Ulus Devlet Yok Oldu mu Sahiden?
“Mutlaklık” yok mudur?
“Evrim Ağacı” pozitif bilimlerde güzel tespitler barındıran
bir site ne yazık ki bilimsellik yetkisini ele almak insanın alabildiğine saçmalamasına engel olamıyor gibi. Bunu v söylememin bir
diğer sebebi, yazıya “literatür “olarak kaydedilen safsataların, boş sözlerin
de “bilimsellik” klnaıyla korunmuş
olmasından…
Şimdi sevgili “Evrim Ağacının*” şu satırlarına bir
göz atalım:
“…Biz bireyler, parçalardan
oluşuruz. Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözü kulağa hoş gelse de
özgür düşünen ve dış etkenlerden etkilenmeyen bir özneye sahip olduğumuz
tartışmalıdır. Parçalıyız, çünkü bulunduğumuz toplum, tarih, kültür ve ekonomik
süreçlere kadar bu etkenler kişiliğimizi etkilemekte ve özneyi parçalamaktadır.
Sosyal yapılandırmalarımız kusurludur. Mutlaklık evrende yoktur. Her ne kadar
teknolojiyle doğayı dönüştürmeye çalışan insanlar yine de doğanın bir parçası
olduğu için tarih süreci içerisinde felsefecilerin aradığı mutlaklık
bulunmamaktadır….”
Bu satırları aktarmamın sebebi
yazının ilerisinde , ulus devletin aslında nasıl da uyduruk bir şey olduğunu,
bugün bunun bir anlamının kalmadığını, bunun temelinde “milliyetçiliğin ve
ırkçılığın” olduğunu ispatlamak için kullanılması.
Biz bireyler parçalardan
oluşuyoruz örneğin. Bu parçalar nelerdir? Ya da bu parçalar birbirlerinden
bağımsız şekilde işleyen varlıklar
mıdır? Evrim Ağacı bunu açıklamıyor. Peki ama parçalardan oluşan bir varlık
olarak insan eylemlerinden dolayı nasıl
bir bütün olarak yargılanabiliyor? Ya da insan iradesi vücudunun bütününe tesir
edemiyor mu? Yaşamsal temel sistemler bile irade ile bir ölçüde etkilenebilirken
bir insanın “parçalardan oluştuğunu” söylemek ne anlama geliyor?
“Düşünüyorum o halde varım..” sözü kulağa hoş gelse de
aslında yanlışmış. Peki ama neden yanlışmış? Çünkü özgür düşünen ve dış etkenlerden
etkilenmeyen bir canlı değilmişiz. Araya kaç tane literatür sokarsanız sokun
bir hurafe, bir mantıksızlık bir çelişki, bir tutarsızlık öyle kalmaya
mahkûmdur. Eğri cetvelle doğru çizgi çizemezsiniz. Her şeyden önce “ Düşünen
insanın” varlığının farkında olmasını anlatan bu sözle “ dış etkenlerden
etkilenmeyen” bir canlı mı anlatılmak isteniyor. Ama dahası insan gerçekten
özgür düşünemiyor mu? Evrim ağacına göre mutlaksızlık o kadar “vardır” ki iç
kimse “aslında” özgür düşünemez, hepimiz dış etkenlerden etkileniriz.
Burada Evrim Ağacı, insanı DNAya
mahkûm diğer canlılarla bir sayıyor. Oysa “insan” kavramının ortaya çıkışı, “insan
olgusunun” doğasının diğer canlılardan bir bilinç yoluyla “mutlak” biçimde
ayrıldığının farkına varılmasıyla ortaya çıkıyor.
“Çeşitli etkiler özneyi” parçalamaktaymış.
Öncelikle “özne” cümlede yapan eden, eyleyen
ögedir. “Ben okula gittim” cümlesindeki “ben” öznedir. Üzerine etki edilen
ögeye ise “nesne” denir. Kısacası bir “öznenin”
parçalanması saçmalıktır. Şimdi biri “ Canım kelimelere bu kadar
takılmak ne kadar anlamlı” diyebilir ama otuzdan fazla literatürle okura abanan, bu literatürlerle
okurun kafasında felsefi bir baskı ve
hâkimiyet oluşturan, bir yazı
yazıyorsanız kelimelerin “anlamları” konusuna boş veremezsiniz. Bir sürü şey söyleyip bir sürü zırvayı alt
alta yazarak bir “ Bakın ne kadar sağlam şeyler söylüyorum!” iddiasını
güttüğünüzde yaptığınız şey kelimeleri gayet bilerek kullandığınızı
göstermektir. Oysa özne ile nesne arasındaki farkı bilmiyorsanız yazınızın
altına ne kadar makale ya ad kitap
yığdığınızın bir anlamı ve önemi yoktur.
“Öznenin ektilerle parçalanması”
cümlesi en temel Türkçe bilgisinin dahi olmadığını gösterir. Türk
okurlarına Türkçe kelimelerin “mutlak
anlamlarına “ dayanarak bir şeylerin nasıl olması gerektiğine dair bir önerme
sunuyorsanız böyle bir hata yapamazsınız. Böyle bir hatayı “mutlaklığın
olmadığı” gibi saçma sapan bir iddiaya dayanarak bile yapamazsınız. Çünkü
kelimeler düşüncenin temel yapılarıdır.
Evrim Ağacı’nın “özne”
konusundaki bu affedilmez yanlışından bir
adım öteye gidersek öznenin parçalandığı ifadesiyle neyin anlatılmak istediğine ulaşıyoruz. Cümlede
“yapan” “eden”, “etkileyen” ögenin
parçalanmasıyla acaba özne hangi yetisini kaybetmektedir? Diyelim ki pek çok
dış etken bizi “parçalamaktadır”. Bu durumda biz özgür düşünemez hale mi geliriz? Böylece aslında dış etkenlerin oradan oraya savurduğu parçalanmış bir canlı mı oluruz? Elbette
işler böyle yürümez. Çünkü insanın dış etkenlerden etkilenmesi, onun eninde
sonunda karar verici ve uygulayıcı bir özne olduğu gerçeğini değiştiremez. Bu
da bize şunu gösterir: Öznenin karar verme süreci ne kadar çapraşık, çelişkili
olursa olsun özne aklı ve vücuduyla bir bütün olarak bir seçim yaparak mutlaka
ve mutlaka dünya üzerinde bir etki yaratır.
NAZİ iktidarı Alman Ulusu’nun büyük bir propaganda makinesiyle
kandırılmasıyla oluşsa a buna kanmayan insanların varlığı insanların hiç de “dış
etkenlerle parçalanmış özneler” olmadığını kanıtlar. Özne karar vereni eyleye,
etkileyen bir varlık olarak belki yanlışlara düşebilir ama karar vermek ve uygulamak
noktasındaki MUTLAKLIĞI oluşturur. Sözün varlığı, anlamlar üzerindeki uzlaşı,
dillerin varlığı, yargıların varlığı mutlaklığın ta kendisidir!
O halde “varlık vardır”. Varlığın
inkâr edilemezliği mutlaklığın
dayanağıdır. Bir ölçümün göreceliği, ölçülen olayın veya nesnenin mutlaklığını
ortadan kaldıramaz. Dolayısıyla
görecelik bize “varlıkların” varlığını tartıştırmaz, onları nasıl
algılayacağımız,, algılarımızın sınırlılığı ve yanlılığı oluğunu hatırlatır.
Evrim Ağacı’nın içinde düştüğü
yanlışlık şöyle özetlenebilir: “ Madem sınırlıyız o halde varlığın
mutlaklığından bahsedemeyiz.”
Tabii buradan hareketle yükte ağır içerikte bomboş bir literatür istifini
okurun üstüne yığarak aslında ulus devletin de var olamadığını, “ara bilgelerin”
varlığının her şeyi belirsizleştirdiğini iddia ediyor. Bunu da Arabesk müzikle örneklendiriyor.
