9 Ağustos 2022 Salı

Türkiye’de Çocuk Toplum

 



Muktedirinden muhalifine kadar hemen hemen herkes Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni “yanlış” kurduğunu düşünüyor.  “Onlara göre” Türkiye’de sadece Türkler yok, Türkler bu toprakları Türk olmayanların rızası dışında elde edip bu ülkeye kurulmuş, yerleşmiş ve kendi egemenliklerini, iktidarlarını Türk olmayanlara dayatmış.

 

Bu ana fikir özellikle liberal politik doğrucular tarafından sözüm ona evrensel ilkelere dayanılarak savunuluyor.

 

Peki ama “Kurtuluş Savaşı” gibi gayet net ve inkâr edilemez bir mücadeleye ve bedele rağmen bu kadar gülünç ve saçma bir fikir nasıl toplumun muktedirinden muhalifine bu kadar geniş bir kesimde kabul görüyor?

 

Ya da bir başka şekilde soracak olursak iki kere ikinin dört ettiğini açıkça görebilen insanlar nasıl oluyor da “başka türlü var olması mümkün olmayan” Türkiye Cumhuriyeti’nin” yanlışlığı  gibi bir saçmalığı  yirmi yıldır hâlâ  düşünebiliyor?

 

Kestirmeden söyleyecek olursak Türk halkının matematik zekâsı gayet iyidir, kısa dönem menfaatleri gayet güzel algılar ve hesaplar. O halde bu kadar çok sorun nereden çıkıyor?

 

Bu sorun, Türk halkının ki “halk” terimi milletin şu anda yaşayan kesimini anlatmaktadır, henüz yetişkin olamamasıdır.

 

Türk halkı, meseleleri bir yetişkin gibi algılayamamaktadır.

 

Bir yetişkin meseleleri nasıl algılar?

 

Bir yetişkin meseleleri, o meselelerin içinde yerleştikleri ve yetiştikleri bağlama göre algılar. O bağlam meselenin da birbirine bağlı şartlarını ve kavrayışlarını içerir. Kısacası yetişkinlik bir “anlamlandırma” yeteneğidir. Anlamlandırma da kendi başına oluveren, gerçekleşiveren bir yetenek ya da yeti değildir.

 

Türk halkı bir çocuk toplumdur.

 

Çünkü her şeyi göründüğü gibi algılar ve görünene de çocukça tepkiler verir.

 

Çocuklarda tecrübe eksikliği ve “doğal masumiyet”, onların hatalarını hoş görmemizi sağlar. Onların dünyayı “olduğu gibi” görmeleri masumiyetlerinden kaynaklanır. Onlar aslında dünyayı gibi görmezler, “kendilerine göründüğü” gibi görürler. Masumiyetlerinin saflığıyla da en kestirme tepkiyi verirler.

 

Burada anahtar kelime “tepkidir”. Tepki, çocukların ve hayvanların hayata verdikleri hızlı cevapların genel adıdır. Çocuk, çevresine içindeki sevgi ihtiyacına veya yetiştirilme ortamında bulabildiği uyaranlara göre ancak bir tepki verebilir. Bu tepkinin özelliği, daha ziyade duyusal ve duygusal olmasıdır.

 

Çocuk tepkileri, duyuların üzerinden gelişen reflekslerden ibarettir. Çocukların refleksleri esnasında onların içinde farklı duygular da gelişir ve bu duygular onların ileriki tepkileri için de şartlayıcı olur.

 

Çocukluk gereğinden fazla uzarsa kişide bu duygulara bir bağımlılık gelişir. Kuvvetle muhtemeldir ki aynı duyguları sürekli hissetmek kişiye veya aynı şartlayıcılarla sürekli karşı karşıya kalan toplumlara belli bir haz bile vermektedir.  Söz gelimi “muhafazakâr”  halk kesimlerinin kuşaklardır, “Bir gecede cahil kaldık.”, “ Atatürk İngiliz ajanıydı.”, “ Lozan’ın gizli maddeleri var.”  Vs. safsataları bu kadar benimsemesi veya Kürtçülerin yıllardır aynı nefret söylemiyle etnik sömürü yapabilmelerinin sebebi de gene kuvvetle muhtemeldir ki bu.

 

Türk halkı dünyayı anlayamıyor, anlamlandıramıyor. Türk halkı çevresinde olup bitene bir anlam veremiyor. Peki bu onun “doğal” yetersizliği mi? Maalesef hayır.

 

Neden “maalesef” dedik? Çünkü Türk halkı dünyayı anlamayı ve anlamlandırmayı “istemiyor”. Türk halkı dünyayı bir çocuk gibi görmek istiyor. Bunun iki sebebi var: Türk halkı çocukluk masumiyetine sığınarak sorumluktan kaçmak istiyor. İkinci sebep de Türk halkı çocukların beslenme bağımlılığında ayrılamıyor, sürekli emzirilmek istiyor. “Nerede bu devlet?” sorusu, “muhtaç bir zihnin” en tipik sorusudur.

 

Türk halkı, çocukluğun geçici muhtaçlığından sıyırılamamış bir çocuk toplumdur. Türk halkı bağımlı ve duygusal olduğunu idrak edemeyen, tepkisel bir çocuk toplumdur.

 

Türk halkı işte bu yüzden sonuçları “algılar” ama sonuçları doğuran nedenleri “idrak edemez”.  İşin kötüsü şu ki Atatürk inkılâplarının Türk insanına kazandırmaya çalıştığı bütün yetişkinlik yetilerine de sırt çevirir. İşte bu yüzden Türkiye’de mantıklı bir tartışma yapmak, yanlıştan vazgeçip doğruya yönelmek, sebep sonuç ilişkilerini gözetmek,  doğru ve yetişkince bir duygudaşlık geliştirmek ve “zarar vermemekte (ahlâk) uzlaşmak” mümkün değil.

 

Daima çocuk kalmak isteyen, daima sorumsuz olmak isteyen, daima beslenmek isteyen (“Biz ekmeğimize bakarız.”) insanların tercihleriyle ne demokrasi yaşatılabilir ne de devlet. Türkiye’nin asıl problemi çocukluk masumiyetini ebediyen sömürmek isteyen bir toplumun yarattığı zehirli asalaklık ve enerji kaybıdır.

 

Millet olmayı idrak edemeyen bir çocuk toplum ne üretebilir ne egemen kalabilir. “Manda ve himaye kabul edilemez” kararındaki yetişkin vurgu, “Nerede bu devlet?”, “Devlet bize bakmii!” diye ağlaşan bugünkü çocuk toplum için anlamsızdır.

 

Millet olmayı idrak etmek istemeyen bu çocuk toplumda yaşlarına rağmen çocuk kalmış insanlarımız arasında ani duygusal tepkilerin, kavgaların, çatışmaların, cinayetlerin kısacası şiddetin bu kadar yaygınlaşması ve daha kötüsü, kutsanması, şaşılası şeyler olmasa gerek.