Aynı kafa yapısı... Şaşmak imkânsız. |
1969, Türk milliyetçiliği için yaygınlaşmanın ancak aynı zamanda erimenin başladığı tarih.
Bu tarihte MHP’nin kuruluşu ile birlikte Türk milliyetçiliğinde siyasi kadroların belirleyiciliği ve daha sonrasında sultası artık tescillenmiş ve kabul edilmiş oluyor.
Siyaset kadroları, entelektüel faaliyetin her türlüsünü bir lüks, zaman kaybı olarak görerek her zaman en kısa yoldan iktidara gelmeyi hedeflerler. Bu arzu, siyasî faaliyetlerin yumuşak karnını ve ahlâkî zaaflarının kaynağını oluşturur. Bu zaaf bütün iyi niyetlerin hedeflerini saptırır
Türk milliyetçiliği de bu zaaftan kendini kurtaramamıştır.
Bunun sonucunda entelektüel yetkinlikleri tartışmalı siyasi kadrolar Türk milliyetçiliğinin içini kendi siyasi hedeflerine uygun gördükleri şekilde doldurmaya çalışmışlardır.
Bunu yaparlarken maalesef ideoloji olamayacak kadar dar kapsamlı bir takım fikirleri fikir paketleri olarak gençlere ezberletmişlerdir. Bu bağlamda meselâ “Dokuz Işık” tartışılabilir, eleştirilebilir, yanlışlanabilir bir fikir olmaktan çıkıp adeta “Milliyetçiliğin amentüsü” haline gelmiş/ getirilmiştir.
MHP’nin kendi başına ve kendi lideriyle var olmak tutkusu, Türk milliyetçiliğinin entelektüel kökenlerini inkâra kadar vardırılmıştır. Bugün artık daha ilk yıllarında MHP içinde Atsızın eserlerinin yasaklandığını biliyoruz. Hâlâ merhum Atsız için “dinsiz/şaman” önyargısını taşıyan ülkücü sayısının kahir ekseriyeti teşkil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bunun en kötü sonucu Ahmed Arvasi ile Türk milliyetçiliği içine giren “iman paranoyasının” daha sonra MHP’yi başta Menzil olmak üzere çeşitli tarikatlerin ve dinî cemaatlerin etkisine sokması olmuştur.
Bu etki özellikle genç Türk milliyetçilerinin zihinlerini Arap örfü, Arap tarihi, Arap mitolojisi, Arap hurafelerini “islâm” olarak kabul etmek yanlışıyla saptırmıştır. Aşağıdaki satırlar “”Ahmet Yasin GÜRKAN adlı genç bir ülkücü arkadaşımızın 31 Ekim 2013 tarihli yazısındandır. Türk milliyetçiliğinin özellikle gençlerinin dincilik le nasıl zehirlendiğini göstermesi açısından ürkütücü bir örnektir. Genç ülkücü yazar diyor ki:
“Ülkücü gençlik şuanki hukukî düzene de, ahlâkî düzene de, fiilî düzene de karşıdır.[vi] O tamamiylemillî, İslâmî, insanî esaslar üzerinde, Kur’anî ve Turanî değerlere[vii] göre inşa edeceği yüzdeyüz yerli bir düzeni savunmaktadır. Bu bakımdan Ülkücü harekette usûl düzeni koruyucu değil, değiştiricidir.”
Şu anki hukukî düzenimiz bütün istismarlara rağmen lâik/beşeri ve pozitivist hukuk düzenidir. Pozitivizmi ayrı bir eleştiri konusu olmakla beraber yargılamalar hâlâ “beşeri hukuka” göre yapılmaktadır. Belki de halkın artık partizanca bulduğu ve güvenemediği mevcut yargı loncasından bahsediyordur?
“Tamamiyle millî, İslâmî, insanî “ esaslar ne demektir?
“Millî kısmını anlamak kolaydır çünkü aklı başında ve milletleşmiş bütün toplulukların millî egemenlikleri zaten millî bir düzen kurmak içindir.
