Liberal söylemlerin etnik ırkçılıkla en çok sulandırıldığı saha sanırım kültürel kimlikler sahası.
Nedense liberaller “haklar” konusundaki edilgen tutumlarını çok kültürlülük sahasında koruyamıyor ve ifade hürriyeti hakkının ilerisine taşan “özeklik” taleplerinin “pozitif ayrımcılık” taleplerini bir türlü eleştiremiyor.
Nedense liberaller “haklar” konusundaki edilgen tutumlarını çok kültürlülük sahasında koruyamıyor ve ifade hürriyeti hakkının ilerisine taşan “özeklik” taleplerinin “pozitif ayrımcılık” taleplerini bir türlü eleştiremiyor.
Çok kültürlülük ülkemizdeki etnik ırkçılığın gayet güzel istismar ettiği bir dayanak noktası…
Ülkemizde ifade hürriyetinin hâlâ istenen medenî seviyeye ulaşmadığı hepimizin malumu. Herkesin otoriteden emin şekilde konuşmak istemesi de gayet doğal. Bu taleplerin bizi götürdüğü yerlerden biri de çok kültürlülük.
Ülkemizde ifade hürriyetinin hâlâ istenen medenî seviyeye ulaşmadığı hepimizin malumu. Herkesin otoriteden emin şekilde konuşmak istemesi de gayet doğal. Bu taleplerin bizi götürdüğü yerlerden biri de çok kültürlülük.
Çok kültürlülük kötü müdür? Mesele burada düğümleniyor çünkü çok kültürlülüğün iyiliği veya kötülüğü konusuna o kadar dalınıyor ki bu konunun istismar edildiği hakikatine bir türlü gelinemiyor.
Ülkemizde etnik terör ve taraftarları çok kültürlülük fikrine can simidi gibi yapışıyor ve özünde masum ve meşru bir talep endeksi bir anda terör meşrulaştırıcısı bir maymuncuğa dönüşüveriyor.
Etnik ayrılıkçılığın istismarında liberalizmin en önemli zaafı, “ulus devlete” duyulan peşin düşmanlık. Ulus devletin mutlak şekilde yok edilmesi gereken bir kötülük olduğu liberaller arasında o kadar tartışmasız kabul ediliyor ki örneğine totaliter sosyalizmlerde bile ender rastlanacak bir entelektüel baskı herkesi vicdanından rehin alıyor.
Kültür, toplumun, hayatın ihtiyacına ve akışına karşı geliştirdiği cevaplar olarak ele alınırsa farklı toplumların var oluşlarını gösterme şekillerinin de birbirinden farklı olacağı anlaşılır. Her ne kadar batı modernizminin bize getirdiği/ dayattığı bazı normlar ve değerler veçhesinden geri kalmış ülkeler dışında dünya genelinde asgari bir medeniyet mutabakatı oluşmuş ise de bu, gene de toplumların kültürlerini “haklı/haksız” veya “iyi/kötü” diye ayıramayacağımız gerçeğini değiştirmiyor.
Zaten çok kültürlülüğün temelinde de bu “farksızlık/imtiyazsızlık” kabulü yatıyor, anlayabildiğim kadarıyla. Eğer bu kabul üzerinde mutabık kalamazsak sömürgecilik döneminin “adam etme” davranışlarının ilkelliğine, vahşetine geri dönmemiz an meselesidir.
Peki çok kültürlülük ne anlama geliyor? Veya yaşatılması için gereken şartlar nelerdir?
Bu soruya cevap vermeden evvel ulus devlete yöneltilen haksız eleştirilere bir cevap vermek gerekiyor ki yazının geri kalanını buna bağlayacağım.
Bu soruya cevap vermeden evvel ulus devlete yöneltilen haksız eleştirilere bir cevap vermek gerekiyor ki yazının geri kalanını buna bağlayacağım.
Ulus devlet eleştirilerinin temelinde “ulusun” bir inşa olduğu kanaati yatıyor. Yani bu kurguyu, inşayı yıkıp yerine başka bir şey getirince bütün faşist, ırkçı, kolektivist vs kötülükler bir anda bitecekmiş gibi bir hava yaratılıyor.
Bu eleştiriyi getirenlerin, dünyada ulusların var olup olmadığına dair herhangi bir cevap veremediğini görüyoruz, çünkü “ulusa” bir inşa demek onu bir inşa haline getiremiyor. O bir realite… Buna mukabil, etnik yapıların “doğal”, olması gereken şeyler oldukları hususunda katı bir mutabakat var.
