23 Kasım 2016 Çarşamba

Kasımpatı Risalesi



Kasımpatı kasımda açan bir çiçektir. Papatyaya benzer fakat ondan çok daha büyüktür. Diğer adı “krizantem”dir.

Birbirine çiçek verecek medeniyete sahip insanlar için güzel bir gündeliktir.

Geçen gün annemle beraber çiçekçimize uğradık. Annem gözünde ameliyat olmuştu.

Büyükçe bir  vazonun içinde duran kasımpatların üstüne “papatya” yazılmıştı. Annem  Fransızca öğretmeni olduğundan, meslekî alışkanlıkla derhal  düzeltti: “Bunun adı “kasımpatıdır”. Fransızca’sı “krizantemdir” (chrysanthéme).”

Mesleğini seven çiçekçi dostum, bunu zaten bildiğini ama müşterilere anlatamadığını söyledi.

Meğer müşterileri, kasımpatıları ,  papatya olarak biliyor ve dahası  böyle bilmekte de ısrar ediyorlarmış.  Sorun şu ki müşteriler, çiçeklerin kasımpatı olduğunu öğrendiklerinde, onları almaktan vazgeçiyorlarmış.  Oysa üzerlerine papatya yazılırsa, çiçekler patır patır satılıyormuş.

Bu olay iki yönden ilgimi çekti:

Öncelikle müşterilerin bilgilenmeye karşı gösterdikleri direnç, tüylerimi diken diken etti. Açık bir bilgisizliği veya yanlışı düzeltmek yerine bunları sürdürmekteki ısrar bana korkunç göründü. Yani artık okullarda öğrenciler iki kere ikinin dört değil de beş ettiğini çoğunlukla veya zorla öğretmenlerine kabul ettirebilir mi?

İnsanlar bir konuda onlardan daha bilgili bir insanın açık doğrularına hangi gerekçeyle karşı çıkabilir? Aslında bir “gerekçe” dahi herhangi bir akıl yürütme ile elde edilir. Kasımpatının papatya olduğunda ısrarın herhangi bir botanik bilgisine dayandığını sanmıyorum.

Dolayısıyla müşterilerin kasımpatının papatya olduğunu söylemek için ne gibi bir dayanakları olduğu belli değil. Müşteriler sadece onların kasımpatı olmadıklarına “inanıyorlar”.  Böyle olmadığına inanmak için de hiçbir akılcı gerekçeye vs. ihtiyaç duymuyorlar.  Tam bir kör inanç sergiliyorlar.
Herhangi bir insan, bir şeye neden körce inanır? Körce bir inanışla ne elde etmek ister? Kasımpatının kasımpatı olmadığını düşünmek, bir insana ne kazandırır?

Kör inanç aslıda zaten bütün bu soruları gereksiz kılıyor. Çünkü kör inancın bütün amacı, yalnızca kendisi. Kör inanç insana, hiçbir yere varmayı vaat etmiyor. Ama o, insana düşünmekten, karar vermekten ve en önemlisi sorumluluk almaktan uzak kalabileceği bir koza sunuyor. O kozanın içinde “inananlar”, büyüklerinin kararlarına ve büyüklerine iman eden çoğunluğa uyarak sınırsız  ve ebedi bir masumiyet kazanıyorlar. Öyle ki artık yeni bir şey öğrenmeye gerek duymuyorlar. Ve dahası artık hiç hata yapmayacaklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla birileri onlara sevdikleri çiçeklerin aslında papatya değil de kasımpatı olduğunu söylediğinde bunu gönül rahatlığıyla inkâr edebiliyorlar.

Bu kör inanç büyük ölçüde ve belki de tamamen dinle elde ediliyor. Toplumun dine bağımlı hale getirilmesiyle birlikte insanlardaki akıl yürütme süreçleri büyük ölçüde kesintiye uğruyor. Bunun yerini hayvansı bir güvenlik gereksinimi ve insanlık dışı bir sorumsuzluk arzusu alıyor.

