3 Aralık 2024 Salı

Kızıl Goncalar Hakkında Mustafa Öztürk'ün İyimserliği

Bilgi Asimetrisi ve Akademik İmtiyaz

  

Bilim insanı dediğimiz insanlarla aramızdaki fark nedir? Onlar bizden çok daha zeki mi? Aslında bu çok tartışılır ve bence çok da belirleyici değil.

 

En azından Türkiye’de öyle değil gibi görünüyor.

 

Belki bizden çok daha çalışkan ve disiplinliler.

 

Öyle ya bizden çok daha fazla bildikleri bir gerçek.

 

Öncelikle bilim insanı dediğimiz insanlar dikkatlerini belli bir çalışma konusuna yönelten insanlar. Bilim insanlarının çoğu belirledikleri konuda derinleşmeye hem sabırları yeten hem de belki bundan başka bir konuda çalışamayacak insanlar.

 

Öte yandan “kadro” denen sihirli çalışma güvencesine bir şekilde sahip olmuş insanlar. Gerçi ABD’de ve diğer batı ülkelerinde bu güvenceye ulaşmaları da yıllarını alabiliyor ama bizde öyle değil. Bizde akademisyenlik bir tür piyango.

 

Konu aslında bu değil. Ama bununla ilgili. Nasıl ilgili? Şöyle:

 

Sizi belli bir kademeye, belli bir imtiyaza, belli bir itibara ulaştıran “kadro”, aynı zaman da bir asimetrinin de perdesi oluyor. Nedir bu asimetri? Bu, “bilgi asimetrisi”.

 

Bilgi asimetrisi nedir?

 

Bilgi asimetrisi: İtibarı, iş güvencesi, çalışma konforu açılarından, herhangi bir insanı diğerlerine göre çok daha imtiyazlı ve dahası dokunulmaz kılan, bilgiye dayalı farklılaşma demek.

 

Bilgi asimetrisi ile belli bir konuda derinlemesine çalışmış insan karşısında bizi “cahil” hissettiren bir durumdur. Bu, durum, akademide kabul edilebilir bir gerçektir. Çünkü “gerçekten de”   örneğin fiziğin  ancak yüksek matematikle anlaşılabilecek dallarında ilerleyen insanlarla aramızda aşılması imkânsız bir fark doğacaktır. Yalnız… Burada dikkat edilmesi gereken bir iki şey var: Öncelikle sözgelimi Albert Einstein gibi karakterler toplumda istisnadır.

 

Aziz Sancar’ın söylediği gibi aslolan çalışmaktır.

Karl Popper, “İmkânı olan ve bunu yapmaya istekli HERKESİN” bilim yapabileceğinden bahsederek buna “bilimin sivilleşmesi” derken sanırım bunu kast ediyordu.

 

Aklıma, bir zamanlar onun asistanlığını yapan ve sonra bir bilim anarşisti olarak adını duyuran Paul Feyerabend geldi. O da “Gerçeğe ulaşmak açısından bir kabile büyücüsüyle bir moleküler biyolog arasında bir fark yoktur.” diyordu. Sanırım Feyerabend , hocası Popper’ın “sivilleşme” düşüncesini bir adım ileri götürüyordu. “Hayır öyle değil! O yönteme de karşıydı!” diyebilirsiniz. Vardıkları yer çok farklı olabilir fakat önemli olan sanırım şudur:

 

“Bilim adamının” bizi kendinden ayıran bilgi asimetrisi, bizim bilgilerimizin ve düşüncelerimizin, onunkilerin yanında önemsiz ve değeriz olduğu izlenimini ve dahası “inancını” yaratıyor.

 

Bilgi asimetrisi, bilgiyi “ulaşılabilir”, “anlaşılabilir” olmaktan uzaklaştırıp onu, bir grup imtiyazlı/ ayrıcalıklı insanın tekeline bırakıyor. Böylece özellikle bizim gibi geri kalmak isteyen bir toplumda, bilgi sıradan insanların ne yaparlarsa yapsınlar ulaşamayacakları bir büyüye dönüşüyor. İşte bu yüzden en basit hastalıklarda bile herhangi bir profesör tarafından muayene edilmek istiyoruz.

 

Bilgi asimetrisinin yarattığı “bilgi büyüsü” izlenimi, diğer yandan, bilgi ayrıcalığına sahip insanlara karşı, sıradan insanın “cahil cesaretini” ( Dunning -Kruger Sendromu) körüklüyor. Böylece, uzmanların ulaştığı bilginin, onların getirdiği yerdeki konfor, cahil kitlelerce kıskanılıyor.

 

Bilgi insanları, elde ettikleri konfor alanına ulaşma sürecini sıradan insanlarla paylaşmıyor.

 

Peki ama üniversite, yolgeçen hanı mıdır? Elbette öyle değildir ve olmamalıdır da…  Fakat zaten sorun, eninde sonunda, üniversitenin bir “geçim kapısı” olarak görülmesinde düğümleniyor. Bilgiyle ilgili bir dizi öğrenilmiş, ezberlenmiş işlemi belli ve kabul edilmiş bir otomatizmle yerine getirmekte ısrarcı   ve elbette kadro hazinesine ulaşmakta şanslı herkes bilgi asimetrisinin koruyucu zırhına bürünebiliyor. Böylece “bilmenin” gerektirdiği zihinsel çaba, yerini, “sonuca götüren en kestirme bilgi devşirme zanaatine” bırakıyor ki bu da en nihayetinde bilgi insanını, başkalarının geliştirdiği yöntemlerle ve kuramlarla çalışarak kendisini güvenceye almış bilgi derleyicisi haline getiriyor.

Bir bilgi derleyicisine, herhangi bir olgunun veya kavramın farklı bir tanımı olabileceğini anlatamazsınız. Bir bilgi derleyicisi için mevcut düşüncelerden, bilgi asimetrisi kalkanı arkasında kalmaya hak kazanmış olanlarının dışında bir “bilgi” olamaz. Yani “atıf” almamış hiçbir düşünce, bir bilgi derleyicisi için “bilgi” sayılmaz.

 

Bizim gibi bilgi derleyiciliği memuriyetinin yerleştiği bir memlekette felsefenin gelişememesinin en büyük sebebi de budur.

 

“Hakkında düşünülmeyen” bilgi, ancak devşirilmiş bilgidir ki o da ancak tek senelik bir tohum gibidir.

 

Bilgi asimetrisinden beslenen akademik imtiyaz, bizim gibi geri kalmış toplumlarda  insanları düşüncenin kendisinden çok “düşünenin imtiyazı”na  götürüyor. Böylece gerçekten düşünen ve üreten bir insan olmak yerine, en kısa yoldan akademik imtiyaza ulaşmak en makbul yol oluyor.

 

Özetle budur.

 

 

 

 

 

 

 

2 Aralık 2024 Pazartesi

Suriye'de Taraf Olmak


Bizim Suriye ile ne ilgimiz var?

Biz Suriye ile iki açıdan ilgilenmeliyiz.

İlk olarak Suriye’nin bir Kürdistan’a kuluçkalık etme
mesi…

 

İkincisi Suriyeli Türkmenlerin refahı ve emniyeti.

Bunların dışında Suriye’de hangi rejimin sürdüğü ya da sürmesi gerektiği bizi kesinlikle ilgilendirmiyor, ilgilendirmemeli de…

 

Bütün yapmamız gereken, ülkeyi yöneten Arap çoğunluğunun ülkelerinin Kürdistan denen hayali/vekil bir toprakla parçalanmamasını sağlamak. Bu bizim için neden önemli? Çünkü ABD ve diğer develtler bölgedeki enerji kaynaklarına doğrudan müdahale edebilmek için bağımlı bir Kürt devleti yaratmak istiyor da ondan… Peki bu sözde devlet nasıl yaratılacak? Elbette Ortadoğu’nun dört ana ülkesi Kürtleri beslemek için bölünerek.

 

Bu yüzden aklımızı başımıza alarak Esad ile derhal iş birliğine giderek sözde Kürdistan kuluçkası olan Kuzey Suriye’deki Kürt silahlanmasını ortadan kaldırmalıyız. Bu, aslında Irak’ta da yapılmalıydı ama ne yazık ki biz bir Türk devleti olarak yaşamıyoruz.

 

Biz Suriye’deki oyuncuların arasında kendisine patron seçmesi gereken bir ulus değiliz. Biz Suriye’de siyasetin egemen tonunu belirlemesi gereken bağımsız bir ulusuz. Her şeyden önce ve önemli olarak anlamamız gereken, budur.