6 Eylül 2019 Cuma

Tarih Öyle Mi Olsun Böyle Mi Olsun?



halil inalcık ve tarih felsefesi ile ilgili görsel sonucu
İlber Ortaylı’nın otoritesinden sonra tarihçilerde bir popülarite  ve bilgiçlik yarışı başladı sanki. Her kanal “uzman bir tarihçi” çıkararak gerçeği bulmak dahası ona hükmetmek derdinde.

Ayşe Hür, Mustafa Armağan gibi isimler bildiklerimizin aslında yanlış olduğunu, “tarih Tanrısının” o eşsiz ve objektif bilgisiyle göstermeğe çalışıyor.

Tarihle ilgili iki sorun var.

Bunlardan birincisi, tarihe kaynaklık eden metinlerin ve eserlerin kökenleri… Kısaca tarihi kimin yazdığı veya oluşturduğu . Tarihçiler “güvenilir” saydıkları bilgi kaynaklarına bakarak geçmişle bugünün ilgisini kurmağa çalışan insanlar.

Tam da bu noktada İlber Hoca’nın “Tarihi devletler yazar.” Sözü aklımıza geliyor. Neden böyle? Çünkü toplumsal olaylara dair en doğrudan bilgiye devletler sahiptir. Belli bir tarihteki  buğday rekoltesinden, vatandaşların toplam gelirlerine kadar pek çok bilgi ancak devlet otoritesince derlenebilir ve kaydedilebilir. İşte sorun da burada başlıyor: Devletler objektif, tarafsız bilgi kaydedicileri midir?

Böyle olduklarını söylemek pek de mümkün değil. Çünkü her devlet belli bir toplumsal yapıya dayanır. Toplumsal yapılar  da  hayata cevap veriş biçimi (kültür), teknoloji, her ikisinin birleşimi  olan medeniyet ve daha da önemlisi algılama biçimiyle birbirlerinden yarılır. Dolayısıyla bu toplumların meydana getirdikleri “devletler” de bütün bunlara bağlı olarak oluşur. Sözgelimi kültürel yapısı basit/animal, teknolojisi düşük, algılama biçimi içe kapanmacı bir toplumsal yapıdan bugün anladığımız ve örnek aldığımız bir liberal demokrasinin çıkması mümkün değildir.

Hal böyle olunca tarihçilerin sürekli allamelik ederek   bilebildikleri kaynaklarla sidik yarıştırmalarının bir anlamı olmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü en tartışılmaz  sayılabilecek bir takım sayısal verilerde bile savaşların tarafları arasında ciddi tutarsızlıklar olduğuna her gün şahit oluyoruz.

Tarih disiplinin “kaynak eksenli”  sorunu bu.

Ama tarihin asıl sorunu, “yorumlayıcı eksenli” malumat sorunu. Kaynaklar kendi başlarına hiçbir anlam ifade etmezler. Bu kaynakların “bir şeylere işaret ettiklerini” söyleyenler tarihçilerdir. Demek ki tarihçinin esas işi anlam oluşturmaktır. Aksi takdirde olayların kayıtlarını ortaya dökerek yalnızca bir çamaşır sepetini salonun ortasına boşaltmış olurlar.

İş gelip bu anlamlandırma sürecine dayanıyor. Çünkü  aynı olaylara dair farklı kaynaklardan kaçınılmaz olarak  gelen  bilgilerin neden farklı olduklarını anlamak da tarihçinin işi. Aksi takdirde  tarih kaynaklarla sürdürülen bir sidik yarışı haline gelir. Sözgelimi Türk’lerin güneye  inmelerini engelleyen Çin Seddi’nin sahiplerinin “ Türk’lerle savaştık ama olayları tarafsızlıkla kaydetmezsek gelecek nesillere ayıp olur..” gibi bir endişeleri acaba var mıydı? Yoksa kayıtlarına  bir Türk önyargısı mı damga vuruyordu? İşte bunun neden ve nasıl olduğunu anlamazsak “gerçeğe” yaklaşamayız.

Oysa bugün tarihçilerin çoğunun anladığım kadarıyla gerçekle ilgisi yok. Tarih Türkiye’de ideolojik kamplaşmanın,  Kürtçüler için etnik asabiyetin, dinciler için Türk ve Atatürk düşmanlığının meşrulaştırıcısı bir kayıt kültünden ibaret.

Dolayısıyla da ağzını açan tarihçi “Ama falanca da böyle diyor, n’aber?” gibisinden muarızına allamelik taslamak dışında pek bir şey yapmıyor.

Tarihi kaynaklarda rastlanan öznellik  tarih yorumculuğunda da ortaya çıkıyor. Böylece   amaçsal bir kaynak derleyiciliğinin yanı sıra amaçsal bir yorumculuk durumu da ortaya çıkıyor. Burada  da titrler ve unvanlar  söz konusu “bilginin” dokunulmazlık kalkanı işlevini görüyorlar.

Peki ama tam tarafsız, adil ve adeta melek bir tarih yorumcusu diye bir şey var mıdır?

Düşünce namusuna sahip tarih yorumcuları elbette var. Kaldı ki “düşünce namusundan” kastımız ne olabilir? “Düşünce namusundan” kastımız, belki  kendi toplumsal önyargılarına rağmen “düşmanın” varlığına saygı göstermek olabilir.  Bunun dışında ve ötesinde çatışmaları tam bir tarafsızlıkla ele almak mümkün müdür? Meselâ savaş başlatıcı  Nazi rejiminin “düşünce namusuyla” meşruiyetinin ispatlanması  mümkün olabilir mi?

halil inalcık ve tarih felsefesi ile ilgili görsel sonucu “ Tam tarafsız bir tarih yorumundan herhangi bir anlam çıkarılabilir mi?” tarihçiler buna “ Tarihin işi anlamlandırmak değildir, ortaya koymaktır.”  diye cevap verirlerse onlara o halde neden durmaksızın her gece  bir televizyon kanalında, kanal politikalarına  uygun tarihsel yargılar sunduklarını sormak isterim. Tarih daima elindeki delillere göre ortaya bir hüküm koyar ki bu hüküm de mensup olunan ulusun dağarcığına bir anlam bakiyesi olarak katılır.

Bundan dolayıdır ki Viyana kuşatmaları Avrupalıların heykellerinde ezilen yeniçeriyle temsil edilirken hiçbir tarihçi “düşünce namusu” ile hareket ederek meselâ “ Ama Türklerin de yayılmağa ve fethetmeğe hakkı yok muydu?” falan demez.

Nasıl kaynak oluşturucu, kaynak yaratıcı toplumlar kaynakları kaçınılmaz olarak kendi parmak izleriyle yaratıyorlarsa kaynak anlamlandırıcısı tarihçiler de bu anlamları  kendi bilinçlerine göre meydana getirirler. Sözgelimi Marksist bir okuryazar için Türk tarihi, ancak resmi tarihten ve Türk yanlısı bir kayıttan ibarettir. O, tarihi ancak sınıfsal mücadelelerin bir kaydı olarak görecektir. Herhangi bir Kürtçü için  tarih, ezen Türk’lerin silmeğe çalıştığı sözde bir  Kürdistan İmparatorluğu kaydından ibarettir. Bir şeriatçı için tarih, Arap’ların dini yaymak için giriştikleri fetihlerin kayıtlarından ve asr-ı saadet menkıbelerinden ibarettir.

Bundan dolayıdır ki Türk düşmanlığı  tarihin   sözde kaynaklı  tarafsızlığına dayanarak Türk adına ve tarihine sürekli saldırmakta ve onu tahkir etmektedir.

Bundan da dolayıdır ki kaynaklara aşinalıkta rekabete girişmenin ulusun bilgi dağarcığına, anlamlandırma yeteneğine herhangi bir katkısı olmaz. Bu, ancak tarihçi egolarını tatmin eder.

Tarihçilerin sürekli  kendi gerçeklerini birbirleriyle yarıştırması ne gerçeği anlamamız sağlıyor ne de Türk çocuklarına sağlam bir varoluşsal anlam…



5 Eylül 2019 Perşembe

Amerikan Karşıtlığı Çözüm Mü?



anti amerikanizm ile ilgili görsel sonucuBugünkü sorunlarımızın belki de hepsinin temelinde Amerikan yandaşlığının veya işbirlikçiliğinin olduğu söylenebilir.

Bunu sebebi Amerika’nın kötülüğü değildir. Bu sorunlarımızın sebebi, adı ne olursa olsun herhangi bir devlete egemenliğimizi paylaşma imkânının verilmesidir.

Bugünkü Amerikan karşıtlığının kökeni “şeytan Amerika” algısına dayanıyor ki bu da bariz olarak soğuk savaş çatışmasındaki saflaşmaya gösterilen sadakattir.

Bunu söyleyince Amerika’yı aklamağa mı çalışıyoruz? Elbette hayır. Sorun, “kötü Amerika” algısının, aslında “iyi ve adil bir büyük devlet beklentisinin” bir ifadesi olduğunu anlamamak. Soğuk savaş saflaşmasında SSCB’yi, âdil, büyük, koruyucu, antiemperyalist vs sayarak Amerikan karşıtlığı yapanlar  bugün hâlâ aynı refleksi sahiplenirken aslında SSCB ve Çin gibi iki büyük zorba devletin mirasını sahiplendiklerini fark edemiyorlar.

