Şimdiye kadarki uluslar
mücadelesi birkaç enstrümanla yürütüldü.
Bunların en eskisi, sömürgecilik
döneminden kalma “ toplumsal yarılma enstrümanı” diyebileceğimiz “böl ve yönet” stratejisiydi.
Bu strateji uzun zaman kullanışlı
olarak kaldı. Çünkü öncelikle iletişim araçları bugünkü kadar hızlı değildi.
Ayrıca ulaşım sektörü de bugünkü kadar gelişmiş değildi. Dolayısıyla yönetilecek
nüfusun yerli yerinde kalacağına dair sömürgecilerin
güçlü teminatları vardı.
Oysa bugün iletişim hemen hemen hiçbir
hükümetin güç yetiremeyeceği kadar yaygınlaşmış durumda. Dolayısıyla istihbarat
sektörü de bu iletişim yoğunluğunda bir bataklığa dönmüş durumda.
İletişimin ve ulaşımın
küreselleşmesi terör denen siyasi olayı da başka bir çerçeveye taşıyor.
Terör özellikle 70’ler ve 80’ler sinemasında , ancak çok fanatik ve
sınırlı katılımlı intihara eğilimli
küçük grupların düzenledikleri istisnai şiddet eylemleri olarak geçiyordu.
Sömürgeci ülkeler ya kendilerine bağlı
yerel hükümetler yaratarak ya da gütmek istedikleri ülkeleri bu paralı askerler
aracılığıyla istikrarsızlaştırarak dünyada kendi nüfus alanlarını korumağa
çalışırlardı ki bu açıdan PKK tam da böylesi bir taşeron cinayet şebekesidir.
Özellikle Amerikan
evanjelistlerinin hayalcilikleri yüzünden parçalanan Ortadoğu ülkelerinin
içinden fışkıran ve sonradan dizginlenemeyen etnikçilik ve köktencilik
terörizmin bildiğimiz sınırlı ve istisnai yapısını bir anda değiştiriverdi.
Daha önce yerleşik nüfus yapısına göre
oluşturulmuş bölgenin toplumsal
yapısının doğal uzantısı gibi görünen “modernist” diktatörlükler yerlerini,
kabilelerin ve mezheplerin kaotik cehennemine bıraktı.
Böylece, eskiden sınırlı bir
eylem olarak görülen terör, gerek büyük nüfusların devlet otoritesinden uzak
kalmalarıyla gerekse etkin devletlerin yozlaştırıcı tesirleriyle bozulan
demokrasilerle bir anda “kendi başına hareket eden bir devlet” gibi görünmeğe
başladı.
Suriye iç savaşında bunu yaşadık.
Irak’ta ABD zorlamasıyla oluşturulan yapı da aynen böyle ve işin kötüsü aynı
yapı bize kabul ettirilmeğe çalışılıyor.
Terör artık bir grup entelektüel manyağın
ideolojik korku salma eylemi olmaktan
çıkmıştı. O artık başı bozuk her kabilenin, elindeki silahla yaşadığı sürü
bölgesinde, kendince bir egemenlik kurmak
aracıydı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da
yürütülen BOP’un haritası, artık modern ulsal devletlere ait değildi. Bu harita
eline silahlı güç geçirmiş sayısız kabilenin ve mezhebin cirit attığı bir kaos
haritasıydı.
Bu arada meydana gelen kontrolü
güç büyük göç dalgaları aynı istikrarsızlığın eski sömürgecilerin ülkelerine
sıçraması ihtimalini gündeme getiriyordu. Artık uluslar arası ilişkilerde
ulusların mülkiyetinde çalışır gibi görünen terör örgütleri yoktu. Terör artık
istisna olmaktan çıkıp bölge ülkelerinin
gayrı resmi rejimi haline gelmişti.
Bu durum artık hiçbir terör
eyleminin uygar dünyadan o kadarda uzak olmadığını gösteriyordu. Nitekim “Cizre
Bodrum’a o kadar da uzak değil!” diyerek Türk Ulusu'nu tehdit eden Kürtçü
sözde bir siyasetçi, bu gerçeği dile
getiriyordu.
Ülkelerindeki durumdan kaçarak
uygar dünyaya sığınan Müslüman göçmenler sığındıkları ülkede , kaçtıkları
ülkelerinin rejimlerinin propagandasını yapmaya başlamışlardı.
Bu durumda etkin ülkelerin
birbirleri aleyhine kullanabilecekleri düzensiz ve silinebilir küçük ölçekli , finanse edilebilir terör dönemi
kapanmıştı. Çünkü Pandora’nın kutusunu açtıklarında, terörün artık dünyanın bir
kısmını fiilen yönetmesine de yol açmışlardı.
O halde Onur Öymen’in silahsız savaş dediği
diplomasi için artık ne gibi bir argüman
değişikliğine gidilmeliydi?
Bugün karşımızda birbirleriyle
fiilen veya dolaylı olarak savaşan ulusal devletler yok. Bugün karşımızda ilân etmedikleri
savaşları, tektipleştirmedikleri kıyafetlerle ve alabildiğine istismar
ettikleri vatandaşlıklarıyla yürüten bölgesel terör baronlukları var.
