26 Mayıs 2023 Cuma
19 Mayıs 2023 Cuma
Felsefede Türkçülük Türkçülük’te Felsefe
Felsefi bir Türkçülük ve Türkçü felsefe nedir?
Felsefi bir Türkçülük, Türkçülüğü,
gerçeği aramak ve gerçekle ilişkilendirmek işidir. Böylece Türkçülüğün
varoluşsal (ontolojik) ve bilgibilimsel (epistemolojik) geçerliliği üstünde
düşünmek demektir.
Türkçü bir felsefe ise dünyayı,
olguları ve kavramları Türk mantığıyla, Türk bakışıyla değerlendirmek demektir.
Türkçü bir felsefe felsefeyi
zedeler mi?
Hayır.
Çünkü insan beraberliklerinin en
gelişmiş hali olan millet/ulus ancak nesilden nesle aktarılan ortak bir
algılama biçimi ve ortak tefekkürle sürdürülebilir.
Felsefi bir Türkçülük arayışı
Türkçü siyaseti dışlamak, inkâr etmek değildir. Felsefi bir Türkçülük, milletin
kaderini etkileyecek bütün politikaları, kavramların geçerliliğini ve olguların
gerçekliğini gözeterek geliştirmek için gerekir.
Felsefenin kaygan zeminli bir
çaba olduğu ve bununla Türkçülüğü ilişkilendirmenin Türkçülüğü sulandıracağı
düşünülebilir.
Bu da yanlıştır. Çünkü Türkçü bir
felsefe geliştirebilmek için milletin/ulusun varoluşu, gerçekliği ve hayatıyla
ilgili her kavramın ve olgunun çok ciddi bir mantıkla kavranabilmelidir.
5 Mayıs 2023 Cuma
Türkiye’de Sağlık Ve Sosyal Güvenlik Açmazı
Türkiye’de sağlık ve sosyal güvenlik
doğru çalışıyor mu?
Türkiye’de sağlık ve sosyal
sigorta sistemi, “halk tarafından finanse edilen bir tür sosyalizm olarak
uygulanıyor.
Sosyalizmde sağlık ve sosyal
güvenlik tamamen devlet tarafından karşılanır ya da karşılanmaya çalışılır.
Sosyalizm sürdürülemez.
Çünkü sosyalizmde iktisadi hesap
yapılamaz. Bundan dolayı sosyalizmde üretim sürdürülemez. Bazıları sosyalizmin
bir planlama rejimi olduğunu söyleyerek buna karşı çıkacaktır. Oysa planlama
ile hesaplama aynı şey değildir. Plânlamada bir şeyleri ummak, beklemek söz
konusudur. Oysa hesaplamada tarihsel verilere dayalı bir tahmin söz konusudur.
Oysa sosyalizmde mülkiyetin kollektifleştirilmesinden dolayı talepten
etkilenebilecek bir arz söz konusu değildir. Dolayısıyla arz yani üretim
müşterilerin arzularıyla yürütülmez, baştaki bir avuç seçkinin emirleriyle
yürütülür.
Sorun şudur ki kaynakların
miktarı ve fiyatları, baştakilerin emirlerine gör değişmez. Dolayısıyla sermaye mallarının miktarları ve fiyatları da bu emirlerle veya
planlamalarla değiştirilemez.
Sosyalizmin sürdürülememesindeki
bir diğer sebep zaten az miktardaki üretimden kaynaklanan paranın bedelsiz
verilen sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinde israf edilebilmesidir. Çünkü
sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleri maliyet oluşturan pahalı hizmetlerdir.
İşte Türkiye, sınırlı
kaynaklarıyla sosyalizmin sınırsız israf hayalini yaşamak istiyor. Türkiye
yeterince dolduramadığı bir birikimden sonsuz bir refah dağıtmaya çalışıyor.
Sosyal güvenlik hizmetleri için
çalışanlardan yıllarca toplanan primlerden elde edilen birikim, emeklilikte
kuşa dönüyor. Kapitalist bir sistemde tasarruf edilen para, kredi faizlerinin altında
bir faiz bile alsa bankaların muhtelif yatırımlara yönlendirmesiyle “para
üretici” bir araca dönüşüyor.
Bundan dolayı sağlığın ve sosyal
güvenliğin maliyeti ile ilgili bireysel olarak çok detaylı risk hesaplamaları
yapılıyor.
Oysa ülkemizde sağlık ve sosyal
güvenlik primleri, yükümlülerin risk etkenleri göz önüne alınmaksızın ve
zorunlu olarak alınıyor. Burada sosyalizmin mantığıyla ve tekniğiyle kapitalizmin
beklentileri karşılanmaya çalışılıyor.
Peki bu durumun yarattığı çelişki
nasıl gideriliyor?
Sağlıkta bu durum özellikle ilaç
harcamalarında büyük bir israf yaratıyor. Hastane harcamalarında, özel
hastanelerin fiyat oluşumuna doğrudan müdahale edebiliyorlar. Devletin “katkısının”
yetersizliğini, fiyat farkı ile giderebiliyorlar.
Oysa ilaç harcamalarında durum
böyle değil. Çünkü ilaç tedarikinde yetkili kurum olarak eczaneler giderlerini,
maliyetlerini fiyatlara yansıtamıyorlar. İlaçta maliyet sadece üretici
firmaların maliyeti olarak hesap ediliyor. Oysa ilaçlar hastalara firmalarca
ulaştırılmıyor. İlâç, hastalara, kendi sermaye risklerini üstlenmiş eczanelerce
ulaştırılıyor.
Eczaneler sosyal güvenlik
sisteminin doğal bir uzantısı değil. Yani eczaneler birer devlet dairesi
değil. Eczacılar depolardan kendi paralarıyla aldıkları ilaçları satıyor.
Buradaki asıl yanlış, devletin, sınırlı imkânlarla doldurmaya çalıştığı,
sınırlı sağlık harcamaları havuzunu, sınırsızca kullanıma açması. Buradaki diğer
öldürücü yanlış, devletin bu israfı eczanelerin üzerinden karşılamaya kalkması. Devlet, eczaneleri “ilaç satan” bir kurum
olarak görmüyor. Devlet eczaneleri bir zamanlar kendi başına idare edemediği
SSK eczaneleri olarak görüyor. Kısacası devlet eczacıları, kendi maaşını kendi
başına kazanmaya çalışan memurlar ya da işçiler yapmaya çalışıyor.
Hastalar her ilacın bedava
karşılanması beklentisiyle eczaneler geliyor. Oysa bu imkânsız. Sağlık riskleri
yanı olmayan hastalar, eczacılara, bedava ilaç vermesi gereken memurlar gözüyle
bakıyor.
Kapitalizmin refahını,
sosyalizmin kölelik düzeniyle sağlamaya çalışmak garabeti yüzünden Türkiye’de
sağlık hizmetleri hastane ve eczane ayaklarında her geçen gün daha da pahalanıyor.
Bu yanlıştan dönülmedikçe
özellikle eczane cephesinde ilaç kıtlığını önlemek mümkün olmayacaktır.