16 Ekim 2014 Perşembe

Esbab-ı mucibesi kendinden menkul Astım Bronşiale


         Okuma gözlüklerinin üzerinden bakan gözlerinde, biraz merak bir parça da bıkkınlık vardı. Bilmiyordu işte, bilemezdi. Karşısında oturan adamın, bütün tetkikleri normal görünüyordu, alerjisi testlerinde de bir sorun yoktu, aile geçmişinde de astım yoktu ama adam astım bronşiale idi işte. İlla da bir sebep gerekmiyordu tanıya.
Usanmış ama terbiyeli bir sesle:
-Bir neden olması gerekmiyor bazen hastalık, allerjik zeminde gelişmiyor. Dedi.

      ..... Solukları düzensiz hissediliyordu, odayı ay ışığı aydınlatmıştı, kardeşinin küçük bedeni parlak saten yorgan altında hareketsiz bir yumru gibi yükseliyordu  .Belli belirsiz kıpırdadığını hissetti, yavaşça seslendi;
- Uyudun mu ? Hasan…
- Ihh ıh, uyumadım abla
- Hııı,sen bu evin hikayesini biliyor musun ?
 - Hangi hikaye ?
- Suss, dinle…
- ? !
- Çıtırtıları duyuyor musun ?
- … ? Duymuyorum.
- Sessiz ol ,bak !
- Ahh , evet duydum, uğultu gibi.
- Hişşşşt,sesiz ol!
- Korkuyorum, böyle söyleme...
- Tamam ,hadi uyu o zaman hikaye falan yok .
- Peki, korkmuyorum anlat.
- Olmaz, hemen yetiştirirsin bizimkilere.
- Söz veriyorum söylemeyeceğim, hiçbir şey.
- Bak anlatırım ama ,evin sırrını başkalarına söylersen ömür boyu sırrın sahipleri seni rahat bırakmaz, başına dert alacaksın.
- Nasıl yani ?
- Sırın bekçileri hep soluğun da bekler, nefes alıp verirken sırasını bozar,bir türlü bir düzen tutturamazsın,bir yavaş, bir hızlı bir az bir çok gibi…
- Tamam, söylemeyeceğim, hadi anlat .
- Peki; Yıllar yıllar önceydi,şu az ileride vali konağının olduğu yerde bir kabile yaşardı, erkekler avlanır, kadınlar kazan kaynatırdı, baharda keçileri koyunları arkadaki dağa götürürlerdi, her taraf yemyeşildi, aileler küçük çadırlarda yaşarlar, elbiselerini kendileri dokur, ayakkabılarını kendileri dikerdi, çocuklar buraya kadar koşar türlü oyunlar oynarlardı.
- Kızılderili miydiler?
- Hayır, tıpkı senin, benim gibiydiler.
- Sonra?
- Sonra, bir gün burada bu evin olduğu yerde büyük bir şenlik düzenlediler, Ay ışığı o gece yoktu, tıpkı bu gece gibi, çok büyük bir ateş yaktılar etrafında toplanıp yediler, içtiler, eğlendiler,çocuklar bile yorgunluktan bir köşeye kıvrılıp kaldı. sabaha karşı ateşleri de sönmüş, soğuk bir rüzgar çıkmıştı. Dörtnala gelen atların sesleri önce uğultu sonra yer sarsıntısına dönüştü. yalnız kara gözlerin ışıltısında parlayan kılıçlardan oluk oluk kan aktı, işte burada o kabile çok derinlere gömüldü. Duyduğun çıtırtılar yaktıkları ateşin hala arada bir alevlenmeye çalışan sesi.

- Peki,atlılar? Onlar dedelerimiz mi? 
- Hayır, değil! Bu hep tekrarlandı, toprak kat kat kabile doldu, herhalde en son gelenler dedelerimiz.
- Ben kimseyi öldürmeyeceğim abla.
- İyi edersin! Hadi uyu Hasan. Nefes aldığını düşünme...
Kimseye anlatmayacaksın söz verdin unutma! Kim bilir, belki ben anlatırım.

1 yorum:

Afşar Çelik dedi ki...

Yetkin... Daha fazla örnek istiyoruz...