Hangi islam dünyası bu? Ermenileri destekleyen Lübnan falan mı? |
Empati kabaca bir duygudaşlık ,
eşduyum olarak tanımlanıyor.
Bu bilinçli olarak
gerçekleştirilen bir davranış. Dolayısıyla belli tercihler yapabilecek kadar
gelişmiş bir duygusal zekâ gerektiriyor.
Burada önemli bir nokta da değer
yargılarının ortaklaşabilmesi veya zarar verici etkilerinin ortadan kaldırılabileceği bir ortamın geçici
de olsa sağlanabilmesinin şart olması? Meselâ savaş esnasında bir ateşkes
veya belli yoksunlukları zorunlu olarak paylaşmak gibi uç durumlar…
Veya zarar verme potansiyelinin olmadığı
bir ortamın sağlanması gibi.
İlk durum, savaş gibi istenmeyen
bir durumda zekâmızın zorunlu olarak farklı işlemesi ve duygu durumunun
alışılmış durumun dışına çıkmasıyla olabilir. Savaşın olağanüstü şartları,
algılarımızı açarak karşımızdakini daha açık seçik görmemizi sağlayabilir.
İkinci halde ise bir egemenlik
durumu söz konusudur. Egemenlik durumu, tarafların zarar verme potansiyellerinin bir egemenin zorlayıcılığında ortada
kaldırılması demektir ki bu aynı zamanda
“hukuk devletidir.” Bu durum diktatörlüklerde de sağlanabilir görünmesine
rağmen diktatörün keyfi zor kullanıcılığı her şeyi anlamsızlaştırır.
İnsan en kolay, kendisine benzeyenlerle empati
kurar. Bundan daha doğal bir şey yoktur. Birinin bize ne kadar benzer olduğuna
inanırsak onunla empati kurmaya o kadar gönüllü oluruz.
Buradaki temel sorun “benzerliğe
inanmaktır.”
Dinler akıl ötesi inanç
mekanizmalarıyla “ümmetin” benzerliği
konusunda bir inanç geliştirmek isterler. Böylece insanların birbirlerinin
farklılıklarına gönüllü olarak kör kalacaklarına ve barışı kuracaklarına inanılır. Oysa gerçek hiç de
böyle değildir, asla olmamıştır ve olmayacaktır.
Çünkü din insanlara, tarihlerini,
kültürlerini, sevgilerini aşacak kadar büyük bir bilinç aşılayamamıştır. Böyle
bir bilinci aşılayabilmesi de mümkün değildir. Çünkü insanlar hayatlarını,
hayatlarını doğrudan doğruya var eden insanlarla beraber yaşarlar. Hayalleri,
idealleri, kültürleri ve inanışları o insanlarla beraber gelişir.
Bu açıdan meselâ bütün hayatları
çöllerde develerle geçen, cenneti çöl dışında tahayyül eden, düşmanını arkadan
vurmayı yiğitlik sanan, kendisi dışında hiç kimseye muhabbet besleyemeyen Araplarla
hayatları at üstünde geçmiş, devlet kurup töre yapan, savaştan korkmayan ve
hayatla mücadeleyi bir bilinç olarak geliştirmiş Türklerin sırf aynı Tanrı’ya
taptıkları için aynılaşması ve birbirlerine empati beslemek için gönüllü
olmalarını beklemek yanlıştır.
Zaten bu yüzdendir ki dincilik,
dini, “mevalinin” Araplaştırılması için
kullanır. Böylece öz değerlerine yabancı,
Arap gibi düşünen, Arap riyakârlığını ve taassubunu dindarlık sanan bir insan
türü yetiştirmek ister.
Bu açıdan dincilik bir virüs
olarak kendini benimseyen herkesi başkalaştırır, dönüştürür en nihayetinde
yabancılaştırır ve “Araplaştırır”.
Dincilik sadece bir siyasal metot
veya söylem değildir. Dincilik dinin hayatın her alanına egemen olmasını
savunmaktır ki bu durum Arap örfünü benimsemeden, Arap kültürünü içselleştirmeden
gerçekleştirilemez. Onun içindir ki dinle siyaset yapan herkes , Arap gibi
davranan bir gençliğin “ahlâkını” idealize eder.
