Türk milliyetçileri arasında "Türkçüler"
hep egzantrik insanlar olarak bilinir.
Türk milliyetçisi dendiğinde akla
gelen ilk tip MHPlidir. MHP dışında Türk
milliyetçisi olmak ne caizdir ne de makbul.
Şu günlerde Merhum Atsız'ın "Basılmayan Makaleleri'ni"
okuyorum.
Oğlu Buğra Atsız'ın yazdığı
önsözünde değindiği "işgüzarlığın" ve "düzelticiliğin"
Türk Milleti'ne ne kadar zaman ve moral
kaybettirdiğini de böylece görüyorum.
Lâfı çok fazla dolandırmaya gerek
yok.
"Türk Milliyetçilerinin"
Türkçü olmaktan imtina etmeleri iki
sebebe dayanıyor.
Bunlardan birincisi Türkçülüğün
"milliyetçilik" sıfatıyla siyasi bir zeminde yaygınlaştırılması
arzusu.
Bu arzuya bağlı olarak da
"Müslüman" kesimleri de içine alacak ve "ümmetle" sık sık
beraber kullanılan "millet " kavramı çerçevesinde dini bir mutabakat
zemini sağlamak.
İkisi de başarısız olmuştur.
Çünkü "siyaseti", halka
bir şeyler vaat etmek ve halka yaranmak olarak ele alan tipik sağ taşra siyaset anlayışıyla genel anlamda sağda,
"Türk'e dair" bir hassasiyet geliştirilememiştir. Ancak zamanın soğuk
savaş gerilimi içinde
"Antikomünist" ve şekilsiz bir beraberlik tesis edilebilmiştir ki bu
da zaten '80ihtilalinden sonra dağıldı.
Zamanla "Türk için"
düşünmek yerine "Müslüman için" düşünmek alışkanlığına "milliyetçilik"
denmeye başlamış Türk milliyetçiliği de içinde
herhangi bir "din dışı unsur barındırmamak" kaydıyla kerhen kabul
görmüştür.
Şurası bir gerçek ki Anadolu'dan
Türk adının silinmesi için el birliğiyle
uğraşılırken buna karşı duran tek parti
MHP! Bunu kimse inkâr edemiyor. Sorun şu: MHP siyasetini o denli din eksenli
yürüttü ki bu gün Türk adını anmanın aslında rkçılık olmadığına insanları ikna
edebilmek için uğraşıp duruyor.
İşin tuhafı Türk ülkelerinin bağımsız
olduğu dünden bu yana hâlâ Türk'ü
"Müslüman Arap'ın Orta Asyalısı" sanan dinci zihniyet MHP içinde egemen!
Bu cehaletin ötesinde ,
Nurcuların temizlendiği iddia edilse dahi, "siyasi milliyetçilikteki"
şeriatçı ana akım düşünüşün ve bunları besleyen Nakşibendi etkisinin temizlenip
temizlenmediği hâlâ meçhul.
Her şeyden önce Türkçülüğün terk
edilip de yerine ümmetçilikle uzlaşmacı "milliyetçiliğin" getirildiği
MHP 1969 Kurultay'ından sonra "milliyetçiliğin", Türk Milleti'ne ne
gibi bir kalıcı fikri eser bıraktığına bakmalıyız.
Milliyetçi bir takım aydınların
ilmi eserleri konu dışıdır, çünkü çoğu zaten akademisyendir ve profesyonel
malumat biriktiricileridir.
Bunun ötesinde Türk kültür tarihinde iz bırakabilecek kaç
yaratıcı zekâ vardır? Neredeyse yok gibidir.
"Işınsu" ismini Müslümanca bulmayıp da başına
"Emine" ön ismini ekleyen, vefatından sonra Coşkun Karakaya'nın adını bile anmayan,
Atsız'a hâlâ dinsiz gözüyle bakan bir
camianın herhangi bir medeniyet üretmesini beklemek de fuzuli olurdu.
Peki ama bu yüzeysellik nereden
kaynaklanıyordu?
Bunun kaynağı köylülüktü.
Bazı akademisyenler titrlerinin
ağırlığıyla konuyu ıskalamaya çalışsalar da durum budur.
Atatürk'ün ve Türkçü aydınların köye yönelme
gayretlerine rağmen durum budur.
Çünkü onların devirlerinde, köy,
yabancı etkilere nispeten kapalı kalmış ve milli kültür mirasının en el
değmemiş biçimiyle saklandığı temiz su kaynakları gibidir. Bu yüzden, Türkçü
aydınların bu kaynakları övmeleri ve korumak istemeleri doğaldır.
Amma ve lâkin bu kapalılık aynı zamanda medeniyetin teknolojik ilerlemesine uymayan
bir yaşam tarzıydı.
Batıda insanlar seri üretime
göre günlük ritimlerini ayarlarken, seri
üretimin getirdiği iş bölümü ve işbirliğinin
yarattığı bireysel tercihler öne çıkarken "köy toplumunda" bu
değerlerin hiç biri yoktu.
Dahası köy toplumunun kapalı
yapısı din adamlarınca sürekli
berkitiliyor ve kutsanıyordu.
Böylece köy insanı için
"ümmet" aynen kendi köyündeki gibi yaşayan, dışa kapalı ve aynılaşmış
bir kitle olarak ortaya çıkıyordu.
Bu hal Türk sinemasında, bileğine kuvvetli köy kökenli erkeğin, şehirli kadına "
Evinin kadını, çocuklarının anası olmayı" sevdirmesi ile anlatılıyordu. Aynı filmlerde şehirli ve bireyci
kızlar genellikle kahpe, namussuz, fesat insanlar olarak tiplendiriliyordu.
Dikkat edilirse "milliyetçi
camianın" kadına bakışı bu köylülüğün ta kendisidir. Hiç bir siyasi etkinliğe karısını
götürmeyen, karısından siyasi bir
bilinçlenme beklemeyen, onun ancak çocuklarını büyütüp evini temizlemesini
bekleyen köylü erkeği, "yeterince dini" görünen, köydeki cemaat yapısına benzeyen ve
bu yapıyla da erkek erkeğe bir asgari sosyalleşme ortamı sağlayan, bunun
ötesinde devlet kaynaklarını kullanma
imkânlarını sağlayan "milliyetçi siyaseti" kendine yakın bulmuştur.
Sorun şudur ki Türk köylü erkeği için bundan daha iyi bir seçenek olarak MNP
ve sonraki dinci partiler ortaya çıkmış ve MHP'nin dindarlığı kötü bir
şeriatçılık taklitçiliğinden öteye gidememiştir.
Bazı akademisyenlerin sandıkları
gibi mesele Türkçü aydınların köye bakışları değildir, köyün Türkçülüğe ve Türkleşme bilincine bakışıdır.
MHP'nin köycü söylemlerinin Türk
köylüsü üzerinde muhtemel iki yankısı olmuştur. Köylü, MHP'yi seçmekle ne
kazanacağına ve bundan sonra da onun ne kadar dindar olduğuyla ilgilenmiştir.
Köy topluluğunun Atatürk'ün köyle ilgili yüce
fikirleriyle bir ilgisi yoktur.
Çünkü köy, ancak geçimini
sağlamaya çalışan ve toplumlaşabilmek için gerekli soyut kuralları da ancak
dinden devşirebilen bu yüzden de bu güne kadar öğretmenlerce aydınlatılamayan
ama imamlarca güdülen bir sürü olarak
yaşamıştır.
Bu yapısını da şehirde aynen
sürdürmüştür. Kenar mahalleler, köy kalıbından
çıkamamış kapalı toplumun, şehir içindeki kistleşmiş halidirler. O
kistin içinde belli bir zaman şehir hayatına katılan köylü erkeği hayatını gene de egemen köy değerleri üzerinden yaşar.
Köylü, şehirli uyumsuzluğunda, "kuşak
çatışması", Türk sinemasının sevdiği temalardan bir başkasıdır. Köylü
erkeği, iş bulan çocuklarının şehirle bütünleşmesini , ahlâka aykırı sayar ve
bunu engellemeye çalışır. Ona göre şehirli kızlar "serbest cinsel ilişki
" peşinde koşan ahlâksızlık timsalleridir. Son dönem dinci iktidar
partisinin, kendi seçmeninde, "muhalefetin seks düşkünü" olduğuna
dair yaratmaya çalıştığı izlenim, muhalif partilerin önce gelenlerine karşı
yoğun cinsel içerikli şantaj politikası bu köylü zihniyetinin şehirdeki
hastalıklı büyümesinin sonucudur.
Köylülüğün kadın üzerindeki dindar baskısı "milliyetçiler" arasında da hemen
hemen değişmeksizin devam etmişse bunun sebebi,
milliyetçiliği "köye göre şekillendirmek" popülizminin milliyetçiler arasında yerleşmiş olmasıdır.
Türkçülük, bir kabilenin bakışı veya mensubiyet şuuru
değildir.
Türkçülük, en başta dünyaya Türk
olarak bakmaktır!
Türkçü için ümmetin kalanının, neye, nasıl baktığının bir önemi
yoktur!
Türkçülük evrensel bir adalet
sağlanacaksa bunun Türk eliyle
sağlanacağını düşünmek, buna inanmaktır.
Bu söylenenlere inanmayanlarımız
mutlaka çıkacaktır. Ne yazık ki onlar da bahsedilen adaleti ve mutluluğu başka
uluslardan beklemekte ve bunu göremedikleri zaman da onları
"emperyalist" diye suçlamaktadır.
Türkçülük Türklüğün başka
ulusların müsaadesine veya himmetine muhtaç olmadığını bilmektir.
Bu da ancak "Türk"
denen dev toplumsal yapının ,
ideolojiler üstü ve din üstü bir
bakışla gerçekçi ve akılcı bir şekilde anlaşılmasıyla mümkün olabilir.
Hayatını değişmeyen ilmihal
bilgilerine göre yaşayan ve bunun dışında, etkileşimi varlığının düşmanı sayan
köylü bilinciyle bu anlayışa ulaşmak
imkânsızdır.
İşte bu yüzden Türkçülük şehirli
bir tavırdır, şehirliliktir.