Bekir Berat ÖZİPEK’in Star’daki 16/06/2009 tarihli yazısı etnik ayrılıkçılığın liberalizm sömürüsüne güzel bir örnek.
Eğer bu yazıyı sıradan biri yazsaydı, devlet ile ilgili fikirleri ikinci el okumalardan oluşmuş biri için normal bir vicdanî tepki sayılabilirdi.
ÖZİPEK yazıda tutarlılığı sağlamak için şöyle başlıyor: “Çok eskilere gitmeye, Kürt Sorununun nasıl başladığını, terör günahını ilk olarak kimin işlediğini konuşmaya gerek yok.”
Kimse kusura bakmasın ama bir hüküm vereceksek, bu hükmün belli bir sürecin sonunda meydana gelmesi lâzım. Zira devleti de etnik ırkçılar kadar suçlu gösterdiğiniz bir yazıda suçlamanın delillerini gösteremiyorsanız iftira ediyorsunuz demektir.
Evet eskilere gitmeye gerek vardır ve biz yapmasak da etnik ayrılıkçıların önderi Apo yapılanın bilmem kaçıncı Kürt İsyanı olduğunu söyleyerek zaten meselenin, tarihi açıdan bir bütün olduğunu söylemiş idi.
ÖZİPEK darbe girişimleriyle, Güneydoğu’da yaşanan her kötü örneği bir kefeye koymuş.
Bahsettiği kötü örneklerin tamamı etnik ırkçılığın silaha sarılmasıyla başlamış, burası önemli.
Devletin kendi vatandaşına kötü davranması elbette kabul edilir bir şey değildir.
Bahsettiği kötü örneklerin tamamı etnik ırkçılığın silaha sarılmasıyla başlamış, burası önemli.
Devletin kendi vatandaşına kötü davranması elbette kabul edilir bir şey değildir.
Şurası da var ki devletin her kötü muamelesi silâhla cevaplanmaz.
Akademisyen bir liberal olarak ÖZİPEK devletin neden emniyet sağlayıcı tekel olması gerektiğini her yazısında göz ardı ediyor.
İnsan toplumlarının, devamlılıklarını sağlamak için herkesi adalete çağıran ve onu sağlayan bir zor kullanıcıya ihtiyaçları olduğunu görmezden gelirsek, önce ferdin, sonra toplulukların kendi başlarına silâh kullanarak hak aramasının yolunu açmış oluruz.
Devletin, zor kullanıcı rolünü istismar etmeye mütemayil olduğu herkesin malûmu… Zaten bu yüzden sınırlı devlet/ hukuk devleti idealiyle ilgili bu kadar sık hatırlatma yapılıyor.
Eğer ilk hatasında hukuk devleti vasfını kaybetmesinden dolayı ona isyan edebilseydik, dünya üzerinde bütün kalabilen tek devlet bile bulamazdık.
Devletler, tabiatları icabı, müdahale alanlarını mütemadiyen genişletmeye çalışırlar. Vatandaşların yapması gereken de bu temayülü aynı şekilde mütemadiyen denetlemek ve buna imkân vermemek için siyaset müessesesini kullanmaktır. Bu denetlemede siyasetin yegâne araç olması hukuk devletinin ve demokrasinin zaruri şartıdır.
ÖZİPEK’in ”terör” genellemesi işte bu hatayı barındırıyor:
“Nedir terör? ‘Toplumun gözünü yıldıracak bir şiddet veya şiddet tehdidi’ değil mi? Muhtıra ve darbe de apaçık bir devlet terörü değil mi? ‘Evet’se, bizzat o suçu işleyenin eli sıkılır mı? Mesela
“Nedir terör? ‘Toplumun gözünü yıldıracak bir şiddet veya şiddet tehdidi’ değil mi? Muhtıra ve darbe de apaçık bir devlet terörü değil mi? ‘Evet’se, bizzat o suçu işleyenin eli sıkılır mı? Mesela
Evren’in eli sıkılır mı? Ya da onunki sıkılırsa başkasınınki niye sıkılmasın?”
Muhtıra ve darbeler toplumumuzun genelinin sorunlarıdır ve buna karşı mücadele de zaten siyaseten ve sivil kanallarca sürdürülmektedir. Belki bu mücadele medeni batı memleketleri kadar kararlı ve cesur değildir ama gene de vardır.
ÖZİPEK burada kendisini açıkça ırkî, lisanî farklılığa dayandırarak (ırkçılık yaparak) bu farklılıkların hak (imtiyaz) sebebi olduğunu iddia eden bir şiddet örgütü ile devleti aynı kefeye koymakta.
Devletin de bir örgütlenme olduğu göz önüne alınırsa her iki örgütlenmeyi de sırf şiddet potansiyellerinden dolayı aynı kefeye koymak bir akademisyenin akıl yürütmesinde pek de iyi niyetle ve vicdanla bağdaştırılamaz.
Devletin meşru zor kullanıcı tekel özelliğini istismar etmeye çalışması, onun toptan reddedilebilmesini sağlamaz.
Devlet bütün aksaklıklarına rağmen bütün vatandaşlar ve kendisi için geçerli bir hukuk rejiminin koruyucusudur. Bu açıdan aynı zamanda hesap veren ve mesul bir organizasyondur. ÖZİPEK’in örnek verdiği AİHM kararları buna güzel örnektir. Veya ister devletten ister terör örgütünden kaynaklansın, terörle mücadelede zarar gören her vatandaşa ödenen terör zarar tazminatlarından,yazarımızın nende bahsetmediğini bir türlü anlayamadım?
Bir liberteryen için devlet “devlet” her zaman ve her toplum için farklı derecelerde de olsa “denetlenebilir bir kötülüktür.” (Anarkoliberallerin keskin etik eleştirilerini hayata geçirebilmeyi ben de çok isterdim ama bunun mümkün olduğunu sanmıyorum.)
Terör örgütü ise devletin koruduğu hukuku tanımayan bir zor kullanıcıdır ve bu yüzden de devletle aynı kefeye konamaz. Etnik terör örgütü, etnik ifadeleri devlete kendi silahı ile kabul ettirmeye çalışan açık bir düşmandır.
Devlet bütün kötü alışkanlıklarına rağmen te’dip edilebilire ve edilmesi gereken bir organizasyon iken sözde etnik ”siyasetçilerin” sürekli tehdit aracı olarak kullandığı etnik terörist örgüt hesap sorulamayan bu yüzden muhatap da kabul edilemeyecek, ancak ve yalnız yok edilmesi gereken “saf” bir kötülüktür.
Saf kötülükle , denetlenebilir bir kötülüğü bir kefeye koymak vicdanın işi değildir.
Dolayısıyla bu yazısında, Nasreddin Hocalık yapmakla vicdana veya hakka değil ancak zalime hizmet etmiş oluyor ÖZİPEK. Çünkü Hoca’nın fıkrasında iki taraf da kadının meşruiyetine müracaat ediyordu, biri, eline kılıç alıp kadıyı kesmeye kalkmıyordu.