Karanlık her gün daha da
yaklaşıyor.
Aslında belki de tam da bunlar için en uygun zamandır. Çünkü karanlık
yaklaşmasa, kötülük bu kadar fütursuz ilerlemese, hayvanlık bu kadar hızlı yayılmasa
insan olmanın anlamını idrak edemeyebilirdik.
Öbür yandan insanlık değerlerinin
uluslaşmayla ilgisi bundan yüz yıl önce Atatürk tarafından en açık ve mantıklı
biçimde gösterilmişken her şeyi yeni baştan öğrenmemiz bana korkunç görünüyor.
Yüz yıl önce Anadolu’dan bizi
kovmak için taşeronluğunu Yunanlıların yaptığı bir saldırıyı püskürterek Anadolu’da kaldık.
Ne yazık ki türbanlı bir bacımız çok izlenen bir tartışma programında “
İngilizler burada olsaydı en azından ibadetimizi istediğim gibi yapabilirdim..”
dedi ve Atatürk’ü sevmediğini açık açık ifade etti.
Bu türbanlı bacımız aslında ülke
nüfusunun yarıdan fazlasını temsil
ediyordu. Bu şu anlama geliyor. Ülkede
kendisini “millî irade” sanan bir seçmen kitlesi, ülke saldırıya, tecavüze
uğrasa Türk Ordusu’nun yenilmesi için düşmanla iş birliği yapmaktan
çekinmeyecek. Bunu yaparken de “Müslümanlar olarak ibadetlerimize dokunmayacak
adil bir hükümeti destekliyoruz!” deyip işin içinden çıkacaklar.
Bundan dolayı geçenlerde Kurtuluş
Savaşı’nın aynı zamanda bir iç savaş olduğu tezi bana çok mantıklı göründü.
Vatan işgale uğrayabilir ve
yabancıları kovmak için herkes el birliği edebilir. Ya halk artık “yabancılaşmış”
ise o zaman ne yapmak lâzım?
Ya ülke nüfusunun yarısı Türklük
gururundan, övüncünden, bilincinden yoksunsa o zaman ne yapabiliriz? Ya bu yabancılaşmış
nüfus, bir de elinde ülkenin bütün emniyet, asayiş ve adalet organlarını bulunduruyorsa ne hissetmeliyiz?
Karamsarlık çok kolay ve kolaya kaçmamamız
lâzım, değil mi?
Mevcut durumun, Arap-Kürt etnik
ırkçılarının doğrudan doğruya Türk varlığına saldırısı olduğunu anlamağa
yanaşıyor muyuz? Maalesef hayır.
Ülkenin en büyük iki partisi, Ortadoğu’yu kana bulayan Kürt etnik terörüyle
uzlaşılabileceğini sanıyorlar. Suriye’de ve Irak’ta devletlerine ihanet ederek
silâhlanan Kürt teröristlerin içimizdeki destekçileriyle uzlaşabileceğini sanan
bir seçmen kitlesi var.
Çünkü ülkenin yarısı daha önce
söylediğimiz gibi zaten Türklüğü, Türk tarihini, Türklük bilincini vs zerre
kadar önemsemiyor.
Dolayısıyla etnisitelerini bile tam
bilemediğimiz beş milyon yabancı, ellerini kollarını sallayarak ülkeyi işgal ederken bu yabancılaşmış ve
kötüleşmiş bu egemen kitle, Türk
ülkesinin, hemcinslerince işgal edildiğini, böylece Türklüğün, kendi iktidarı
eliyle alenen yok edildiğini düşünmenin zevkiyle istediği gibi at koşturuyor.
Muhtemelen şöyle düşünüyorlar: “
Türklerin gidecek yerleri yok; dolayısıyla ülkeyi tam olarak ele geçirip
istediğimiz Arap-Kürt şeriat federasyonunu kurarsak Türklere istediğimiz her
şeyi yaptırabiliriz. İsteseler de istemeseler de bizim için nasıl olsa
üreteceklerdir.”
Atatürk, Gençliğe Hitabe’de milletine ihanet eden bir yönetici seçkinler grubunun olası tehlikesini
bize hatırlatıyordu. O Türk Milleti’ne öyle güveniyordu ki zamanla içindeki
yozlaşmış yobazların bu denli çoğalarak Türk düşmanı işbirlikçiler haline
gelebileceğini ve hele muktedir olabileceklerini herhalde aklına bile
getirmemişti.
Bugün tuzun koktuğu aşamadayız.
Ne bunu anlamağa çalışıyoruz ne
de bunu düzeltmek için uğraşıyoruz.
İyi de ne yapalım? Türk olduğu
için mutlu olan herkes kendisine ait birer blog ya da video kanalı açsın.
Durmaksızın “ulusal sorun” yavesiyle ya da “ümmet bilinci” denen zırvayla hırçınlaşan, Türklüğe hakaret eden, düşmanlık eden vatan haini koalisyonuna karşı fikirlerimizi
ifade edelim.
Evet… Bugün tam da tuzun koktuğu
yerde duruyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder