17 Kasım 2019 Pazar

Din, Deizm, Ateizm Ve Anlam Arayışı



deizm ile ilgili görsel sonucuDeizm ve ateizm tartışmasının bu denli yüzeysel olması insanı çileden çıkarıyor.

Tartışırken veya akıl yürütürken  mutlaka tanıma bakmak gerekir.  Tartışmaların hiç biri tanıma dayanmıyor.

Sokak röportajlarında kendilerine  deizm ve ateizm  sorulan insanların hemen hemen hiç biri, inandıkları şeyin ne olduğunu ifade edemiyor.

Müslümanlar kendi hayatlarının aslında dinin varoluş biçimiyle bağdaşamayacağının her gün daha da fazla farkına varıyor.

Neden böyle? Çünkü din, her ne kadar güzel ahlâktan bahsetse de en nihayetinde kendisini tanımlayan dört unsuru, hayatı her gün daha da fazla kısıtlıyor.

Nedir bu unsurlar? Bir din dört unsurla tanımlanır. Bu dört unsur bir  araya gelmedikçe herhangi bir inancın din haline gelmesi mümkün değildir. Bu unsurlar: Kitap, peygamber, şeriat ve tapınak(ruhban)dır.

Herhangi bir yaratıcıya inanmak insanın anlam arayışında bir aşamadır. İnsan doğayı anlayamadan yaşayamaz. Aslanlar , sırtlanlar , kunduzlar için “anlam” aramak ihtiyacından bahsedilemez. Oysa insan  her şeyin birbiriyle ilişkisi kurmaksızın zaten hayatta kalamaz.

Bu yüzden de “anlamların kaynağı” olan bir yaratıcıya yönelmek, çok da tuhaf bir  davranış değildir.

Sorun şu: İnsan, “anlamların kaynağı olan” bir yaratıcıya inanmak isteyebilir ama “onun temsilcilerinin, ona  nasıl inanması gerektiğini söylemesine  inanmak istemeyebilir.

Çünkü din kurumunun peygamberlik unsuru artık bitmiş bile olsa  tapınağın profesyonelleri, bir tür vekalet yoluyla  peygamberliğin egemenlik yönünü sürdürmekte. Şeriat ve tapınak unsurları, insansız var olamaz.

Burada da iki tür insanın varlığı gerekir: Ruhbanın ve  dindarın varlıkları.

Ruhban olmaksızın şeriat ve tapınak var edilemez, yaşatılamaz. Fakat unutulan veya unutturulmak istenen şey, dindar birey olmaksızın da tapınak ve diğer kurumlar yaşatılamaz. Çünkü dindar birey var olmadıkça  şeriatın veya tapınağın hiçbir anlamı kalmaz. Bunlara “dokunulmazlık” veya “kutsiyet” atfeden insanlar yalnızdan dindarlardır.

Burada mümin kelimesini kullanmaktan özellikle kaçındığımı belirtmeliyim. Çünkü “iman” Tanrı’nın varlığıyla ve birliğiyle ilgili bir eylemdir. Oysa dinin kurumsal unsurlarının hiç biri, insanın Tanrı’ya atfettiği anlamsal bağlamla ilgili değildir. Bir insan dinin kurumsal unsurları olmaksızın da bir yaratıcının varlığına inanabilir ve ondan yardım isteyebilir.

Kısacası Tanrı dinden dolayı veya dinle anlaşılmaz veya Tanrı inancı dinden dolayı meydana gelmez. Oysa “din inancı”, Tanrı inancının, dinin unsurlarınca bir şekilde zorlanarak değiştirilmiş halidir.

Din, sizin Tanrı’ya “kendi bildiğinizce inanmanıza” izin vermez. Sizin aklınız ve vicdanınız üzerinde sözüm ona bilgiye dayalı bir hiyerarşik egemenlik kurar ve size öğrenim düzeyiniz ne olursa olsun söz gelimi Latince  veya Arapça bilen insanların sözlerine inanmanızı ve dahası uymanızı söyler.

İşte tam da bu noktada dinin aslında kitlesel bir siyasi kurum olduğu anlaşılır.

Günümüzde  büyük ve karmaşık bir toplumun meydana getirebildiği büyük kitlesel üretim ve sağladığı  büyük nispi bireysel özgürlük ortamı, artık insanların bu tip bir hiyerarşik dayatmayla  yaşayamayacağı kanaatini ortaya çıkarmıştır.

Anlaşılan o ki tam da bu yüzden, bilgiye kendi başına ulaşabilen insanlar artık dinin unsurlarının, herhangi bir inancın “ mütemmim cüzü” olmadığını görmeğe başlıyor. Bunun sonucunda da “kitapsız Allah inancı” diye nitelenen deizm veya Tanrı’nın toptan reddi yayılıyor.

Burada insanları endişelendiren husus, dinsizleşmenin ahlâksızlaşmaya ve dolayısıyla kaosa yol açıp açmayacağı. Öbür yandan deistler ve atesitler de bunda korkulacak bir şeyin olmadığını çünkü ahlâkî yozlaşmanın, asıl din egemenliğinde özellikle Ortadoğu toplumlarında yaşandığını örnekleriyle ortaya koyuyorlar. Olan biten bu.

15 Kasım 2019 Cuma

Bu Blogu N’eylemeli?


political blog ile ilgili görsel sonucuNe zamandır günlük/blog yazmadım. Bunun  en büyük sebebi, tembelliğim. Bir sebep var ki o da okurlarımın tembelliği. Artık hiç kimse neredeyse hiçbir şey okumadığı için günlük yazmak da zaman içinde anlamını kaybediyor.

Batı dünyasında blog çok önemli bir iletişim aracı. “Endüstriyel iletişimin” bir alternatifi olarak çok güçlü kişisel çıkışların ifade edilebildiği, gerçekten ö

Gelin görün ki ülkemizde “iletişim”  güçlünün, yarattığı fiili durumu zayıfa tebliğ etmesinden ibaret olduğu için blog yazmak, boşa konuşmak gibi algılanıyor.

Sanalağ iletişiminin geldiği son nokta da video oynatma motorlarında, oynanmış video oyunu videolarını seyretmekten ibaret. Düşünmek artık sanalağ kullanıcılılarının çoğu için yorucu bir eylem. Dolayısıyla bir de ayrıca zahmet gerektiren okuma işi, hiç  kimsenin ilgisini çekmiyor.

Şimdi sormak istiyorum: Okunmağa değer şeyler sadece akademik yayınlar mıdır? Okur yazarlar, bütün zamanlarını akademik yayınlara  harcadıkları için mi başka bir şey okumağa zamanlar kalmamaktadır?

Daha ne diyeyim bilmiyorum. Blogu toptan silsem mi acaba?