Dolayısıyla artık mesela bölgedeki özellikle silahlı illegal Kürt
hareketleri, bir yandan normal savaş kuralları dahilinde kesin ve sorgusuz bir şekilde yok edilmeleri
gerekirken reddettikleri vatandaşlıkların hukuksal lükslerini kullanmaya
hâlâ devam ederek kendilerine bir meşruiyet alanı yaratmak istiyorlar.
Eskiden yalnızca sahiplerinin
kaplarına koyduğuyla yetinen “teröristler” artık kaçak yakıt, uyuşturucu, silah
ve insan ticaretiyle kendi finans ağını oluşturmuş bulunuyor.
Almanya’da PKKlılar ve onları sempatizanları artık ciddi şekilde
izleniyor.
İngiltere’de Türk vatandaşı Kürt
kökenli yerleşimcilerin sosyal hayatları mercek altına alınıyor.
O halde ne yapılması gerekiyor?
Yapılması gereken şeyler şunlar olabilir:
1- Ulusal
devletler, etnik ve dinsel terörü, birbirlerine karşı kullanmaktan
vazgeçmelidir.
2- Ulusal
devletler kontrolsüz göç dalgalarının
ülkelerinde yaratabileceği çarpık demografik problemleri engellemek için göçmen alımı durdurulmalı ya da nitelikli ve
bilinçli göçmen adaylarının talepleri
göz önüne alınarak ülkelere üretici iş gücünün girmesi dışında bir izin verilmemeli.
3- Ulusal
devletler bölgelerindeki her türlü etnik ve dinsel terör konusunda
işbirliği yaparak iç hukuklarında bu tür
örgütlerin gerek militanlarının gerekse sempatizanların artık hiçbir ulusal
ülkede vatandaşlık hukukundan yararlanamayacağını kabul etmelidirler.
4- Bu
iş birliği çerçevesinde, resmi bir üniforması olmayan, uluslar arası tanınmaya
sahip bir savaş ilanı belgeleyemeyen,
resmi ve kayıtlı bir mühimmat
kullanmayan bütün silahlı kişi ve örgütler bulundukları yerde derhal imha
edilmelidir. Bu insanların herhangi bir
usul hukukundan yararlanmaları, sahip oldukları vatandaşlıkları zımnen
reddetmeleri ile ortadan kalkmış durumdadır.
5- Teröristlerin
aile üyeleri, yakınları ile ilgili bilgiler, ulusal ülkelerin emniyet teşkilâtlarınca
ortak bir veri tabanında toplanmalı ve bu insanların uluslararası dolaşımları
sıkı şekilde denetlenmeli ve göçmenlik talepleri engellenmelidir.
6- Bu
sistemin en dar kapsamda çalıştırılması muhtemel insan hakları ihlallerinin
önüne geçecektir. Bu yüzden
b-
Bölgede faaliyet gösteren şeriatçı terör
örgütlerinin hepsi ortak operasyonlarla ortadan kaldırılmalı ve bu örgütlerin
üyelerinin yakınları da bulundukları ülkelerde sürekli denetim altında
tutulmalıdır.
Not: Bu mutabakat öncelikli
olarak Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yla sınırlı tutulmalıdır. Çünkü örneğin Doğu Türkistan’daki
Çin varlığı gayrı meşru bir biçimde devam etmektedir. Dolayısıyla gayrı meşru bir biçimde toprak işgal eden
ülkelerin “terörizm” tanımlamalarının da mutabakata dahil edilmesi, mutabakatın
gerçekçi ve uygulanabilir olmasını engelleyecektir.
Bu konularda sağlanabilecek bir
mutabakat, dünyanın üretim lokomotifliğini yapan az sayıdaki ulusal devletin iç
ve dış barışlarının sağlanmasına önemli oranda yardım edecektir. Böyle bir
mutabakat, ulusal devletler arasında kalıcı barışı ve bu barışın sağladığı
istikrarlı ticaret ortamının zenginleştirici etkisini de ortaya çıkaracaktır.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki
etnik projeler artık ters tepmiş ve uygar dünyayı tehdit eder hale gelmiştir.
Bu gerçek ışığında, ulusal devletlerin birbirlerinin kültürüne ve egemenliğine saygı
duyarak yeni bir uygarlık zemininde, birbirlerinin ulusal kültürlerinden en yüksek düzeyde yararlanmalarına imkân verecek işbirliklerine gitmeleri mümkün
olabilecektir. Bütün bunları yapabilmek için gereken finansman da bölgedeki
terör odakları uluslar arası bir işbirliğiyle yok edildiğinde zaten kendiliğinden
tasarruf edilebilecektir.
Küresel terörizmin egemenliğine
karşı dünyanın bütün uluslaşmış toplumları artık önyargısız ve hesapsız bir şekilde birleşmelidir.
2 yorum:
En güzel işi Rusya yaptı iyi bir "istihbarat ve imha ekibi "candır gerisi heyecandır.
Temel "Ha biz ne deduk?" demiş ya...
Yorum Gönder