Bunun ülke yönetimine “demokrasi” vasıtasıyla hükmetmesi de akla gelebilecek en ilkel ve vahşi  çoğunluk diktasını yaratıyor.

Bunun yanı sıra ( merak ettiğim ikinci şey de buydu) aklıma, böylesi bir gönüllü cehaletin, piyasaları nasıl etkileyeceği sorusu geldi.  Şöyle bir düşünüldüğünde, kasımpatıya papatya diyen bir toplumun  çoğunluğun, kendi ihtiyaçlarından doğru dürüst  haberinin olmadığını düşünmek için elimizde  büyük bir  kanıt var. Böylece aslında meselâ okula değil de camiye  ihtiyaç duyulduğunu düşünen ve zamanla kafasındaki “okul”  kavramının, yerini “cami” kavramına bıraktığı bireylerin kitlesel egemenliğinde, herhangi bir şey üretmek, yaratmak mümkün olabilir mi?

Kasımpatıyı gönüllü inkâr ederek yerine papatyayı  ikame eden  bireylerin, medeniyetin gereklerini kavrayabilmesi mümkün olabilir mi?

 Çünkü bugün kasımpatının, papatya olduğuna inanan birey, yarın, hukukun akılcı bir ideal değil de  baştaki  ulemanın fetvalarından ibaret  olduğuna inanmaya başladığında, artık ona, doğrusunun ne olduğunu anlatmamız mümkün olmayacaktır.

Kasımpatının papatya olduğunda ısrar ederek kasımpatı arzını yönlendiren bir kitlenin, ekonomi yapabilmesi mümkün değildir. Çünkü bir kere kavramları körce inkâr eden veya çarpıtan bir bireyin,  ne üretim faktörlerinin birbiriyle  bir ilişkisi olabileceğini ne de her eylemin mutlak bir maliyetinin olduğunu anlayabilmesi mümkündür.
Türkiye kör inancın harlanan alevlerinde şimdiden kendi cehennemini yaratıyor.

Birileri “Bu nasıl risale?” diyebilir ama kasımpatıdan papatya olabileceğine inandığımız bir memlekette, fıkradan risale yapana da çok şaşmamak gerekir herhalde?


14 Kasım 2016 Pazartesi

Amerika'nın Türkiye Simülasyonu

Biz Türkler yaşadığımız olumsuzlardan dolayı başkalarını suçlamaya bayılırız... Dolayısı ile öz eleştiri gibi bir meziyete sahip değiliz ya da çok az sahibiz. Öz eleştiri ile suçlama arasındaki farkı da bildiğimizi söylenemez... Kişisel anlamda durum bu mecrada iken devlet olarak da bakış açımızın çok farklı olmasını beklemek yanlış olur. Borsa düştü, Dolar fırladı, altın değer kaybetti benzeri birçok ekonomik göstergeyi “Dış güçlerin” müdahalesi olarak yorumlandığına şahit olmuşsunuzdur.


Globalleşen dünyada,  büyük siyasi güç ve ekonomiye sahip ülkelerde meydana gelen olaylar elbette diğer ülkeleri ve ekonomilerini de etkileyecektir. Burada esas olan ne ölçüde ve nasıl etkilendiğinizdir. ABD Başkanlık seçimi sonuçları ülkemizde ABD Dolarının değer kazanmasına neden olurken Birleşik Krallık para birimi olan Pound karşısında Doların değer kaybetmesi  sonucunu doğurmuştur.                   


8 Kasımda Birleşik Devletlerin 45. Başkanı seçilen Donald Trump, 2000 yılında da Cumhuriyetçi Partiden başkanlık yarışına katıldı. İronileri ile ünlü çizgi dizi Simpsons o dönem de bu adaylığa bir bölümünde yoğun ironiyle yer vermişti. Şimdi, belli ki dizinin sıkı takipçisi olmayan kaşif ya da kaşifler(!)   Amerikan derin devletinin 15 sene öncesinden Trump kurgusunu yaptığını ve kanıtının da Simpsons olduğunu söylüyor.


Amerikan Devletinin  Hollywood  yapımları üzerinden toplum mühendisliği  yaptığı bilinen bir gerçek. İlgili ilgisiz birçok filmde Amerikan bayrağına yer verilmesi, ülke değerlerine vurgu, nerde ise hemen her ailede bir Amerikan Deniz Piyadesi hikâyesi… Yukarıda sözü edilen Simpsons keşfine nazire olsun diye,  Barack Obama’dan önce ki Afro Amerikan başkanlı filmlerin  son dönem de kadın başkanlı filmlere yerini bıraktığını da belirtelim… Görünen o ki Hollywood’da Trump’ın başkanlığına kendini hazırlamamıştı(!)



Trump’ın  kazanması ile birlikte Cumhurbaşkanı  Erdoğan ile benzerliklerini ortaya koyan köşe yazılarında patlama oldu. Amerikan başkanlık seçimlerinin sonuçlarının şekillenmeye başlaması ile birlikte CNN Türk ekranlarına telefon ile bağlanan bir konuşmacı bu liderin ileriki dönemde “kanka” olacakları yorumunu bile yaptı…



Ana karasına kurulduğundan buyana doğrudan askeri bir saldırı almamış(Pearl  Harbour saldısını saymazsak) bir ülkenin milliyetçilik vurgusu yoğun, ‘Yeniden Büyük Amerika ‘ mottosu ile yola çıkan bir kovboyu tercih etmesi,  Amerika’nın  1.Dünya Savaşı öncesi dünya düzenine dönme eğiliminde olduğunu, dış politikada” büyük ağabeyliği” Birleşik Krallığa mı bıraktığını mı gösteriyor? Mutlak hakimiyet sahibi Putin’in Rusya’sının Rus Çarlığından ya da Avrupa Birliğinin dinamosu görevini üstlenmiş Merkel  Almanyası’nın Alman İmparatorluğundan işlevsel olarak farkı mı var? Türkiye bile dış politikalarında kendine biçilen rolün ötesinde aksiyon almaya başlayarak Osmanlılara selam göndermiyor mu?


Gelelim Türkiye Simülasyonuna; genellikle Amerikan başkanlık seçim kampanyaları örnek alınır hatta siyasi partiler Amerikalı reklamcılar ile anlaştıklarını duyururlar, övünçle… Bu kez bir farklılık oldu galiba Amerikalılar Türkiye’de simüle ettikleri  bir senaryoyu ülkelerinde kullandılar. Gittikçe güçlenerek iktidarda kalmayı başaran, bir lideri vââdleri, söylemleri ve uygulamaları noktasında taklit ettiler. Trump’ın gelişi Recep Tayyip Erdoğan’dan belliydi.



15 Temmuz kalkışması her iki lider için farklı ölçüde önem taşısa da liderliklerini pekiştirmek ve lider olmak anlamında önemli bir olaydır. Recep Tayyip Erdoğan, aslında, halkının demokrasiye sahip çıkışını değil kendisine olan sevgisini ve halkının üzerindeki muazzam etki gücünü görmüştür. Siyaset yapan herkesin düşlediği bir güçtür bu… Clinton ve ekibinin Türkiye’de gerçekleştirilmeye çalışan 15 Temmuz eylemine dolaylı destek verdikleri bilinmektedir. Görülen o ki 15 Temmuz zaferi, Clinton ve ekibinin beklentilerinin dışında gerçekleşmiş ve siyaset karnesine bir başarısızlık olarak düşmüştür. Bu başarısız öngörü şüphesiz Trump için başarıdır.



Trump’ın zaferinin ardından yapılan gösteriler Amerikan elitlerinin, entelektüellerinin yaşadıkları hayal kırıklıkları aslında Türk elitleri ile ne çok benzerlik göstermekte… Şimdi Amerikan halkının Trump sevgisinin Türk Halkının Erdoğan sevgisi ölçüsüne yetişip yetişmeyeceğini gözlemleyeceğiz.