Bir başka sorun da şu: Herhangi bir ülkenin vatandaşlarının başka bir ülkenin menfaatleri doğrultusunda görüş beyan etmesi “vatana ihanettir”. Dolayısıyla Türk menfaatleri karşısında “tarafsızlık iddiasıyla” SSCB’yi veya Çin Halk Cumhuriyeti’ni   savunmak, uluslar arası ilişkilerde “tarafsız” kalarak kendi ülkesinin ve milletinin menfaatlerini tartışılır kılmak vatana ihanetten başka bir şey değildir.

Gelinen noktada ABD bir günah keçisi haline getirilmiştir. ABD kendisini emperyal bir güç olarak  görmekte ve buna göre davranmaktadır.  Buna karşılık sözüm ona antiemperyalist komünist Çin de emperyal bir politika gütmekte, Tibet’teki ve Doğu Türkistan’daki işgalini sürdürmekte, komşu Türk ülkelerine sürekli nüfus pompalamakta, bu ülkelerin pazarlarını gerek nüfus gerekse para ile ele geçirmeğe çalışmaktadır.

ABD Türk siyasetine  doğrudan veya dolaylı en fazla müdahale eden devlettir, ve bunun tartışılır bir yanı yoktur.  Buna karşılık diğer ülkeler de pek çok konuda Türk egemenliğini tartışmaya açmağa, Türk varlığını diplomaside etkisizleştirmeğe çalışmaktadır. Yani Türk  Milleti’ne “dost”, “hami”, “koruyucu” olacak herhangi bir “iyi  devlet” falan yoktur.

Aslında uluslar arası ilişkilerde “başka ulusların hakkına saygı duyan koruyucu  bir büyük devlet” falan da yoktur. “Şeytan Amerika” söyleminin saçmalığı herhangi bir “melek devletin var olabileceği” zımni yanılgısına dayanmaktadır. Uluslar arası ilişkilerde hiçbir devlet kendi menfaatlerinden başkasına özen göstermez.

Oysa günümüz ulusalcılarının hemen hemen tamamı, “vatanseverliği”,  salt bir Amerikan karşıtlığı haline getirmiştir. Bu bir tür “sömürge aydını psikolojisidir.” Bu, bağımlı bir ruh halinin ifadesidir. Çünkü bu, herhangi bir  saflaşmada safını başka güçlere göre belirleme zaafının bir belirtisidir. Çünkü bu, öğrenilmiş çaresizliğin bir ifadesidir.

Bu, aşağılık kompleksinin bir ifadesidir ki durmadan Atatürkçülük yapan insanların, Atatürk’ün, Türk’ü ululayan  tavrından, uzaklaşması anlamına gelir. Çünkü antiAmerikancı  tavrın içinde Türk’ün yetkinliği, üstünlüğü ve egemenliğinden ziyade ABD’nin “doğal kötülüğü” anlayışı vardır ki bu da başka devletlerden iyilik ve adalet beklemek veya dilenmek psikolojisinin bir tezahürüdür.

Hiçbir vatansever tavır, uluslar arası ilişkilerdeki dehşet dengesinde herhangi bir saflaşmaya dayandırılamaz. Hiçbir vatansever tavır  “düşman seçimine” dayandırılamaz.

Vatanseverlik, vatanda tek bir  ulusun yani Türk Ulusu’nun tartışılmaz bütünlüğü ve egemenliğini, hiçbir yabancı gücün, politikanın, manifestonun, ideolojinin etkisinde kalmaksızın savunmak ve Türk büyüklerinden başka hiç kimseyi düşünsel ve siyasal önder kabul etmemektir.

Amerikan karşıtlığının özelliği ne yazık ki “Türkseverlik” veya “Türkyanlılık” değildir. Dolayısıyla günümüz milliyetçiliğini adeta Bolşevik bir baskıcılıkla  ele geçirmeğe çalışıp da ya Çin  yardakçılığı ya da Rus sözcülüğü yaparak antiemperalizm güdenlerin bilinçleri, ne yazık ki “Türkyanlılıkla” biçimlenmemektedir.

Amerikan karşıtlığı ancak “Türk olmayan güçlere karşı genel ve istisnasız bir şüphecilikiğin” bir parçası olmazsa; ancak soğuk savaşın sömürge aydınları arasındaki bir it dalaşından başka bir şey olamayacaktır.