28 Haziran 2014 Cumartesi

Hem Sığınır Hem Yıkarım

Adam karısına: "Biliyorsun Fatma, burası Britanya'da, içimi nefretle doldurmayan tek yer!" diyor. Elindeki pankartta "İngiliz askerleri katil, suçlu ve teröristtir!" yazıyor. Ve aile sosyal yardım bürosundan yardım almaya gelmiş.
 Batılı Ülkelerdeki Müslüman Doğulu Göçmen Sorununda Açmazlar
Gelişmiş ülkelerde  yaşayan Müslümanlara bakıyorum, hemen hepsi türbanlı, çarşaflı, sakallı, sarıklı tipler.

Bunların bir kısmı ülkelerindeki dinci baskılardan kaçan insanlar.

İşin garip  tarafı da bu zaten. Bu insanların bir kısmı dinci baskılardan kaçıp geliyor ama sığındıkları ülkelerde, dinlerini, gene  şeriatçı bir kafayla yaşamaya devam ediyorlar.

Batı ülkelerine sığınanların, göçenlerin kafasında, bu ülkelerin âdil, demokratik ülkeler oldukları ve insanlık gereği kendilerine yer vermeleri  gerektiği fikri var. Kime sorsanız bu ülkelerde Müslüman’ların daha fazla söz sahibi olması gerektiğinden bahsediyor. Gerçek öyle mi?

Her şeyden önce şu anlaşılmalı. Göçmen alan ülkelerin hiç kimseyi ülkelerine göçmen olarak almak gibi bir borçları yok!

İkincisi de göçmenlerin, göçtükleri ülkelerin ulusal birliğini, egemenliğini, hukuk birliğini ve yaşam tarzını tartışmak gibi bir hakları yok!

Göçmen alan gelişmiş ülkelere bakışımız genellikle dünyaya âdil davranmaları gereken toplumlar oldukları yönünde. Bu bakış bile kendiliğinden onları “üstün” görmeye dayanıyor. Ne yazık ki onlar karşısında  hissettiğimiz aşağılık kompleksini bir türlü fark edemiyoruz.

Göçmenler daha iyi hayat şartları,  kanun önünde eşitlik, sosyal güvenlik ve iş güvencesi gibi beklentilerle batılı ülkelere akın ediyor. Buna mukabil, bir de bakıyorsunuz ki “şeriat mahalleleri” kuruyor, sığındıkları ülkeyi dönüştürmeye kalkıyorlar.

Bu aslında, özellikle Müslüman doğu insanının güce tapınıcı, kuralsız, ikiyüzlü  ve zorba olduğunu gösteriyor.  Bundan dolayı da  kendi ülkesindeki zorbalıkları  yıkıp, rejimi demokratikleştirmek, mülkiyeti korumak mücadelesini vermek yerine, bunların verili olarak yaşandığını düşündüğü batılı ülkelere sığınmayı daha kolay buluyor. Buna karşılık sığındığı ülkeyi daha gelişmiş  yapan kurumları benimsemekten kaçınıyor, ilkelliğini o ülkelere yaymaya çalışıyor. Bu davranış, kim ne derse desin, tipik bir parazit davranışı.

Hem batının üretim hacmini ve refahını paylaşıp hem de bunu şeriatçı kafayla elde etmeye çalışmak gene kim ne derse desin yalancılık, ikiyüzlülük.

Müslüman doğulu, nasıl Batılılaşacağını belki bilmiyor ama  bilmek ya da dönüşebilmek için de uğraşmıyor. Kural tanıyan, bireye saygılı, mülkiyete saygılı, empati geliştirebilen, nazik, mesafeli bir Müslüman olabilmek için uğraşmak yerine Araplaşarak kalabilmeyi kendine daha güven verici buluyor.

Aslında bütün bunlar, sadece batıya sığınanların değil Müslüman doğunun problemi. Altından tuvaletlere def-i hacet eden* şeyhlerin şeriatından medet uman fakir Müslümanlar, bu ilkelliğe ve ikiyüzlülüğe itiraz etmedikleri müddetçe batının ikinci sınıf sığıntıları olarak yaşamaya mecbur kalacaklar.

Öte yandan batılı ülkeler, şeriatçı Müslümanlığı ülkelerine artık daha fazla sokmamak hususunda  titiz davranmalı ve kendi toplumlarına entegrasyon kaabiliyeti olmayan insanları daha fazla barındırmamalı ve göçmen olarak da almamalı.
* Selcen Hanım'ın uyarısıyla daha  "edepli" bir tabir seçilmiştir.





14 Haziran 2014 Cumartesi

Müslüman Bilincinin Gavurca İfadesi

Giyim kuşam aslında fikirlerin açıkça ifade  edildiği modern demokrasiden çok önce otoritenin emirleriyle şekillenmiş bir ifade aracı.

Bağlılık ve mensubiyet uzun zaman giyimle gösterilmiş.

Bu, hem belli bir grubun üyesi olmayı hem de belli değerleri benimseyi ifade ediyormuş. Bugün bir Yahudi'yi özel ayrıntılar dışında giyiminden ayırt etmemiz imkânsız ve bir o kadar da önemsiz. 

Günümüz Türkiye'sinde ise özellikle kadın bedeni, Ortaçağ giyim anlayışının bir devamı olarak kullanılıyor. Kadın bedeni, kadınlara dikte edilen otoriter bir din söylemiyle açıkça biçimlendiriliyor.

"İnandığı gibi yaşamak" belirsiz ifadesiyle kadın, "kendisi gibi insanlarla beraber olduğunu göstermeye" mecbur ediliyor.

Kadın, Müslümanlığını giyimiyle göstermeye mecbur edilirken aynı mecburiyet erkekler için tanınmıyor. Müslüman erkekler batı tarzı giyim ile siyaset yapıp otoritelerini batı görüntü  kodlarına dayandırıyorlar. İşin garibi bunu da candan ve yürekten benimsiyorlar.

Çünkü batı görünüm kodlarının akılcı ve özgürlükçü toplumlara ait olduğunu biliyorlar. 

Sözde Müslüman erkekler giyimleriyle mensubiyetlerini göstermek gereği duymuyorlar.

Aslında bu, batıya duyulan hayranlığın ve içten içe zehirli bir biçimde beslenen aşağılık kompleksinin bir ifadesi. Nereden anlıyoruz? Sözde, kadını gizlemeye yönelik tesettürün dahi dünya güzeli mankenlerle sunulmasından, kadının çekiciliğinin "Müslümanlaştırılmaya" çalışılmasından, sözde Müslüman kadının seçkinliğini batılı marka aksesuarlarla  göstermeye çalışmasından. 

Bir yandan batı modernizmini verili kabul edip onun estetik değerlerini ölçü alarak diğer yandan örtünerek cazibeyi gizlediğini sanmak cehaleti, böylece kendini ele veriyor.

Türkiye işte böyle bir cehalet ve aşağılık kompleksiyle çağdaş uygarlıktan uzaklaştırılıyor.


12 Haziran 2014 Perşembe

İnsana Karşı Türban


Önceleri bir ifade hürriyeti sorunu idi.Ya da en azından öyle sanılıyordu;aynen şimdi "Kürt sorunu" denen şey gibi...

Bu gün artık bir fenomen. Belki de tam bir sosyal psikolji vakası, bir tür toplu cinnet...

"Türban" denen  o garip kıyafetten bahsediyorum.
Türban, başlangıçta "dindarlığın"sembolüydü. "Daha doğru"olmak iddiasındaki, okumuş kızların giyim tarzı olarak sunuldu.

Hâlihazırda, türban, Türk düşmanlığının,milli devletin,lâikliğin,beşerî hukukunkarşıtı bir bayrak oldu.
Türban,akla karşı naklin, ezberin ve otoritenin açtığı yeni "sancak-ı şerif'tir".

Buradaki çarpıklık, türban takan kadınların bir yandan laikliğin sağladığıhareket özgürlüğü ve eşitlik ortamını benimseyip diğer yandan hayatın, şeriata göre ddüzenlenmesini istemeleri.

Onların kafasında, sanırım, erkeklerle türban takarak flört edebilecekleri,erkeksiz rahatlıkla dolaşıp çalışabilecekleri  bir şeriat düzeni hayali var?

Bugün basında, ne idüğü belirsiz, dağarcıkları gülünç bir takım türbanlı yazarlar, bunun tipolojisi.

Bir yandan erkeklerle yan yana oturup fikir beyan ediyorl, kendilerince feminist davranıyorlar, diğer yandan Türk Ulus'unu, o ulusun egemenliğini,ne egemenliğin sağladığı hukuk birliğini, hukuku geliştiren akılcı, beşerî yaklaşımı yok etmeye çalışıyorlar.

Farkında olmadıkları şey şu: Bugün "kadın insan" olmalarını sağlayan özgürlük ortamı, İskilipli Atıf ,Derviş Mehmet,Saidi Nursi gibi insanların eseri değil. Bu özgürlük ortamı bütün fikrî alt yapısıyla Atatürk'ün eseri!

Onların erkekleri de itibarlarını lâik giyim tarzına borçlular. "Adam gibigörünmelerini" sağlayan kıyafetler tamamen lâik batıya ait.

Türban, akılcı, özgürlükçü,bir  toplumsal düzenin bütün soyut ve somut ürünlerini talep eden, ama o ürünleri var eden düzene tahammül edemeyen,tümden cahil ve ilkel bir topluluğun adeta savaş flaması haline geldi.

Bu yüzden artık türban, temel hakların korunması ilkesi ve toplumsal hoşgörünün koruyucu Şemsiyesi altında daha fazla barınamaz ve barındırılmamalıdır

Posted via Blogaway

8 Haziran 2014 Pazar

Blog Yazdım Hasana


Blog yazmaktan maksadım ne? Bir insan ne için blog yazar?

Genelde anladığım kadarıyla insanlar belli uzmanlık dallarında yazıyorlar. Bu iyi bir şey.
Yani bize belli konularda yoğunlaşmış bilgiler  edinebilmek imkânını sunuyor.
Peki ama blog yazmanın anlamı bu mu?

Bence değil. Bu, blogculuğun kolay yolu.
Belki de ticari blogculuğun yöntemi.

Ama blog gerçekte buna mı hizmet ediyor?

Bence blog kişisel bir ifade ortamı. Blog bir “açık günlük” Ama öyle mi kullanılıyor? Maalesef hayır. İnsanlar ne düşündüklerinden veya ne hissettiklerinden ziyade. Varolan bilgileri derleyerek  kolajlar yapıyorlar.


Elbette bu da iyi bir şey ama şahsen ben blogdan kendileriş zaten niteliksiz bir yazarlar olup da bütün erdemleri şarap tadıp sosyete devşirmek
olan Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan taklitçiliği istemiyorum. Bu da benim şahsi görüşüm.

3 Haziran 2014 Salı

Türban Hak Mı fitne mi?


Türban bir özgürlük veya hak mı? Türbanın bir özgürlük olduğunu liberaller, sosyal demokratlar vs. kabul ediyor.  Öyle ya isteyen istediğini giymeli.

İşin garip tarafı türban takan kadınlar ne kendileri ne de başkaları için herhangi bir özgürlük ve hak telakkisine sahipler. Türban takan kadınlar türban takmakta özgür olmayı ama inançlarının gereği de olarak kocalarına köle olmayı savunuyorlar.

Sözde İslâm'ın emrine uymalı için insanlık dışı ve neredeyse yasadışı bir cinsel kölelik ilişkisinin serbest bırakılması türban taktığ için yazar yapılan bütün medya taşeronlarının ortak özelliği.

Hiçbiri türbanı aslında bir temel hak olarak görmüyor. Onlar türbanı, din istismarının Truva atı olarak kullanıyor. Daha cahil kesimleri de inanılmaz bir ahlâksızlıkla korkutuyor ve sömürüyorlar.

Başlarına dekoratif türbanlar takıp bize akıl öğreten kiralık kalemler, asla cahil halk kesimlerinin bilgilendirilmesiyle veya üretkenleştirilmesi ile ilgilenmiyorlar.

Onlar sadece dini sömürünün kayıtsız şartsız ve yıkılamaz egemenligi için uğraşıyorlar.

Bu açıdan türban milli egemenliğe karşı dinci ueetnih ırkçı her türlü düşmanlığın bayrağı olarak kullanılıyor. Dinci veetik ırkçı fitne "inancı için takmak" bahanesinin ardına sığınarak ulusal bütünlüğümüze hayasızca saldırıyor.

Türban Türk egemenliğine, laikliğe Saygı ile kullanılsaydı, sorun olmazdı. Bugün o ihanetin ve fitnenin bayrağıdır. Ve artiklen fitne günlük hayattan kesinlikle uzaklaştırılmadır. Türk Ulusu'nun egemenliğine dayalı bir demokrasi türbana rağmen yaşatılamaz. O, içindeki bütün ihanet, yalan ve fitneleriyle uzaklaştırılmalıdır.


Posted via Blogaway