“İslâmî esaslar” nasıl olacaktır? Kimin İslâm’ı ve bu İslâm’ın ne kadarı, “düzen” olarak kabul edilecektir? İslâmî bir düzenden bahsetmenin, devlet fert ilişiklerinde dine dayanmak anlamına geleceğini, yani şeriatçılığın ta kendisi olduğunu inkâr etmek mümkün müdür?
İnsanî esaslar zaten beşeri hukukun üzerine inşaa edildiği temel haklar düzeni değil midir? Şimdi bir yandan devlet fert ilişkilerinde ferdin varlığını koruyacak temel haklar düzenini esas alıp diğer yandan sözde İslâm’ın emirlerine göre devlet fert ilişkilerini düzenleyeceğini söylemek ne kadar tutarlıdır?
“Kur’anî ve Turanî değerlere göre inşa edilecek düzen” ne demektir? Burada bir kafiye özentisinden başka ne gibi bir tutarlılık ve muhteva vardır?
Kur’anî değerleri kim, kime nasıl öğretecek ve daha önemlisi uygulatacaktır? Burada “Birilerinin diğerleri üzerinde dinî otorite olmaları hali” zımnen kabul edilmektedir. Ahmed Arvasi’nin seyyidliği rivayetine istinaden bir “Türk İslâm ülküsü” milliyetçiliği icat etmek akıldaneliği, bu zımnî kabule dayanmaktadır. Buna göre madem Ahmed Arvasî seyittir, bize Türk olmayı ondan daha iyi kim öğretebilir? Eğer o seyyitse bizden daha büyük ve makbul bir Müslüman olmalıdır. Bu durumda vatan sevgisi, milliyet bağlılığı gibi konuları da en iyi ol bilmeli? Bu yaklaşım, Allah otoritesine kendi aile, servet ve mevki bağlılıklarını ortak etmeye kalkan Arapların örfünden alınmıştır, asla İslâmî değildir. Ama Türk milliyetçiliğini tekeline alan siyasal milliyetçilik, kendi siyasi plânlarını yapmaktan bu tip felsefî farklara dikkat edecek zamanı bulamamıştır.
(Devam edecek
Bu tarihte MHP’nin kuruluşu ile birlikte Türk milliyetçiliğinde siyasi kadroların belirleyiciliği ve daha sonrasında sultası artık tescillenmiş ve kabul edilmiş oluyor.
Siyaset kadroları, entelektüel faaliyetin her türlüsünü bir lüks, zaman kaybı olarak görerek her zaman en kısa yoldan iktidara gelmeyi hedeflerler. Bu arzu, siyasî faaliyetlerin yumuşak karnını ve ahlâkî zaaflarının kaynağını oluşturur. Bu zaaf bütün iyi niyetlerin hedeflerini saptırır
Türk milliyetçiliği de bu zaaftan kendini kurtaramamıştır.
Bunun sonucunda entelektüel yetkinlikleri tartışmalı siyasi kadrolar Türk milliyetçiliğinin içini kendi siyasi hedeflerine uygun gördükleri şekilde doldurmaya çalışmışlardır.
Bunu yaparlarken maalesef ideoloji olamayacak kadar dar kapsamlı bir takım fikirleri fikir paketleri olarak gençlere ezberletmişlerdir. Bu bağlamda meselâ “Dokuz Işık” tartışılabilir, eleştirilebilir, yanlışlanabilir bir fikir olmaktan çıkıp adeta “Milliyetçiliğin amentüsü” haline gelmiş/ getirilmiştir.
MHP’nin kendi başına ve kendi lideriyle var olmak tutkusu, Türk milliyetçiliğinin entelektüel kökenlerini inkâra kadar vardırılmıştır. Bugün artık daha ilk yıllarında MHP içinde Atsızın eserlerinin yasaklandığını biliyoruz. Hâlâ merhum Atsız için “dinsiz/şaman” önyargısını taşıyan ülkücü sayısının kahir ekseriyeti teşkil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bunun en kötü sonucu Ahmed Arvasi ile Türk milliyetçiliği içine giren “iman paranoyasının” daha sonra MHP’yi başta Menzil olmak üzere çeşitli tarikatlerin ve dinî cemaatlerin etkisine sokması olmuştur.
