedir
olanın “işine geldiği” gibi davranabileceği algısı kafalarımıza yerleştiriyor.
O halde yapılması gereken de güçlünün, muktedirin istediği gibi davranarak “ahlâklı
görünmek” e iktidarın bir üyesi olarak insanlara her şeyi dikte edebilmek oluyor.
Dinci siyasetin bu ahlâk anlayışı
güce dayandığından, güç kullanımında anlaşmazlıklar, yetki aşımı, paylaşım gibi konularda en ufak bir anlaşmazlıkta
derhal çatırdamaya başlıyor.
Birden bire ortaya çıkıyor ki iktidarın cinsel zaaflar üzerinden yürüttüğü siyasî ve
hukukî istismar, aslında gücü gücü yetene
düzeninin bir parçasıymış. Çünkü
insanları utandırarak onları sindirmek tavrı bir yere gelip rüşvet,
yolsuzluk, iftira, evrakta sahtecilik gibi konular ortaya çıktığında; artık
gizlenemeyen bir ahlâkî yüzlülük olarak onları tokatlıyor.
Bir şey daha ortaya çıkıyor ki
dinciler için bütün ahlâk, kadın korkusu
ve kadın nefreti anlamına geliyormuş.
Türk insanı dinci iktidardan önce
dinci ahlâk anlayışından kurtulmalı. Yoksa
siyasal istismarın önüne geçilmesi pek
de mümkün görünmüyor.