2 Ocak 2025 Perşembe

Akıl ve İnanç İlişkisi

 İnanç ve akıl arasında nasıl bir ilişki vardır?

 

İnanç aklın çözümlerinin bittiği yerde, “ötesine” dair duyulan güçlü sezgiden ibarettir. En nihayetinde akılla dirsek teması sürse de inancın açıklanabilir akıl güzergâhı yoktur.

 

İnanç ve akıl arasındaki ilişki aklın önceliğine dayanır.

 

Aklı olmayan insanın inanç geliştirebilmesi mümkün değildir.

 

Aklı reddeden şeriat rejimlerinde bile bu böyledir. Şeriat rejiminde “akıl” ancak şriata göre yetkilendirilmiş kişilere mahsus bir ayrıcalıktır. Şeriat rejimlerinde sıradan inananların akıllarının hiçbir önemi yoktur. Sıradan inananın ya da sıradan dindarın kendi aklını kullanması ihtimali “Herkes kafasına göre din yaşamaya kalkarsa din kalmaz!” savunmasıyla engellenir.

 

Şeriat rejimlerinde başkasının aklına inanarak akıl ötesine inanmanın imkânı elde edilir. Oysa hiç kimse şeriat rejiminde aklı ve sınırlılıkları bize benzeyen insanların akıllarının neden inanç alanında daha güçlü sezgiler geliştirebildiğine inanması gerektiğini düşünmez.

 

Şeriat alanı, inananın önce başkasının aklına sonra da o aklın emrettiği, dayattığı bilinmezlik alanına inanmasını emreder.

 

Aklın öncelenmesi neden önemlidir? Çünkü her akıl sahibi öncelikle aklının sınırlılıklarıyla sonra da tutarlı düşünebilme yeteneğiyle “bilinmezlik alanı” hakkında kendince bir fikir geliştirebilir. Oysa aklı engellediğimizde “bilgi ötesi” alan hakkında tam anlamıyla cahil kalırız. Ne kendi akıl sınırlarımızı test edebiliriz ne de özgürce tutarlı düşünceler geliştirebilir, “akıl yürütebiliriz”.

 

Aklın öncelenmesi neden önemlidir? Çünkü akıl, kelimeleri, dili kullanır ve dünyayı sürekli tanımlar.  Dolayısıyla şeriatta sıradan inananın, din yetkililerinin tanrı adına söylediklerine inanması istendiğinde dahi, inananın aklı çeşitli akıl yürütmelerle ikna edilmeye çalışılır.

 

Dolayısıyla şunun anlaşılması gerekir: Akıl inanmak için yeter-şarttır ama -gerek şart değildir. Çünkü “inanmak” ancak  bir kanaat olarak  sağlam bir gerekçe sunar, bir gerekçe olarak kullanılamaz.

Dolayısıyla aklıyla Tanrı’yı veya dini reddeden insanlar, akıllarını, inançları gereği reddeden insanlardan daha “doğal” davranırlar.

Hiç yorum yok: