Evet! Bu mümkün!
O halde yazı bitti mi? Bazı okurlarımız için bitmiş olabilir ama “Ekemeğimize bakalım”cıları çıkarınca
geriye kalan az sayıdaki meraklı için
yazı devam ediyor.
Öncelikle matematiğin neden
sevilmediğine bir bakalım mı?
Benim kişisel tecrübelerim,
matematiğin fazlasıyla soyut, anlaşılmaz ve kibirli olduğu izlenimimle
ilgilidir. Sanırım bu konuda pek çok
öğrenci de bana katılacaktır.
Matematik, matematik
öğretmenlerinin, üstün hiyerarşik egoları ( Elbette hepsi öyle değil ama genelleme yapmamıza yetecek kadarının öyle
olduğunu herhalde söyleyebiliriz), konularının
hayattan kopuk sunulması-anlatılması düşünceyle ilgisinin (mantık) açıklanmadan sunulması-anlatılması gibi sebeplerden ötürü matematik kafalarımızda fevkalade sevimsiz, anlaşılmaz, itici,
taşınmaz bir yük haline gelmiştir.
Son zamanlarda sosyal medyada matematikle ilgili artan sayıda popüler videoların çekilmesi
aslında, matematik hakkındaki kötü izlenimlerin giderilmesinde yardımcı oluyor.
Az önce şans oyunlarında kaybetme
olasılığının neden daha fazla olduğuna dair bir iki video seyrederken bu konuyu
düşündüm. Matematik öğretmeni, konuyu gayet anlaşılır açıklıyordu. Konuyu
bilmeyenler için, konunun “açıklanabilir” olduğunu görmek yeterliydi. Bu
açıklamada inkâr edilemez ve tartışılmaz bir şekilde matematiğin
kesinliğiyle yapılıyordu.
Aslında hepimiz sayıların mutlak
gerçeği ifade ettiğini biliyor ve kabul ediyoruz. Hepimiz son sözü matematiğin
söyleyeceğini biliyoruz. O halde neden matematiği sevemiyoruz?
Çünkü daha önce dediğimiz gibi
matematiğin ne işe yarayacağını bilemiyoruz. Bunun yanı sıra matematik
öğretmenlerinin “aşkın egolarının” kafamızda yarattığı hiyerarşi, matematiği “kendi
başımıza” kullanmamızı psikolojik olarak
engelliyor. Matematik öğretmenin yer yer elindeki tebeşiri bir sopa gibi
sallaması, anlattığı dersin, “kurtulunması” gereken bir ceza oturumu gibi görülmesine yol açıyor.
Oysa bütün temeli, buzul çağında
( yanılmıyorsam) hayvan sayısının daha az yer tutan ve taşınabilir bir araçla
ifade edilmesi ihtiyacıyla ortaya çıkan “sayma” işlemine dayanan, bu en temel
düşünme biçiminin anlaşılmaması için hiçbir sebep yok. Nitekim ben de dahil pek
çok öğrencinin korkulu rüyası olan “olasılık” hesapları dört işlemden başka bir
çözüm içermiyor.
Matematik öğretmenlerimizin üstün
zekâları ve bilgileri şüphesiz onları değerli kılıyor. Sorun şu ki bunun öğrencileri neden ilgilendirmesi
gerektiği sorusu cevapsız kalıyor. Belki de öğretmenlerimizin artık “kullanıcı
dostu” bir matematik oluşturmaları ve anlatmalarının zamanı gelmiştir.
“Kullanıcı dostu” matematik diye
uydurduk ama bunun içini nasıl doldurmalıyız, değil mi? Şöyle.
1- Matematiğin,
hayatın kendisi olduğu, her seferinde birer örnekle mutlaka gösterilmeli. Para
üstünü hesaplamaktan, üniversite sınavındaki etkisinden dolayı not ortalamasını
bulmaya kadar hayatın her alanında ondan yararlandığımızı daha da yararlanmamız
gerektiğini öğretseler sanırım öğrenci artık matematiği yabancılamaz ve daha
rahat benimser. Örneklendirme olmaksızın hayat anlaşılamaz. Çünkü insan
simgesel düşünür. Simgesel düşünüşün yani insan varoluşun en kristalize hali
olan matematiğin, “anlaşılamaması” aslında tam da bu yüzden, mümkün değildir. Şeyler
arasında, “sayılabilir ilişkilerin” kurulması, üstün zekâların büyüsü değildir,
insan zekâsının doğal işleyişinin sonucudur.
2- Matematiğin,
beyni olan herkesin yanında taşıyabileceği kullanışlı bir araç olduğu öğretilmeli.
Böylece herkes merak ettiği konuları, çözmek istediği sorunları çözmek için
matematiğin çok işlevli bir İsviçre çakısı olduğunu düşünecektir. Sorunları
kendi başına çözebilmek için elinde bir
aracı olduğunu düşünen hiç kimse de bir başkasına muhtaç kalmayacaktır. Bu da insanın bireysel özgüvenini ve özdeğer
hissini güçlendirecektir.
3- Peki
ama bütün bunlar nasıl sağlanacaktır? Öğrenciye iki satırlık bir kural ezberletip
öğrencileri Pavlov gibi kuralla soru
arasında şartlayarak mı? (“Kullanıcı dostu” yazılım geliştirememenin en büyük
sebebi işte aslında budur. ) Bu, hızlı, kullanışlı ve sonuç getirici bir yöntem gibi
görünebilir ama orta ve uzun vadede çöp üretmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü
verilen kuralın çeşitlemelerinin nasıl gelişebileceği, bu özet kuralın aslında
neyle ilgili olduğu anlatılmazsa kural derhal “iş bitiğinde unutulması gereken”
kısa süreli hafızaya yazılıp sonra çöpe atılır.
“Sen ne bilirsin?” denebilir ve
denmeli de. Fakat sorun şudur: Bugün matematik öğretiminin en büyük açmazı, bir doktorun, hastanın derdini ve şikâyetini,
onun ağzından, onun anlatımıyla dinlemeksizin
teşhis koymasına benzemesidir. Öğrencinin ne hissettiğiyle, ne algıladığıyla
ve nasıl anladığıyla ilgilenmeksizin, onun önüne kuralları döküp bunlardan bir
şempanze otomatizmiyle yararlanmasını
istemek, öğrencilere belki üniversite kazandırabilir ama aynı zamanda onları “ekmeğine
bakmaktan” başkasını bilmeyen, düşünce düşmanı okumuşlar yapmaktan başka bir
işe yaramaz.
Ben hâlâ inanıyorum: Matematik
sevilebilir. Matematik kullanışlıdır. Matematik hayattır.