Bu etki özellikle genç Türk milliyetçilerinin zihinlerini Arap örfü, Arap tarihi, Arap mitolojisi, Arap hurafelerini “islâm” olarak kabul etmek yanlışıyla saptırmıştır. Aşağıdaki satırlar “”Ahmet Yasin GÜRKAN adlı genç bir ülkücü arkadaşımızın 31 Ekim 2013 tarihli yazısındandır. Türk milliyetçiliğinin özellikle gençlerinin dincilik le nasıl zehirlendiğini göstermesi açısından ürkütücü bir örnektir. Genç ülkücü yazar diyor ki:
“Ülkücü gençlik şuanki hukukî düzene de, ahlâkî düzene de, fiilî düzene de karşıdır.[vi] O tamamiylemillî, İslâmî, insanî esaslar üzerinde, Kur’anî ve Turanî değerlere[vii] göre inşa edeceği yüzdeyüz yerli bir düzeni savunmaktadır. Bu bakımdan Ülkücü harekette usûl düzeni koruyucu değil, değiştiricidir.”
Şu anki hukukî düzenimiz bütün istismarlara rağmen lâik/beşeri ve pozitivist hukuk düzenidir. Pozitivizmi ayrı bir eleştiri konusu olmakla beraber yargılamalar hâlâ “beşeri hukuka” göre yapılmaktadır. Belki de halkın artık partizanca bulduğu ve güvenemediği mevcut yargı loncasından bahsediyordur?
“Tamamiyle millî, İslâmî, insanî “ esaslar ne demektir?
“Millî kısmını anlamak kolaydır çünkü aklı başında ve milletleşmiş bütün toplulukların millî egemenlikleri zaten millî bir düzen kurmak içindir.
“İslâmî esaslar” nasıl olacaktır? Kimin İslâm’ı ve bu İslâm’ın ne kadarı, “düzen” olarak kabul edilecektir? İslâmî bir düzenden bahsetmenin, devlet fert ilişiklerinde dine dayanmak anlamına geleceğini, yani şeriatçılığın ta kendisi olduğunu inkâr etmek mümkün müdür?
İnsanî esaslar zaten beşeri hukukun üzerine inşaa edildiği temel haklar düzeni değil midir? Şimdi bir yandan devlet fert ilişkilerinde ferdin varlığını koruyacak temel haklar düzenini esas alıp diğer yandan sözde İslâm’ın emirlerine göre devlet fert ilişkilerini düzenleyeceğini söylemek ne kadar tutarlıdır?
“Kur’anî ve Turanî değerlere göre inşa edilecek düzen” ne demektir? Burada bir kafiye özentisinden başka ne gibi bir tutarlılık ve muhteva vardır?
Kur’anî değerleri kim, kime nasıl öğretecek ve daha önemlisi uygulatacaktır? Burada “Birilerinin diğerleri üzerinde dinî otorite olmaları hali” zımnen kabul edilmektedir. Ahmed Arvasi’nin seyyidliği rivayetine istinaden bir “Türk İslâm ülküsü” milliyetçiliği icat etmek akıldaneliği, bu zımnî kabule dayanmaktadır. Buna göre madem Ahmed Arvasî seyittir, bize Türk olmayı ondan daha iyi kim öğretebilir? Eğer o seyyitse bizden daha büyük ve makbul bir Müslüman olmalıdır. Bu durumda vatan sevgisi, milliyet bağlılığı gibi konuları da en iyi ol bilmeli? Bu yaklaşım, Allah otoritesine kendi aile, servet ve mevki bağlılıklarını ortak etmeye kalkan Arapların örfünden alınmıştır, asla İslâmî değildir. Ama Türk milliyetçiliğini tekeline alan siyasal milliyetçilik, kendi siyasi plânlarını yapmaktan bu tip felsefî farklara dikkat edecek zamanı bulamamıştır.
(Devam edecek