19 Mayıs 2023 Cuma

Felsefede Türkçülük Türkçülük’te Felsefe

 


Felsefi bir Türkçülük ve Türkçü felsefe nedir?


Felsefi bir Türkçülük, Türkçülüğü, gerçeği aramak ve gerçekle ilişkilendirmek işidir. Böylece Türkçülüğün varoluşsal (ontolojik) ve bilgibilimsel (epistemolojik) geçerliliği üstünde düşünmek demektir.

Türkçü bir felsefe ise dünyayı, olguları ve kavramları Türk mantığıyla, Türk bakışıyla değerlendirmek demektir.

Türkçü bir felsefe felsefeyi zedeler mi?

Hayır.

Çünkü insan beraberliklerinin en gelişmiş hali olan millet/ulus ancak nesilden nesle aktarılan ortak bir algılama biçimi ve ortak tefekkürle sürdürülebilir.

Felsefi bir Türkçülük arayışı Türkçü siyaseti dışlamak, inkâr etmek değildir. Felsefi bir Türkçülük, milletin kaderini etkileyecek bütün politikaları, kavramların geçerliliğini ve olguların gerçekliğini gözeterek geliştirmek için gerekir.

Felsefenin kaygan zeminli bir çaba olduğu ve bununla Türkçülüğü ilişkilendirmenin Türkçülüğü sulandıracağı düşünülebilir.

Bu da yanlıştır. Çünkü Türkçü bir felsefe geliştirebilmek için milletin/ulusun varoluşu, gerçekliği ve hayatıyla ilgili her kavramın ve olgunun çok ciddi bir mantıkla kavranabilmelidir.

5 Mayıs 2023 Cuma

Türkiye’de Sağlık Ve Sosyal Güvenlik Açmazı

 



 

Türkiye’de sağlık ve sosyal güvenlik doğru çalışıyor mu?

 

Türkiye’de sağlık ve sosyal sigorta sistemi, “halk tarafından finanse edilen bir tür sosyalizm olarak uygulanıyor.

 

Sosyalizmde sağlık ve sosyal güvenlik tamamen devlet tarafından karşılanır ya da karşılanmaya çalışılır.

Sosyalizm sürdürülemez.

 

Çünkü sosyalizmde iktisadi hesap yapılamaz. Bundan dolayı sosyalizmde üretim sürdürülemez. Bazıları sosyalizmin bir planlama rejimi olduğunu söyleyerek buna karşı çıkacaktır. Oysa planlama ile hesaplama aynı şey değildir. Plânlamada bir şeyleri ummak, beklemek söz konusudur. Oysa hesaplamada tarihsel verilere dayalı bir tahmin söz konusudur. Oysa sosyalizmde mülkiyetin kollektifleştirilmesinden dolayı talepten etkilenebilecek bir arz söz konusu değildir. Dolayısıyla arz yani üretim müşterilerin arzularıyla yürütülmez, baştaki bir avuç seçkinin emirleriyle yürütülür.

 

Sorun şudur ki kaynakların miktarı ve fiyatları, baştakilerin emirlerine gör değişmez. Dolayısıyla  sermaye mallarının  miktarları ve fiyatları da bu emirlerle veya planlamalarla değiştirilemez.

 

Sosyalizmin sürdürülememesindeki bir diğer sebep zaten az miktardaki üretimden kaynaklanan paranın bedelsiz verilen sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinde israf edilebilmesidir. Çünkü sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleri maliyet oluşturan pahalı hizmetlerdir.

 

İşte Türkiye, sınırlı kaynaklarıyla sosyalizmin sınırsız israf hayalini yaşamak istiyor. Türkiye yeterince dolduramadığı bir birikimden sonsuz bir refah dağıtmaya çalışıyor.

 

Sosyal güvenlik hizmetleri için çalışanlardan yıllarca toplanan primlerden elde edilen birikim, emeklilikte kuşa dönüyor. Kapitalist bir sistemde tasarruf edilen para, kredi faizlerinin altında bir faiz bile alsa bankaların muhtelif yatırımlara yönlendirmesiyle “para üretici” bir araca dönüşüyor.  

 

Bundan dolayı sağlığın ve sosyal güvenliğin maliyeti ile ilgili bireysel olarak çok detaylı risk hesaplamaları yapılıyor.

 

Oysa ülkemizde sağlık ve sosyal güvenlik primleri, yükümlülerin risk etkenleri göz önüne alınmaksızın ve zorunlu olarak alınıyor. Burada sosyalizmin mantığıyla ve tekniğiyle kapitalizmin beklentileri karşılanmaya çalışılıyor.

Peki bu durumun yarattığı çelişki nasıl gideriliyor?

 

Sağlıkta bu durum özellikle ilaç harcamalarında büyük bir israf yaratıyor. Hastane harcamalarında, özel hastanelerin fiyat oluşumuna doğrudan müdahale edebiliyorlar. Devletin “katkısının” yetersizliğini, fiyat farkı ile giderebiliyorlar.

 

Oysa ilaç harcamalarında durum böyle değil. Çünkü ilaç tedarikinde yetkili kurum olarak eczaneler giderlerini, maliyetlerini fiyatlara yansıtamıyorlar. İlaçta maliyet sadece üretici firmaların maliyeti olarak hesap ediliyor. Oysa ilaçlar hastalara firmalarca ulaştırılmıyor. İlâç, hastalara, kendi sermaye risklerini üstlenmiş eczanelerce ulaştırılıyor.

 

Eczaneler sosyal güvenlik sisteminin doğal bir uzantısı değil. Yani eczaneler birer devlet dairesi değil.  Eczacılar depolardan kendi paralarıyla aldıkları ilaçları satıyor. Buradaki asıl yanlış, devletin, sınırlı imkânlarla doldurmaya çalıştığı, sınırlı sağlık harcamaları havuzunu, sınırsızca kullanıma açması. Buradaki diğer öldürücü yanlış, devletin  bu israfı  eczanelerin üzerinden karşılamaya kalkması.  Devlet, eczaneleri “ilaç satan” bir kurum olarak görmüyor. Devlet eczaneleri bir zamanlar kendi başına idare edemediği SSK eczaneleri olarak görüyor. Kısacası devlet eczacıları, kendi maaşını kendi başına kazanmaya çalışan memurlar ya da işçiler yapmaya çalışıyor.

 

Hastalar her ilacın bedava karşılanması beklentisiyle eczaneler geliyor. Oysa bu imkânsız. Sağlık riskleri yanı olmayan hastalar, eczacılara, bedava ilaç vermesi gereken memurlar gözüyle bakıyor.

 

Kapitalizmin refahını, sosyalizmin kölelik düzeniyle sağlamaya çalışmak garabeti yüzünden Türkiye’de sağlık hizmetleri  hastane ve eczane  ayaklarında her geçen gün daha da pahalanıyor.

 

Bu yanlıştan dönülmedikçe özellikle eczane cephesinde ilaç kıtlığını önlemek mümkün olmayacaktır.