Bu açıdan ve daha özel bir
bakışla MHP, 1969’dan bu yana giderek
yoğunlaşan bir biçimde dincileşen bir siyaseti benimsemiştir. Bu siyasetin
içinde Türk artık ancak namus belası olarak
kerhen bulunan bir motiftir.
MHP ve ilgili kuruluşlarının
bilincinde “Türk gibi davranmak” yoktur. Dikkat edilirse zaman zaman parti
yöneticilerinin, dinci partilerle aynı söylemleri kullandıkları görülür.
Bu ne demektir? Bu, bir siyasal partinin halk dalkavukluğu yapmak
için giriştiği dincilik taklitçiliğinin,
zaman içerisinde ona egemen bir bilinç haline gelmesi demektir.
Halihazırda MHP “milliyetçiliğindeki” “millet” ile ümmetçilerin ümmeti tarif
etmekte kullandıkları “millet” birebir aynıdır.
“Türk Müslüman olduktan sonra Türktür!” gibi safsataların ayet
kudretinde kabul gördüğü bir siyasal
camianın herhangi bir milli/ulusal özelliği kalmamıştır. Çünkü bu kabul ne sosyolojiyle ne tarihle ne hukukla
bağdaşabilir.
Peki o halde MHP’nin bir parti
olarak devamını sağlayan şey nedir?
Bunu sağlayan şey, bütün açık gerçeklere rağmen kendilerini milliyetçi
sayan insanların MHP’ye yönelik saptırılmış
empatileridir.
Saptırılmış empati, insanın
benzeşmek için kendini zorunlu
hissettiği insanlarla empati geliştirme çabasıdır.
Ayrılığın açık seçik anlaşıldığı
hallerde geliştirilen empatide “ayrılık” daima nazarda tutulur ve sınırlarını
gözetme konusunda daima bilinçli davranılır.
Oysa saptırılmış empatide
benzeşme bulmak, benzeşmenin neredeyse
mutlak olduğuna dair bir ”inanç” beslenir. Bu inanç din benzeri bir
mekanizmayla ayrılıkların, aykırılıkların görmezden gelinmesine yol açar
böylece bilincimizi “saptırır”. Saptırılmış bir bilinçle geliştirilen empatide
en büyük yanılgı, karşı tarafın da aynı empatiyi besleyeceğine dair
geliştirilen yanlış inançtır.
Bugün kendilerini milliyetçi
olarak tanımlayan, lâik, akılcı, medeniyetçi pek çok insanın en büyük açmazı,
medeniyetlerinin gereği olarak “partileri” diye benimsedikleri MHP tabanında ve
yönetiminde, kendilerine yönelik bir empati beslenmemesidir. Bunun sebebi basittir.
MHP “empati” geliştirebilecek bir
tabana ve yönetime sahip olmadığı gibi artık “milliyetçi” bile değildir. Bütün
yönelimleri, söylemleri ve bakışlarıyla MHP dünyayı bir Arap gibi algılamayı
seçmiş, kanserleşmiş bir yapıdır.
Bu yüzden MHP ile milliyetçiliğin
mukadderatı üzerinde tartışmak hele de
çözümler konusunda belli bir mutabakata varmak mümkün değildir.
Çünkü MHP dinciliği bir politik
metot olarak benimsedikten sonra artık akılcı tartışma ve akla dayanan bilinçli
bir empati geliştirme kabiliyetlerini kaybetmiştir.
Bu açıdan sağdan veya soldan, kendisini milliyetçi
olarak tanımlamaktan korkmayan insanlara MHP’nin vereceği hiçbir şey yoktur.
Bu anlaşılabilirse MHP’nin, milliyetçilerin
“saptırılmış empatisini” sömürmesi engellenebilir. İş Türk Milleti’nin varoluşu olduğunda, vatanın ve milletin istikbali, köylü veya
kenar mahalle ahalisinin “kaynak dağıtma”
kavgası olmaktan ileri gitmeyen bir dinci/mutaassıp politika yapma şekline
ve politik merkezine emanet edilemez.
Türkiye’de milliyetçilik artık
kendisiyle empatiyi hak eden, HEPAR gibi
ciddi ve bilinçli politik merkezler bulmak
zorundadır.