27 Nisan 2021 Salı

Parçalanan Öznenin “Evrim Ağacı’na” Cevabı

 


 

Ulus Devlet Yok Oldu mu Sahiden?

“Mutlaklık” yok mudur?

“Evrim Ağacı”  pozitif bilimlerde güzel tespitler barındıran bir site ne yazık ki bilimsellik yetkisini ele almak insanın alabildiğine  saçmalamasına  engel olamıyor gibi. Bunu v söylememin bir diğer sebebi, yazıya “literatür “olarak kaydedilen safsataların, boş sözlerin de “bilimsellik”  klnaıyla korunmuş olmasından…

 

Şimdi  sevgili “Evrim Ağacının*” şu satırlarına bir göz atalım:

“…Biz bireyler, parçalardan oluşuruz. Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözü kulağa hoş gelse de özgür düşünen ve dış etkenlerden etkilenmeyen bir özneye sahip olduğumuz tartışmalıdır. Parçalıyız, çünkü bulunduğumuz toplum, tarih, kültür ve ekonomik süreçlere kadar bu etkenler kişiliğimizi etkilemekte ve özneyi parçalamaktadır. Sosyal yapılandırmalarımız kusurludur. Mutlaklık evrende yoktur. Her ne kadar teknolojiyle doğayı dönüştürmeye çalışan insanlar yine de doğanın bir parçası olduğu için tarih süreci içerisinde felsefecilerin aradığı mutlaklık bulunmamaktadır….”

 

Bu satırları aktarmamın sebebi yazının ilerisinde , ulus devletin aslında nasıl da uyduruk bir şey olduğunu, bugün bunun bir anlamının kalmadığını, bunun temelinde “milliyetçiliğin ve ırkçılığın” olduğunu ispatlamak için kullanılması.

 

Biz bireyler parçalardan oluşuyoruz örneğin. Bu parçalar nelerdir? Ya da bu parçalar birbirlerinden bağımsız şekilde işleyen  varlıklar mıdır? Evrim Ağacı bunu açıklamıyor. Peki ama parçalardan oluşan bir varlık olarak insan eylemlerinden dolayı  nasıl bir bütün olarak yargılanabiliyor? Ya da insan iradesi vücudunun bütününe tesir edemiyor mu? Yaşamsal temel sistemler bile irade ile bir ölçüde etkilenebilirken bir insanın “parçalardan oluştuğunu” söylemek ne anlama geliyor?

 

“Düşünüyorum o  halde varım..” sözü kulağa hoş gelse de aslında yanlışmış. Peki ama neden yanlışmış? Çünkü özgür düşünen ve dış etkenlerden etkilenmeyen bir canlı değilmişiz. Araya kaç tane literatür sokarsanız sokun bir hurafe, bir mantıksızlık bir çelişki, bir tutarsızlık öyle kalmaya mahkûmdur. Eğri cetvelle doğru çizgi çizemezsiniz. Her şeyden önce “ Düşünen insanın” varlığının farkında olmasını anlatan bu sözle “ dış etkenlerden etkilenmeyen” bir canlı mı anlatılmak isteniyor. Ama dahası insan gerçekten özgür düşünemiyor mu? Evrim ağacına göre mutlaksızlık o kadar “vardır” ki iç kimse “aslında” özgür düşünemez, hepimiz dış etkenlerden etkileniriz.

 

Burada Evrim Ağacı, insanı DNAya mahkûm diğer canlılarla bir sayıyor. Oysa “insan” kavramının ortaya çıkışı, “insan olgusunun” doğasının diğer canlılardan bir bilinç yoluyla “mutlak” biçimde ayrıldığının farkına varılmasıyla ortaya çıkıyor.

 

“Çeşitli etkiler özneyi” parçalamaktaymış. Öncelikle “özne”  cümlede yapan eden, eyleyen ögedir. “Ben okula gittim” cümlesindeki “ben” öznedir. Üzerine etki edilen ögeye ise “nesne” denir. Kısacası bir “öznenin”  parçalanması saçmalıktır. Şimdi biri “ Canım kelimelere bu kadar takılmak ne kadar anlamlı” diyebilir ama  otuzdan fazla literatürle okura abanan, bu literatürlerle okurun kafasında  felsefi bir baskı ve hâkimiyet oluşturan,  bir yazı yazıyorsanız kelimelerin “anlamları” konusuna boş veremezsiniz.  Bir sürü şey söyleyip bir sürü zırvayı alt alta yazarak bir “ Bakın ne kadar sağlam şeyler söylüyorum!” iddiasını güttüğünüzde yaptığınız şey kelimeleri gayet bilerek kullandığınızı göstermektir. Oysa özne ile nesne arasındaki farkı bilmiyorsanız yazınızın altına ne kadar  makale ya ad kitap yığdığınızın bir anlamı ve önemi yoktur.

“Öznenin ektilerle parçalanması” cümlesi en temel Türkçe bilgisinin dahi olmadığını gösterir. Türk okurlarına  Türkçe kelimelerin “mutlak anlamlarına “ dayanarak bir şeylerin nasıl olması gerektiğine dair bir önerme sunuyorsanız böyle bir hata yapamazsınız. Böyle bir hatayı “mutlaklığın olmadığı” gibi saçma sapan bir iddiaya dayanarak bile yapamazsınız. Çünkü kelimeler  düşüncenin temel yapılarıdır.

 

Evrim Ağacı’nın “özne” konusundaki  bu affedilmez yanlışından bir adım öteye gidersek öznenin parçalandığı ifadesiyle  neyin anlatılmak istediğine ulaşıyoruz. Cümlede “yapan” “eden”, “etkileyen”  ögenin parçalanmasıyla acaba özne hangi yetisini kaybetmektedir? Diyelim ki pek çok dış etken bizi “parçalamaktadır”. Bu durumda biz özgür düşünemez hale mi geliriz? Böylece aslında dış etkenlerin oradan oraya savurduğu  parçalanmış bir canlı mı oluruz? Elbette işler böyle yürümez. Çünkü insanın dış etkenlerden etkilenmesi, onun eninde sonunda karar verici ve uygulayıcı bir özne olduğu gerçeğini değiştiremez. Bu da bize şunu gösterir: Öznenin karar verme süreci ne kadar çapraşık, çelişkili olursa olsun özne aklı ve vücuduyla bir bütün olarak bir seçim yaparak mutlaka ve mutlaka dünya üzerinde bir etki yaratır.

 

 NAZİ iktidarı Alman Ulusu’nun  büyük bir propaganda makinesiyle kandırılmasıyla oluşsa a buna kanmayan insanların varlığı insanların hiç de “dış etkenlerle parçalanmış özneler” olmadığını kanıtlar. Özne karar vereni eyleye, etkileyen bir varlık olarak belki yanlışlara düşebilir ama karar vermek ve uygulamak noktasındaki MUTLAKLIĞI oluşturur. Sözün varlığı, anlamlar üzerindeki uzlaşı, dillerin varlığı, yargıların varlığı mutlaklığın ta kendisidir!

 

O halde “varlık vardır”. Varlığın inkâr edilemezliği mutlaklığın  dayanağıdır. Bir ölçümün göreceliği, ölçülen olayın veya nesnenin mutlaklığını ortadan kaldıramaz.  Dolayısıyla görecelik bize “varlıkların” varlığını tartıştırmaz, onları nasıl algılayacağımız,, algılarımızın sınırlılığı ve yanlılığı oluğunu hatırlatır.

 

Evrim Ağacı’nın içinde düştüğü yanlışlık şöyle özetlenebilir: “ Madem sınırlıyız o halde varlığın mutlaklığından bahsedemeyiz.”

 

Tabii buradan hareketle  yükte ağır içerikte bomboş bir literatür istifini okurun üstüne yığarak aslında ulus devletin de var olamadığını, “ara bilgelerin” varlığının her şeyi belirsizleştirdiğini iddia ediyor. Bunu da Arabesk müzikle örneklendiriyor.

 

Sorun şu ki insanın belirsizliği ortadan kaldırmak arzusu dilleri meydana getiren temel etken. Çünkü insan yalnızca algılamıyor daha da ötesi  ancak ve yalnız dünyayı tanımlayarak anlamlandırarak var olabiliyor. Bu yüzdendir ki “kanunlar” yapıyor ve bilimsel düzenlilikleri de “kanun” diye nitelendiriyor.

 

İnsanın anlamlandırma ihtiyacı, belirsizlikleri, tanısızlık bölgelerini minimize etmesini ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla insan eyleminde “anlamlandırma” temelse, anlamsızlık istisna olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla tumturaklı sözleriyle Evrim Ağacı’nın Harvard Usulü zırvalar yığmasını sağlayan yapı sökümcüler  aslında   bütün yaptıklarının insanı  dilsizleştirerek  yok emek olduğunu anlayamıyorlar bile.

 

Evrim Ağacı “imagined” terimin arkasına sığınarak  işi, ulus yapılarının uyduruk ve vazgeçilebilir inşalar olduğuna kadar vardırıyor. Sorun şu: İnsanların toplumsal yapılarını karmaşıklaştırma ihtiyacı, onların dillerini geliştirmeleri süreciyle koşut ilerliyor. Dillerini zenginleştiremeyen, geliştiremeyen topluluklar  devlet kuran uluslar haline gelemiyorlar. Evrim Ağacı, insani inşaların hepsinin uydurma olduğu teziyle aslında kendisinin de üyesi olduğu modern  insanın neden” sapiens” diye adlandırıldığın göz ardı ediyor.

 

Ama sanırım Evrim Ağacının asıl saldırdığı, sevmediği, yok etmek istediği şey de tam olarak “ulus devleti”.

 

Elbette standart bir bilimsel unvan almak sürecinden geçip zırvaları dahi  uygun bir sunumla istifleyerek herkese her istediğinizi söyleyebileceğiniz bir Amerikan panteonunda bir köşede barınıp doların  kur saltanatından nemalanıp Türk Ulusu’na  “ulus devlet” zırvası üzerinden saldırabilmek lüksü herhalde bambaşkadır.

 

Sevgili Evrim  Ağacı yapısökümcülükle uğraşmaktan olsa gerek bahsettiği  arada kalmışlığın  somut sonuçlarını, etkilerini bile Harvard katarktı yüzünden göremiyor ( Hangi Amerikan üniversitesinin hangi  şövalyelik unvanından yararlanıldığını zerrece umursamıyorum…) Liminal bölgelerin varlığın esası olduğu ya da bu hale geldiği yönündeki uluıs devlet düşmanı sözde hümanist yazısını  bugünkü Türkiye’yi ve örnek vererek yanlışlayabiliriz. Bugün Türkiye’yi yönetenler, Evrim Ağacı’nın ballandıra ballandıra anlatıp da   bilimselliğini dayandırdığı  yapısökümcülerin tam da istediklerini yapıp, ülkede belirsizliği, ara bölgeleri egemen kılarak bütün ahlâk normların alt üst eden, bütün insani normları  bir dehşet dengesiyle parçalayan, bütün kurumsal yapıları belirsizleştiren insanlar.

 

Sevgili Evrim Ağacı, dolar kurunun ona bahşettiği parayla taraçasında bir Amerikan  Bayrağı’nın teminatı altında yaşayıp Amerika’nın mutlak bilimsel üstünlüğüyle hepimize zırvalayabilirken biz burada tam da onun dehşetengiz keşfiyle hepimize bir ahlak normu diye dayattığı ara bölge /liminal bölge davranışının  etnik, dinsel ve hayvani hükümranlığında, parçalanmanın, ülkemizi kaybetmenin  eşiğinde yaşıyoruz.

 

 

·         “https://evrimagaci.org/cografyanin-iki-arada-bir-derede-kalmis-mekanlari-liminal-mekan-nedir-8695?utm_source=evrimagaci&utm_medium=social&utm_campaign=as-twitter

6 Nisan 2021 Salı

Yarım Kalan Görev

 

  

Mutluluk bir görevdir evet…

 

Ama işte bazen elinden gelmez insanın.

 

Ya her şey üstüne üstüne gelir insanın…

 

Ya derin mi derin bir çaresizlik kuşatır insanı ya en sağırından bir cevapsızlık.