Uzaktan ve birazda sisli bir
havada sezebildiğimiz kadarıyla “Türk milliyetçiliği”, kendine “Türkçü” dememenin bir yolu haline
getirilmiştir.
“Türkçü” terimi, özünde, “Türk’ü,
dünyanın merkezi haline getirmek” olarak anlaşılabilir.
Bu, bölünmez bir kavrayışla
dünyayı Türkçe algılamak bilinci ve arzusudur.
Türkçülük öncelikle sosyolojik
bir gerçekliğin gereği olarak ortaya çıkmıştır. Bu gerçeklik de
imparatorlukların salt siyasal güçlerinin toplumsal kimliklenme ihtiyacını
gideremediği, dahası bu ihtiyacın yol açtığı siyasal erk ihtiyacının,
imparatorlukları bölmesi gerçekliğidir.
Dünyada, kendisinden daha büyük
bir toplumsal gerçeklik olmayan nihaî kimliklenme varsa o da “uluslaşma”dır. Bunun sebebi dilin aşılamamasıdır. İnsanlar birbirlerini dille tanır.
Ortak bir dille anlaşan insanlar,
ancak bundan sonra birbirleriyle adalete
dayanan bir ilişki kurmayı tasarlayabilir. İşte uluslaşma, insanlar arasında bu
tasarının gerçekleştirilebileceği tek kimliklenme biçimidir.
Bu yüzden de Türkçülük, toplumsal
temelde edinilebilecek en geniş algılama
biçimi olan uluslaşmayı esas alarak dünyanın merkezine Türk’ü koyar.
Bunun “pratik” sebebi diplomasidir. Çünkü diplomasi ancak ve
yalnız “uluslar arasında” vardır ve mümkün olabilir.
Gelin görün ki “Türk
Milliyetçiliği” , “millet” kelimesini Osmanlıca’daki “ümmet” karşılığıyla örtüştürerek
işin içine “dinî” bakışı da sokmuş, Türkçülüğü tabiri caizse sulandırmıştır. Bunun sebebi, dünyaya “din gözüyle”, “Müslüman
gözüyle” ya da “ümmet gözüyle” de
bakılabileceğini sanmasıdır.
Oysa dünyada ümmet gibi bir
gerçeklik olmadığı gibi dünyaya hem ulus hem ümmet gözüyle bakabilmek de mümkün
değildi.
Ziya Gökalp’in “Türkçülük” dediği
bakış ve tavır, siyasi bir sığlıkla “ Türk milliyetçiliği” haline
getirildiğinde, bunun alt metnindeki felsefe; “Dünyaya Müslümanlaşmış bir
Orta Asya kavminin gözünden bakmak”
haline geliyordu.
Oysa dünyaya “Müslüman” gözüyle
bakmakla Türk olarak bakmak arasında fark vardı.
Öncelikle dünyaya Türk olarak
bakmanın felsefi bir bütünlüğü varken “Müslüman olarak bakmanın” hiçbir felsefi
bütünlüğü, mantığı, tarihi ve kültürel alt yapısı yoktu. Bunun sebebi de
Müslümanlığın, “kültürü aşamaması” idi.
Bugün Müslümanlık denen şey Arap kültüründen ibrettir. Öyle ki Arap kabileciliği,
tevhid inancının ulusal yorumlarla, geleneklerle yaşanmasına dahi “bidat”
terimiyle hatta “küfür” diyerek karşı çıkacak kadar yobaz ve kıyıcıdır. Bu
yüzden de dünyada bir ümmet meydana getirebilecek “standart İslam” diye bir şey
var olamadı ve olamayacaktır da.
Türk milliyetçiliği denen tavrın
felsefesinde, yapılanmasında dinin ayrılmaz bir yeri vardır. Öyle ki Türk
milliyetçiliği dini, uluslaşmanın temellerinden biri sayar. Oysa tarihin büyük
bir bölümünde din, ancak
hanedanların nüfuz
mücadelelerinde kullanılan siyasi bir tercihten ileri gidememiştir.
Türk Milleti’nin yaşayışında
dinin önemi, dinin kendi öneminden ya da ululuğundan gelmemiştir. Dünyada hiçbir ulus dinine kendi ulusal/
millî ögelerini ve millî bakışını Türkler kadar çok ve belirgin yerleştirmemiştir.
Kısacası İslâm Türk’ü ne yüceltmiş ne de onu zenginleştirmiştir. İslâm ancak
Türklerle karşılaştıktan sonra insanî ve müşfik bir öze sahip olabilmiştir.
İslâm, ancak Türk’ün ona verdiği anlam kadar yücelebilmiştir.