Sorun şu ki insanın belirsizliği
ortadan kaldırmak arzusu dilleri meydana getiren temel etken. Çünkü insan
yalnızca algılamıyor daha da ötesi ancak
ve yalnız dünyayı tanımlayarak anlamlandırarak var olabiliyor. Bu yüzdendir ki “kanunlar”
yapıyor ve bilimsel düzenlilikleri de “kanun” diye nitelendiriyor.
İnsanın anlamlandırma ihtiyacı,
belirsizlikleri, tanısızlık bölgelerini minimize etmesini ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla
insan eyleminde “anlamlandırma” temelse, anlamsızlık istisna olarak ortaya
çıkıyor. Dolayısıyla tumturaklı sözleriyle Evrim Ağacı’nın Harvard Usulü
zırvalar yığmasını sağlayan yapı sökümcüler
aslında bütün yaptıklarının insanı dilsizleştirerek yok emek olduğunu anlayamıyorlar bile.
Evrim Ağacı “imagined” terimin arkasına
sığınarak işi, ulus yapılarının uyduruk
ve vazgeçilebilir inşalar olduğuna kadar vardırıyor. Sorun şu: İnsanların
toplumsal yapılarını karmaşıklaştırma ihtiyacı, onların dillerini
geliştirmeleri süreciyle koşut ilerliyor. Dillerini zenginleştiremeyen, geliştiremeyen
topluluklar devlet kuran uluslar haline
gelemiyorlar. Evrim Ağacı, insani inşaların hepsinin uydurma olduğu teziyle
aslında kendisinin de üyesi olduğu modern insanın neden” sapiens” diye adlandırıldığın
göz ardı ediyor.
Ama sanırım Evrim Ağacının asıl
saldırdığı, sevmediği, yok etmek istediği şey de tam olarak “ulus devleti”.
Elbette standart bir bilimsel
unvan almak sürecinden geçip zırvaları dahi uygun bir sunumla istifleyerek herkese her istediğinizi
söyleyebileceğiniz bir Amerikan panteonunda bir köşede barınıp doların kur saltanatından nemalanıp Türk Ulusu’na “ulus devlet” zırvası üzerinden saldırabilmek
lüksü herhalde bambaşkadır.
Sevgili Evrim Ağacı yapısökümcülükle uğraşmaktan olsa gerek
bahsettiği arada kalmışlığın somut sonuçlarını, etkilerini bile Harvard
katarktı yüzünden göremiyor ( Hangi Amerikan üniversitesinin hangi şövalyelik unvanından yararlanıldığını zerrece
umursamıyorum…) Liminal bölgelerin varlığın esası olduğu ya da bu hale geldiği
yönündeki uluıs devlet düşmanı sözde hümanist yazısını bugünkü Türkiye’yi ve örnek vererek
yanlışlayabiliriz. Bugün Türkiye’yi yönetenler, Evrim Ağacı’nın ballandıra
ballandıra anlatıp da bilimselliğini dayandırdığı yapısökümcülerin tam da istediklerini yapıp,
ülkede belirsizliği, ara bölgeleri egemen kılarak bütün ahlâk normların alt üst
eden, bütün insani normları bir dehşet
dengesiyle parçalayan, bütün kurumsal yapıları belirsizleştiren insanlar.
Sevgili Evrim Ağacı, dolar kurunun
ona bahşettiği parayla taraçasında bir Amerikan Bayrağı’nın teminatı altında yaşayıp Amerika’nın
mutlak bilimsel üstünlüğüyle hepimize zırvalayabilirken biz burada tam
da onun dehşetengiz keşfiyle hepimize bir ahlak normu diye dayattığı ara bölge /liminal
bölge davranışının etnik, dinsel ve
hayvani hükümranlığında, parçalanmanın, ülkemizi kaybetmenin eşiğinde yaşıyoruz.
·
“https://evrimagaci.org/cografyanin-iki-arada-bir-derede-kalmis-mekanlari-liminal-mekan-nedir-8695?utm_source=evrimagaci&utm_medium=social&utm_campaign=as-twitter
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder