Günlük yazılar eskimeye mahkûm.
Onları değerli kılacak şey,
gerçekleri, mümkün olduğunca objektif ve evrensel bir takım ilkelere göre değerlendirerek birer ders haline getirebilmek.
Bu yüzden günün şartlarına bağlanarak
hangi ilde kimin kazandığına dair
ilkokul aritmetiğine dayalı akıl yürütmeler belki televizyon
ekranlarında reklâm alabiliyor ama çabuk da bayatlıyorlar.
2014 seçim haritasının 2009 seçim
haritasıyla birebir örtüşmesi ne anlama geliyor? Bence önemli hususlardan belki
de en önemlisi bu.
Bu harita, Türkiye’de ayrışmanın
sertleştiği anlamına geliyor. Herkes “kendisinin” bildiği yere sıkı sıkıya
sarılmak endişesini gösteriyor. İyi de bu ne demek?
Bu hükümet eliyle üç ayrı
Türkiye’ni artık oluşturulduğu anlamına geliyor.
Ad konulmamış, hükümet eliyle
yürütülen bir dehşet dengesi federasyonunda yaşıyoruz artık.
2009 seçimlerinden önce haritalar
her seferinde değişirdi. Bu da bireylere
oy verdiğimiz gerçeğiyle açıklanırdı.
Oysa 2009 ve 2014 seçimlerinde
insanlar sadece rögar kapaklarına, temizlik işlerine vs oy vermedi. 2014
seçimleri, seçmenlerin nasıl bir Türkiye istediklerinin referandumu oldu
diyebiliriz.
Buna göre doğu ve güney doğu, Türk’ten tam anlamıyla
arındırılmış etnik ırkçı bir Kürt özerk bölgesi
olmak istediğini beyan etti.
Orta Anadolu ve Karadeniz halife bir başbakanın önderliğindeki ümmetçi
bir şeriat devletini arzuladığını söyledi.
Kıyılar ve Kars’ta da eninde sonunda Türk kalmak, Atatürk’ün
kurduğu cumhuriyeti yaşatmak istediğini
söylemiş oldu.
Eğer bir önceki seçimden sonra yaşananlara rağmen
aynı harita tekrarlamasaydı elbette bu
yorumumuz “uçuk” bulunabilirdi.
Ama seçime giren partilerin
propagandalarının temalarına bakmak bile yeterlidir. CHP “Milli birlik
bütünlük” söylemiyle MHP ile bir asgari müşterek kurarken AKP “Ben hizmete
bakarım, keyfime bakarım!” menfaatçiliği ve etnik ırkçılık istismarı ile seçime girmiştir.
Bu bağlamda BDP’yi zaten makul ve
meşru bir “parti” olarak kabul edemeyiz.
O, özellikle kırsallarda köylüleri
açıkça tehdit ederek PKK’ya oy toplayan bir ihanet şebekesi. Türk
düşmanı dinci siyasetin yardakçısı olarak onun artıklarından beslenen bir tür
siyasî parazit. Dolayısıyla onun “ söyleminden” bahsetmek abesle iştigal etmek
olur.
Peki ne gördük bu tabloda? Bu
tabloda başbakanın çok korktuğu sosyal medyayla ilgilenenlerin “ulusal”
bilinçli seçmenler olduğunu gördük. Bu tabloda AKP seçmeninin sosyal medya gibi
iletişim araçlarından yararlanamayacak kadar cahil ve gözünün önüne açıkça
konulan delilleri anlayamayacak kadar
kör inançlı olduğunu gördük. Anadolu’daki geleneksel yobazlık lâiklik
şemsiyesiyle sistemi kirletmeksizin siyasete aktartılabiliyordu. Oya bugün
rejimin lâiklik ayağı kırılmıştır.
Dolayısıyla şeriatçılığın önünde
gerek ideolojik gerekse çıkarsal anlamda hiçbir engel kalmamıştır.
Şeriatçılık bir “bilinç” işi
değil. O bir “iman” işi. Şeriatçılıkta inancınızın ne kadar farkında olduğunuza
bakılmıyor. O inancın cemaat eylemlerine ne kadar uyum sağladığınız önemli.
Dolayısıyla AKPlilerin “bilinçli şekilde”
oy verdiğini söylemek yanlış olur.
Onlar öncelikle tartışılmaz bir
inancın taassubunu ölçüsüzce kullanabilmekle sonra da bundan sınırlanamaz bir
menfaat elde edebilmenin heyecanıyla ağzı besmeleli hırsızları gönül
rahatlığıyla desteklediler.
BDP seçmenine hiçbir şey
söyleyemiyorum. Bir çoğu herhangi bir kâğıttaki yazıyı heceleyerek bile zor
okuyan insanlar çünkü. Bunun Türkçe bilip bilmemek le ilgisi yok.
Dolayısıyla Türkiye farkındalık anlamında da üç ayrı kesin
bölgeye ayrıldı:
Seçimlerini ideolojisine ve
ahlâkına göre yapan lâik/ulusal kesim…
Seçimlerini kör inançları ve
menfaatlerine göre yapan kimliksiz dinci kesim.
Seçimlerini etnik kökene göre
yapan demokrasi bilinci için gereken
asgari okur yazarlıktan yoksun bir kabile kesimi.
Belki de bundan sonraki
meselemiz, kafasında fikir namına tek kırıntı taşımayan Türk düşmanı iki kesimi
nasıl ulusal bir bilince yaklaştırabileceğimiz olmalı. Kim bilir?