Oysa “Türk Milliyetçiliği” denen
siyasal bakış, Türk’ü, İslâm’ın “altına “yerleştirerek
İslâm’ı, Türk’ten büyük, Türk’ü aşan bir felsefi kategori olarak kabul etmiştir
ki bunun siyasal sonucu, MHPli denen siyasal milliyetçilerin, bugün en nihayetinde siyasal ümmetçiliğin toplumsal cephanesi
haline gelmesi olmuştur.
İşte “Türk Milliyetçisi” denen
daha ziyade siyasal bakışa sahip “ana
kitle”, dünyaya “derenin Arap yanından”
bakmayı tercih eden kitledir
“Türk Milliyetçiliği”, dünyaya
bölünmez bir Türk bakışıyla bakmanın, dini millete feda etmek olacağını
sanan, dünyaya dinle bakılmazsa
cehennemde yanılacağını sanan, dünyaya Türk olarak değil de “Müslüman Türk” olarak
bakarsak şerefli olunacağını sanan büyük bir kitlenin ve siyasi kadronun
felsefi bir şaşılığından başka bir şey değildir.
“Türk Milliyetçiliğinin”
yanlışlığı, bu terimi kullananların yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Yoksa
Türk Milleti’ni, dünyadaki üç yüz milyona yakın nüfusuyla bölünmez bir bütün
olarak görüp dini öncelemeksizin, dini
bir hayat ve siyaset tarzı olarak kabul
etmeksizin benimsemek “Türk Milliyetçiliği” teriminin gerçek içeriği olmalıdır.
Çözüm ancak Türk’e dönmektir.
Türk’ün, dini aşan bir toplumsal gerçeklik olduğunu kavramak, işin başıdır.
Şu unutulmamalıdır ki “Türk”,
dine feda edilebilecek basit bir toplumsal kimlik değildir.
Ve yine unutulmamalıdır ki siyasetin nihai hedefi
olan erk ediniminde, ancak bir ve yalnız bir
kimliğe yer vardır. Türk milliyetçileri denen kitle, o yere Türkle
beraber İslâm’ın da oturabileceğini sanan bir kitledir ki bunun cezasını Türk
Ulusu, Müslüman şeriatının kıyıcılığına maruz kalarak çekmektedir. Umalım ki Türk milliyetçiliği denen siyasal tavrın temelindeki “Türk İslam Ülküsü” denen
felsefi şaşılık ve Arapça cennet fırsatçılığı,
Türkiye’den Türk adının silinmesine sebep olmasın.
6 yorum:
Kendine "Atatürkçü" demek nasıl ki "Türkçü" dememek için bir yol/bahane halini aldıysa, bundan çok çok daha vahim biçimde "Türk Milliyetçiliği" kavramı Türkçülüğü ve Türk Ulusunu yok edişe götürenlere yol veriyor, bahane ve hatta destek oluyor.
Çok net ve direkt olmuş.
Aklınıza sağlık, saygılar selamlar.
NOT: Yukarıdakinden bağımsız; dilin aşılamaması ve küreselleşmeden sözde ilham bir zamanların "dünya vatandaşlığı" kavramını bağlasak? Eski modası kalmadı belki ama her an geri dönmeyi bekleyen bir konu gibi duruyor. Eski yazılarda varsa da hafızamda kalmadı.
Orhun Bey, yazıları satır satır okumanız ve yorumlamanız inanılmaz bir moral veriyor.
Aklınıza sağlık. Bir dahaki yazı için iyi bir ilham verdiniz, sağ olun.
Her zaman bekliyoruz, saygılar.
"Şu unutulmamalıdır ki “Türk”, dine feda edilebilecek basit bir toplumsal kimlik değildir." Öyle kolaylıkla feda ediliverdi ki sormayın gitsin.
Selcen Hanım, maalesef haklısınız. Bunun yanı sıra şunu da hatırlamak gerekebilir. Türklük öyle bir büyüklük ki onu görmezden gelenler ancak kendilerini kandırmış olurlar.
Tavşanın dağa küsmesi misali.
Yazıda siyasi ümmetçiler olarak tasvir edilen kitle Hüseyin Nihal ATSIZ bey tarafından en büyük tehditler arasında görülmüştür günümüzde oldukça fazla olan bu insanlar 3 mayıs TÜRKÇÜ bayramını bile kendilerine çevirmiş milliyetçiler günü olarak kutlamaktadırlar tamamen ülkülerini unutmuş yollarından sapmış makam mevki para uğruna çalışır birilerine yamanır hale gelmiş tirler.
Emre Bey ,
Fakirhaneye hoşgeldiniz. Zaman ayırıp ayrıca yorum bıraktığınız için teşekkürler.
Türk İslam düşüncesi yarsı çürük olan bir düşüncedir. O çürük kısmı da ülkede zihinlere en zarar veren şey olmuştur.
Her zaman bekliyoruz. Lütfen fakirhaneyi boş bırakmayın.
Sağlıcakla.
Yorum Gönder