Dindarlık, şeriatçı şiddetin, dünyayı daha önce hayal bile edilmemiş bir bicimde tehdit ettiği şu günlerde , üzerinde kesinlikle ciddiyetle düşünülmesi gereken bir olgu.
Belki daha önce bir kere daha dinin doğasına bakmak yararlı olacaktır.
Din,insanın Tanrı'ya yönelen inancından beslenen ve doğrudan bu inancı ipotek altına alan bir kurumdur.
Din,içinde Tanrı yerine konuşan insanların otoritesini taşıyan bir kurumdur.
Dinin içindeki insan otoritesi, ruhbanlıkla ortaya çıkar. Genellikle İslamiyet'te ruhban sınıfının olmadığı söylense de insanların hayatlarına fetvalarıyla yön veren , böyle geçinen ve bu yüzden de "sıradan" Müslümanlardan farklı ve üstün sayılan bir sınıfın var olduğu kesindir ki bu da açıkça ruhbanlıktır.
" Allah indinde, üstünlük takvadadır" ayeti ruhbanların din kurumunun profesyonelleri olmalarından kaynaklandığı düşünülen " doğal" üstünlüklerinin kaynağı olarak görülür. Dolayısıyla din profesyonelleri düşük dereceli peygamberler gibi addedilirler.
Burada asıl önemli nokta, din kurumunun, onu bir kurum yapan ruhban unsuru yüzünden, aynı inancı paylaşan insanlar arasında bir "üstünlük" kıyaslamasına yol açmasıdır.
Üstünlüğün "Allah indinde" olmasının üstünlük kıyaslamasının kullara kapalı (ve hatta Allah'ın ortaksız kudretinden dolayı yasak olduğu) düşünülmemiştir.
Mukayesenin "Allah indinde" yapılıyor olması insanın bu konuda bilgisiz olması gerektiği anlamına gelir.
Allah mukayese makamı olarak kendisini gösterdiğinde, tevhidin gereği olarak bu üstünlük mukayesesinde kimsenin ona ortak olamayacağı açıkça anlaşılabilir.
Oysa din içinde oluşan ruhban sınıfının kendisiyle beraber getirdiği "üstünlük" de bu ayetle açıkça çelişmektedir.
İş ne yazık ki sadece ruhbanların üstünlüğünden ibaret olarak kalmamaktadır.
" Üstünlüğün" ruhbanlarla ilişkilendirilmesi onu, Tanrı'nın takdirinden alıp insani değer yargılarının sahasına indirmiştir.
Böylece "takva", din profesyonellerinin, mükemmel olduğu düşünülen dini mevzuat birikimlerinin bir sonucu sayılmıştır. Böylece insanlar bir Müslüman'ın takvasının "gözlenebilir"bir şey olduğunu düşünmeye başlamıştır.
Böylece takvanın kendisine yöneltildiği tek ve gerçek mukayese makamı unutulmuştur.
Takvanın insanlarca gözlenebilir bir şey sanılmasından sonra "dindarlık" ortaya çıkmıştır.
"Dindarlık" bütün bir hayatın, içinde ruhban egemenliğinin hüküm sürdüğü dolayısıyla "üstün Müslümanlara" uyulması mecburiyetini taşıyan, din kurumuna göre tam ve eksiksiz düzenlenmesi demektir.
Üstünlük bir kez ruhban ile ortaya çıktığında, aynı zamanda diğer Müslümanlar arasında ruhbana takva açısından yaklaşabilmek rekabetini başlatır.
Peki ama bunun , inancın özüyle ne ilgisi vardır?
Bunun, Tanrı'nın varlığına ve birliğine inanmakla hiç bir ilgisi yoktur.
Dindarlık, diğer insanlara göre Allah'tan daha fazla korktuğunu, insanlara göstermeye çalışmaktan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla dünyaya Müslüman olduğunu belli etmek, aslında bir kimlik ibrazından daha fazla bir şeydir.
Dünyaya Müslüman olduğunu göstermek aslında, diğer Müslümanlara " gerçek Müslüman'ın " ve dolayısıyla Allah indinde kimin üstün olduğunu göstermek çabasıdır.
İnsanlar arasında, yalnızca Allah'a özgülenmiş bir değerlendirmeyi yapmaya kalkmak ve böyle bir değerlendirmeye sebep olmaksa herhalde ancak "Şirk " olarak tanımlanabilir.
Buradan şunu çıkarabiliriz:
Dindarlık, bir inanç konusu veya gereği değildir. Dindarlık, Tanrı yerine konuşan "üstün" insanları birer otorite makamı saymak ve onların emirlerine uymakta yarışmaktan ibarettir.
Dinlerin eninde sonunda şiddete ve ayrımcılığa yol açmaları da bundandır.
Dinin toplum hayatına müdahalesi engellenmezse o yalnızca yüce bir inancı sömürmekle kalmaz; "daha dindarın" mutlak iktidarına varıncaya kadar pek çok Müslüman'ın yok edilmesine de sebep olabilir.