Ulus devleti, dolayısıyla ondan kaynaklanan kötülükleri yok etmenin iki şekli var: Ya ulusu yok edeceksiniz veyahut devleti. Anarkoliberallerin şahsen bana da çok sıcak gelen devleti buharlaştırmak fikrinin gerçek hayatta karşılık bulamaması bizi, ulusu yok edip edemeyeceğimiz sorusuna yöneltiyor. Görünen o ki ırktan, biyolojiden hatta dinden ve dilden bağımsız şekilde insanları ortak bir adda buluşturan bu gerçeklik, akademik mahreçlerdeki hümanist tartışmalarla yok edilemeyecek kadar köklü…
Çok kültürlülük argümanının önüne engel diye konulan ulus devlet tasavvuruna göre yapay şekilde oluşturulmuş “ulus”, farklılıkları, elindeki devlet zoruyla yok ederek çok kültürlülüğü ortadan kaldırır.
Bu iddia kolektivistlerce ileri sürülse anlamak mümkündür. Oysa, adına “devlet” diyebileceğimiz meşru bir güç kullanıcının rejimden/ çoğunluktan bağımsız şekilde tesis edilebileceğini söyleyen Hayek’in liberal camiada bu kadar rahat görmezden gelinebilmesi dehşet vericidir.
Burada liberaller maalesef tam da tarihsici bir yanılgıyla şimdiye kadarki batı ulus devletlerinin kötü tecrübelerini bir tür kader veya determinizm gibi kabul ederek kategorizasyona gitmektedir.
Burada liberaller maalesef tam da tarihsici bir yanılgıyla şimdiye kadarki batı ulus devletlerinin kötü tecrübelerini bir tür kader veya determinizm gibi kabul ederek kategorizasyona gitmektedir.
İnsan olarak her zaman tercihlerimiz olacağına göre “ulus devletin” kategorik mutlak kötülüğü fikrine bu kadar kolaylıkla kapılmak liberaller için yakıcı bir çelişki.
Hal böyle olunca derhal çözüm federasyonda aranmaktadır.
Çok kültürlülük sorunun temeli nedir? Bir idari/ siyasi özerklik sorunu mu yoksa ifade hürriyeti hakkı talebi mi?
Bunun yanı sıra sadece belli bir ulusun adını taşıyan ve bu ulusun çoğunluğunun talepleriyle yönlendirmek dışında aslen hiçbir özelliği olmayan, olmaması gereken ulus devlet yapısının neden baskıcı, otoriter veya faşizan olması gerektiği hiç irdelenmemekte.
Rejimi meşruti de olsa monarşi olan İngiltere’de uzlaşmaz görünen iki rejimin nasıl bağdaştırılabildiği örneği önümüzde dururken ulusların kurdukları devletlerin hukukla sınırlandırılamayacağı iddiası sorgulanmıyor
Hukukla sınırlandırılmış bir ulus devlette kültürel taleplerin karşılanması mümkün değil midir?
Hukukla sınırlandırılmış bir ulus devlette kültürel taleplerin karşılanması mümkün değil midir?
Elbette mümkündür. Bu da demektir ki kültürel taleplerin elde edilebilmesi için devletin özerklik alanlarına ayrılması gerekmez.
Sıradaki soru şudur: “Özerklik nereye kadar?” Öyle ya her kültürel talep için bir özerklik alanı( federasyon) oluşturacaksak mesela nüfusu yüz kişi olan bir köye de bu hakkı verecek miyizdir? Bu köy halkı kendi yasalarını yapacak, hatta kendi sahalarına girişte özel izin belgeleri talep edebilecekler midir? Bu şekilde köy ahalisi kendi kültürel özerk bölgesinde “bozulmadan” ve asimile olmadan kalp huzuruyla yaşayacaktır.
Kültürel taleplerin karşılanmasının, ulus devletle veya üniter yapıyla bir alâkası yoktur. Sadece hukuk devletinin tesisiyle ilgisi vardır.
Kaldı ki federasyonlar halinde kendilerini izole eden toplulukların kültürel etkileşiminin azalıp azalmayacağı, bu izole yapılar içindeki alt kültürlerin çatışmalarının daha alt özerk yapılara yol açıp açmayacağı gibi sorular üzerinde durulmadıkça çok kültürlülük argümanı ancak sulandırılmış olur. Çoğunluğun farklı kültürlere saygısının temin edilmesi için onu yok saymak, çözüm olmadığı gibi demokrasi denen şeyi yok etmek demektir. Çok kültürlülük konusunda asıl problem devletin tahdididir, parçalanması değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder