Para hep bir değişim aracı olarak
düşünülmüştür.
Bu ilk bakışta doğrudur ama
paranın doğasını tam açıklayamaz. Paranın asıl işlevi, değer belirleyiciliği
olmaktan öte egemenlik alâmeti olmasıdır. Bu yüzdendir ki egemenler,
kendilerine ait bir bayrak yarattıktan hemen sonra kendi adlarına sikke
bastırmışlardır.
Peki kendi adına sikke bastırmak
ne demektir? Bu, bastırılan sikke kadar “değerin” egemenliğin güvencesi altında
olduğunu söylemek demektir.
Bunu merkez bankalarındaki altın
rezervleri temsil eder (Ya da eskiden temsil ederdi).
Bunu anlamak için de bankacılık
sistemine bakmamız gerekir. Bankaların kasalarında halihazırda bulunan para,
onların işlettiği paranın pek azıdır. Banka üretim yoluyla meydana getirilen varlıkların
sürekli artışıyla bu varlıkların değerlerine karşılık gelen “senetleri”, bu
senetlerin temsil ettiği değer beklentilerini sürekli takas eder.
Yani para aslında varlıkların
değerleri konusunda birbirimize verdiğimiz senetlerden ibarettir.
Devlet bu senetlerin güvenilir
olmasından sorumludur. Bu yüzdendir ki
hayatlarımızın emniyetini nasıl sağlamakla görevliyse beklentilerimizin “güvenliğinden”
öyle sorumludur. Yani devlet bize şöyle söylemektedir: “ Aldığınız ve
sattığınız her şeyin bedeli benim
güvencemdedir. Bu bedeller için size verdiğim güvencenin senetleri cebinizdeki
paralardır.”
Yani aslında hepimiz ceplerimizde birer mikro hisse senedi ya da tahvil
taşırız.
Parayı hisse senetlerinden ya da
tahvillerden ayıran şey, “değerle” ilgili ilk sembol olarak ortaya çıkmış
olmasıdır. Para ilk “değer simgesidir/sembolüdür”.
Neden böyledir?
Çünkü her şeyi her şeyle takasa etmekte
bir ortaklık sağlanamamıştır. Oysa herhangi bir ortak sembol, hepimize üzerinde
konuşulabilecek, düşünülebilecek bir “soyut zemin” sağlamıştır.
Bu soyut zeminin sürdürülebilmesi
ve hayatın gelişiminin güvence altına alınması ihtiyacı, artan nüfusla birlikte
daha fazla hissedilmeye başlamıştır. Bu ihtiyaç da bir emniyet ve adalet sağlayıcı
tekel olarak devletçe giderilmiştir. Böylece devlet, egemenliği altındaki
herkese, “ Varlıklarınızın değeri ile ilgili beklentileriniz benim güvencem
altındadır.” Demiştir. Bu beklentileri
de birer sembol olarak hepimizin paylaştığı paralarda göstermiştir. Birbirimize
para verdiğimizde aslında söylediğimiz şudur: “Sana verdiğim para, devlet
güvencesindeki gerçek bir değerin senedidir.” Bu “değer”, normal şartlar
altında hazinenin altın rezervleridir.
Oysa enflasyon denen şey, devlet
egemenliğini fiilen kullanan hükümetlerin, pata ile ilgili beklentileri boşa
çıkarması, karşılığında gerçek bir değer olmayan kâğıt parçaları basmasıdır.
Peki bu neden önemlidir?
Meselâ Türk Lirası yerine
Amerikan Doları kullanırsak ne olur? Bu, “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin
beklentilerimi karşılayacağına güvenmiyorum, onun egemenlik iddiasının, adalet
ve emniyet sağlayıcılığının benim için bir değeri kalmamıştır. Ben ABD’nin egemenlik
alâmetinin daha değerli olduğunu düşünüyorum” anlamına gelir.
Çok mu dramatik ya da romantik? O
halde egemenlik iddiasıyla ortaya çıkıp da paralarını hiç tanımadığımız
devletlerin durumuna bakmak herhalde iyi olur. Söz gelimi ellerinde kalaşnikoflarla
herhangi bir arazide egemen olan Afrika topluluklarının bastıkları paranın tarladan
daha büyük olmayan araziler dışında hiçbir değerinin olmadığını, hatta o
arazilerde bile aslında eski sömürgecilerinin parasının geçerli olduğunu görmek
yeterli değil midir? Herhangi bir Afrika ülkesinde, üzerinde herhangi bir
diktatörün resminin olduğu bir para, o diktatörün egemenliğini gösteriyor
olabilir ama bu para, o “ülkenin” insanlarınca yalnızca mecburiyetten
kullanılan değersiz bir değişim aracı olacaktır. O ülkelerde değerlerin gerçek
hesaplanma aracı başka bir para birimiyse bu: “Ülkemizin değerlerinin karşılığını
hesaplarken başka bir parayı kullanıyorsak değer hesaplamakta kullandığımız parayı
basan ülkenin merkez bankasındaki varlıklara (altınlara) güveniyoruz. Varlıklarımızın
karşılığının ülkemizdeki egemenin güvencesinde olduğuna inanmıyoruz!” demektir.
O yüzden de herhangi bir arazide
eline kalaşnikof alıp da yol kesip sözde adalet dağıtmakla devlet olunamaz. Hatta
sırf bu egemenliği belli etmek için üstü resimli kâğıtlar basarak bunların para
olduğunu söylemekle bile devlet olunmaz.
Devlet , üstü resimli kâğıt parçalarıyla (senetlerle) yarattığı değer
beklentilerini, sürekli koruyabilen egemenlik örgütlenmesidir.
İşte bu yüzdendir ki “hükümet parası” terimi, hükümetlerin devlet
ciddiyetini neden koruması gerektiğini bize sürekli hatırlatır. Devlet ciddiyetini
ve egemenliğini ödünç alan hükümetler paranın değerini düşürdüklerinde aslında
egemenliğini emanet aldıkları ulusun gücünü ve egemenliğini zedelemiş olurlar.
Sahi “Türk parasının değerini
koruma kanunu” diye bir kanun yok muydu?
Hadi o kanunu sildik diyelim. “
Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.”e ne oldu?