4 Şubat 2015 Çarşamba

Ebedî Gerinin Yönü: Doğu



Bertrand Russel “Sorgulayan Denemeler” adlı kitabında makineleşmeyle ilgili olarak “ …Daha alt düzeyde duygularına hitap eden  yayınları kolaylaştırırlar” (1) der. ( Tahmin edebileceğiniz gibi  şu anda okuduğum kitaptır)

Sosyal  medya ortamlarının birinde, metroda kitap okuyan Japon kızları ve ellerinde son model akıllı telefonlarıyla Türk gençlerini beraber gösteren bir görsele rastladım.

Son olarak  sanalağ üzerinde pornografik sayfaların, Müslüman ülkelerde  inanılmaz boyutlarda olduğu sık sık telâffuz edilir, oldu. İslâm’a karşı batının önyargısına bağlayıverecek olsak da mesele o kadar basit değil.

Matbaanın yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde,   erotik/pornografik  kitapların veya dergilerin yaygın olarak basıldığını öğrendiğimde de çok şaşırmıştım. Demek ki modern uygarlığın kurucularında da  bu  cinsel açlık yaşanmış.

Bütün bunlardan ne çıkarmalıyım, ne anlamalıyım?

Bertrand Russel, “sanayii devrimini” yapan bir milletin mensubu. (İnsanları güdülerine göre yargılayan sığ ve ikiyüzlü  “Marksist ahlâka” göre onu reddedivermek elbette pek kolaydır… Marksist,  normatif ahlâkı başka bir yazıda düşünmeli… İlginç konudur.) O makineleşme hakkında düşünürken, makineleşmeyi yaratan zekâların düşünüş biçimlerini, felsefelerini birebir yaşayarak eleştiren bir insan. Dolayısıyla bizim gibi arabayı, elimizde tespit gibi taşınan bir uzaktan kumandayla çalıştırılan bir itibar nesnesi falan olarak görmüyor.

Beni düşündüren makineleşmenin, bugünkü yaygın kullanımıyla teknolojinin, “daha alt düzeyde duygularına hitap eden yayınlarla ilgisi… Aslında tam olarak bu da değil… Çünkü teknoloji bunu kendi başına yapmıyor. Yani hiçbir bilgisayar insanlara kendiliğinden bir porno sayfası hazırlamaz.

Batıda pornografi başlı başına bir sektör… İnsanlar bu işten ciddi paralar kazanıyorlar.

Müslüman toplumlar/toplulukların teknolojiye  ciddi bir katkıları yok. Kapitalist seri üretim ( ki böyle söylenince hemen arkasından “insanlık dışı” gibi bir kötüleme beklemek neredeyse refleks olmuştur…) her bir  birim tüketim malını, git gide daha ucuza mal ettiği için de Müslümanların teknoloji üretmek, yaratıcı süreçlere katılmak gibi bir heves duymalarını beklemek şu saatten sonra zor görünüyor. Teknolojinin yaratıcıları gerek maliyetleri düşürmek gerekse yaratıcılıktan duydukları zevkle her gün yeni yöntemler icat ediyor bu icatlarla yeni imkânlar keşfediyorlar. Bunu yaparken  ilk zamanlarda  yaygın pornografi ile kendisine gelir elde etmiş matbaanın birikimini, mirasını kullanıyorlar.

Akıllı cep telefonlarının mucitlerinin toplumlarında insanlar, birbirlerinin fikirlerinden aldıkları ilhamlarla yepyeni düşünce çerçeveleri çiziyor, yeni icatlar için bambaşka bilimsel önermeler ortaya koyuyorlar.

Oysa büyük bir Müslüman nüfus barındıran doğu, elindeki akıllı cep telefonundan dünyanın en aykırı porno sitelerine rahatlıkla girebilirken bütün bunlardan habersiz bir yaşam sürdürüyor…

Belki de doğuyu artık yeniden tanımlamalıyız. Doğu salt kültürel bir yön veya çerçeve değil artık. Doğu, insanı var eden uygarlık anlayışının birey kavramına, bu kavrama dayalı özgürlük, hukuk ve saygı kurumlarına karşı toplumsal direnç geliştirmiş, bütün insan beraberliklerinin genel adı veya yönü.

Doğunun en doğusundaki Japonya ve Güney Kore’de belki şirketler hâlâ eski kabile geleneklerine göre idare ediliyor ama toplumsal düzen, yani devletle bireyin  ilişkilerinde kabileciliğin yerini açıkça liberal demokrasini normları ve kuralları almıştır. Telif hakları, fikir mülkiyeti bu ülkelerin kültürel üretiminde de ciddi bir şekilde kendisini gösteriyor.

Doğunun uygarlığa katılması, batılılaşmayla oluyor. Belki içlerine, eskiden bilmedikleri pek çok aykırılık ve belki “ahlâksızlık” da giriyor ama kabileciliğin güce dayalı ikiyüzlülüğü yerine bireyin sorumluluğu anlayışıyla yaratıcılık için özgür bir ortam oluşturabiliyorlar.

Buna karşılık petrol zengini Arap ülkelerinde satın alınan en son teknoloji ne bir özgürlük ortamı yaratabiliyor  ne de hukuk devleti… Çünkü Arap toplumunun batınınki gibi sürdürebildiği ve dahası geliştirebildiği bir entelektüel mirası yok. Dolayısıyla doğu, teknolojiyi tuzluk  gibi kullanmaktan fazlasıyla tatmin olan bir  ilkel insan beraberliği olarak yaşamını sürdürüyor.
 
Buna karşılık, ellerindeki akıllı cep telefonlarını durmadan kurcalayan “Müslüman gençlerin” kaçta kaçının, o cep telefonlarındaki elektronik kitap seçeneğini kullandığını şahsen çok merak ediyorum.

Bütün bunlar bana doğunun bu üretim çağında, matbaanın icadından sonra meydana gelen ve aradaki kapanamayacak kadar derin bilgi ve felsefe mirası yüzünden ebediyen kendi başına gelişemeyeceği düşüncesini uyandırıyor. Elbette toplumsal olaylarda “çizgisel bir nedensellik” aranmaz ama “başımıza gelenler” de belli davranışlarımızın ve bunların “birikimlerinin” bir sonucu olmalı gibime geliyor.

1) Russel B.; "Sorgulayan Denemeler"; Shf:92: TÜBİTAK Yayınları:2005



Hiç yorum yok: