Bugün Türk milliyetçiliği denen fikri oluşum, yeknesak bir görünüm arz etmiyor.
Belki böyle bir görünüm arz
etmesi de gerekmez ama onun farlılıkları,
maalesef yapıcı şekilde bir arada bulunamıyor . Bu gün milliyetçiliğin, içinde
barındırdığı farklılıklar, ortak bir tarihi mirasa vefa dışında ciddi insanî,
ahlâkî ve siyasî çelişkiler barındırıyor.
Bu farklılıklar Türkçülük ve
Türk-İslâmcılık şeklinde tezahür ediyor.
Bugün “milliyetçilik” dendiğinde akla gelen,
belirleyici olan ve siyasete yön evren düşünce, “Türk-İslâmcılık”…
Türk İslâmcı siyaset
tarzının karakteristikleri dikkate
alınmaksızın Türk milliyetçiliğinin
yönelimini ve zaaflarını anlamak mümkün
olmayacaktır.
Türk İslâmcı, ana akım milliyetçilik felsefî
anlamda sanıldığı gibi idealist değildir; faydacı
ve teleolojiktir. Her ne kadar durmaksızın “ülküden” bahsederse etsin belirli
bir hedef gözetmek dışında “idea” ile en ufak bir ilgisi yoktur.
Bunun sebebi milliyetçiliğin
siyasileşmesiyle birlikte “sonuca yönelik çalışmak” anlayışını benimsemiş
olmasıdır. Bu anlamda teleolojik/kastîdir. Teleolojik anlayışıyla siyasi milliyetçilik/MHP hayatın bütün
unsurlarının siyasi liderin ve teşkilâtın kastına ve anlayışına göre yorumlanması yönetimini benimsemiştir. Bundan dolayı fikri
ve ahlâkı eylemin gerisine atmıştır. MHP eksenli Türk İslâmcı anlayış, bir eylemin ahlâkî tutarlılığından ziyade “amaca
yönelik olup olmadığına bakar.
Bu da aynı zamanda doğrudan
doğruya faydacı bir anlayıştır. MHP için mühim olan, eylemin, amaca giden en
kısa yol gibi görünüp
görünmemesidir. MHP bu açıdan ciddi
anlamda etiksiz ve ham bir faydacılık gütmektedir. MHP asla eylemlerin muhtemel
sonuçları, genel ahlâk ilkeleriyle uyuşup uyuşmaması gibi bir yol
gözetmemektedir. Tarafların kıyasıya çarpıştığı bir iç savaşta gereken partizanlık
ve “eylemlilik” belki her şeyin önünde yer almıştır ama ’80 sonrası için aynı
bakış açısının sürdürülmesi hem şartlar açısından imkânsız hem de etik bağlamda
tutarsızdı.
B u açıdan bakıldığında hedef
sahibi olmak dışında ana akım Türk
milliyetçiliği veya MHP milliyetçiliği, eylemlerinde herhangi bir ahlâkî, felsefî
ideaya uygun hareket etmemektedir. Bu davranışı, tipik Marksist eylem mantığına uymaktadır. Kısacası “Ülkücülük diye tanınan ana akım milliyetçilik, hedefe
yönelik, kastî/teleolojik ve faydacı bir
diyalektik eylemcilikten başka bir şey
değildir.”
Buna mukabil MHP amaçlarla
araçların uyumunu düşünmek hususunda son derece tembel ve hatta isteksizdir.
MHP/ana akım milliyetçilik, amaca ulaşmak isteyen ama amaca ulaştıracak araçların
ahlâkî ve faydacı tutarlılığını
düşünmekten aciz bir siyasî harekettir.
Peki ana akım/siyasî
milliyetçilik ideolojik anlamda nerededir?
Alışılmış bakış onu, ideolojinin sağ tarafında koymaktır. Oysa ana
akım MHP milliyetçiliği açıkça kollektivist ve sosyalist eğilimlidir ve hatta
doğrudan doğruya sosyalisttir.
Sosyalizm, üretim
araçlarının mülkiyetinin
kollektifleştirilmesi nihaî amacına yönelik her türlü kollektivist eğilimin ve
eylemin genel çerçevesidir. Bu açıdan ana akım milliyetçilerin “ sosyo ekonomik”
bakışlarının, özel mülkiyet, piyasa, ve teşebbüs hürriyetinden yana olduğunu
söylemek zordur.
Ana akım milliyetçilik “devlet güdümünde
bir ekonominin”, ekonominin tabiatıyla çelişip çelişmediğini sorgulamaktan
uzaktır. Devletin idare ettiği bir ekonomide ekonomiyi meydana getiren
müşevviklerin sürüp süremeyeceğini, insanların hürriyetlerinin ve refahların
temin edilip edilemeyeceğini düşünmek yerine ana akım milliyetçilik “ne
pahasına olursa olsun” ekonomik komuta koltuğuna oturmayı hedeflemektedir.
Ayrıca ana akım milliyetçilik ideolojinin
temeline bireyi değil, toplumu koymaktadır. Bunu yaparken de dinî bir takım hurafelerden destek aramaktadır.
Bu açıdan MHP ve ana akım milliyetçilik ideolojik anlamda
yelpazede aslında Stalinizme varan bir solcu anlayışı sahiplenmektedir.
Ana akım milliyetçiliğin hukuk
anlayışı da özünde kazuistik ve pozitivisttir.
Yani günlük hayatın her anıyla
ilgili bir kanun yapılması, vatandaşların eylemlerinin meşruiyetinin temel
haklar bağlamında değerlendirilmesi yerine yasama organının iradesinin ürünlerine göre değerlendirilmesi
gerektiğine dair bir anlayışı savunmaktadır. Bu da “Hukukun, kanun yapıcının
ürettiği bir şey olduğu” anlayışının yani hukukî pozitivizmin bir sonucudur. Oysa bu gün kanun yapıcının hukuka uygun
olmayan yasama faaliyetinde bulunabildiğini her gün görüyoruz.
Ana akım milliyetçiliğin sosyo- politik yaklaşımı da maalesef lâiklikten
uzaktır. Ana akım milliyetçiliğin bir “ülkü” olarak ifade ettiği “Türk-İslâm”
düşüncesi, nihaî tahlilde “İslâm akaidine
ve fıkhına dayalı bir toplumsal düzen kurmak” hedefinden başka bir şey
değildir. Bunun da anlamı açıkça
şeriatçılıktır.
MHP, bugün adına “İslâm” denen
anlayışın, Arap milletinin, kendi ataerkil, otoriter toplumsal düzen anlayışının yorumundan başka
bir şey olduğunu göremeyecek kadar bilgisizdir. Bu yüzden de yapmaya çalıştığı
şeyin, aslında “Türk’ü Araplaştırmak” olduğunu dahi anlayamamaktadır.
Görüldüğü gibi ana akım
milliyetçiliğin, medenî bir toplumla, hukuk devletiyle, temel haklar kabulüyle
ve milliyetin sahibi olan Türk ile
uzaktan yakından ilgisi kalmamıştır.
Bundan dolayı kendini Türk
milliyetçisi olarak kabul edenlerin
derhal fikrî çerçevelerinin gözden geçirmeleri aklî ve vicdanî bir borçtur.
Bundan sonra tarafımızı seçerek, seçimimizin muhtemel sonuçları hakkında
dürüstçe kafa yormalıyız.
Eğer “Bugün ne yapılmalı?” diye
soruluyorsa; Türk için ve Türk’e göre düşünen herkesin, kendisini,
şeriatçılığın ve kollektivizmin her
türünden derhal ayırması gerekmektedir.
Aklını türbanla, hadisle,
risalelerle, tarikatçilikle bozmuş bir MHP’nin Türk egemenliğini, hürriyetini
ve refahını savunması imkânsızdır.
Türk milliyetçileri kendilerini,
ataerkil, kadın ayrımcısı, şeriatçı sözde milliyetçilerden insanî olarak da
ayırmalıdır. Türk milliyetçileri, karılarına kek, börek pişirmek dışında bir
mesuliyet yüklemeyen “erkek çobanlı” sürü milliyetçilerinin Arapçı ahlâkî
riyakârlığıyla artık daha fazla bir arada bulunamaz, bulunmamalıdır.
Tavırları ve anlayışları dinci, şeriatçı insanlar gerçek
milliyetçilerin, onlara hâlâ tahammül etmesinden dolayı milliyetçiliği
sömürebilmektedir. Bugün ne yazık ki Türk milliyetçiliğinin entelektüel merkezi
olması gereken Türk Ocağı da aynı tarikatçi/şeriatçı anlayışın tasallutu
altındadır.
Türk milliyetçileri, hayatlarını
dine göre düzenlediklerini sanan insanlarla her türlü ilişkiyi, derhal
kesmelidir. Bu insanlarla ne herhangi bir siyasî ve içtimaî toplantı yapılmalı
ne de ailevi ilişkiler kurulmalıdır. Çünkü onlar zaten başı açık kadınları,
kadınlı erkekli toplantıları din ve ahlâk dışı bulan, kendileri dışındaki
herkesi “eksik Müslümanlar” olarak addeden mutaassıplardır.
Türk milliyetçiliğinin meşru ve makbul yolu, akılcılık, lâiklik,
medeniyetçilik ve hürriyetçiliktir. Bu unsurları
gözetmeyen bir milliyetçilik ne Türklüğü muhafaza edebilir ne de bir çözüm
üretebilir.