24 Ağustos 2013 Cumartesi

Etnik Irkçılığın Atatürk Düşmanlığı

Sözcü'den


“…İddiaya göre, engelli arabasının önündeki Atatürk çıkartmasını gören M.Y., Ç.K. ve M.S. gençleri durdurup aracı tekmelemeye başladı. Yaşları 16 ile 19 arasında değişen üç saldırganın arkadaşları T.K., O.K. ve E.Ş.G. de Erdinç ve arkadaşını tartaklamaya kalkışınca çevredekiler müdahale etti.
İhbar üzerine gelen polis ekibi, Burak Erdinç’in engelli aracını tekmeleyen 6 kişiyi gözaltına aldı. Güneydoğulu ailelerin çocukları olduğu belirtilen şüpheliler hakkında işlem başlatıldı

Haber aslında çok önemli ipuçları içeriyor.

Bir kere henüz yetişkin olmuş veya olmamış genç insanların bir toplumsal yarılmanın, ayrışmanın piyonu haline getirilmesi durumu var.

Daha sonra Atatürk gibi bir ulusal değere hakaret etmek eylemi var…

Belki de bir iç savaşın habercisi gibi görünen, şüphelilerin toplumsal kimlikleri var…

Görünen o ki etnik ırkçılık yeni nesiller üzerinde son derece etkili. Bunun bir sebebi belediyecilik dehalarının, kenar mahalleleri oy paketleri olarak görüp bunların bozulmadan kalması için gettolaşmalarını teşvik etmeleri. Türkiye bugün  kendi içinde kompleksli ve öfkeli bir getto  iktidarıyla yönetiliyor.

Bu durum, doğudan batıya göçenlerin uluslaşmaya entegre olmasını engelliyor.

Yaşlıların uyum sorunları, kapalı toplum dinamikleriyle derhal gençlere aktarılıyor ve medenî bir ortamda derhal yaşıtlarıyla bütünleşebilecek gençler, köylerindeki kan davası güden aşiret  tutuculuğunun şehirdeki temsilcileri haline geliyor. Kendi köylerinde kendi aileleri dışındakileri yabancı gören insanlar şehirde koskoca bir “düşman” kitle içinde kalıyor.

Türkiye’de etnik ırkçılığın demokrasi sömürüsü, kendi dışındaki dünyayı anlayamayan, düşman sayan ve bu yüzden o dünyaya uyum sağlamak yerine onu kendine göre kesip biçmeye kalkan, ilkel kabile  aklının isyanından başka bir şey değil.

İkinci olarak saldırgan gençler Atatürk’ün şahsında meydana gelen ulusal bilincin ve birliğin yarattığı kendine güven duygusunu hazmedemiyorlar. Çünkü bu güven, kurala dayalı bir ulusal beraberliğin dışa açık, etkileşimli toplumsal yapısını işaret ediyor. Onlar ise içinde erimekten korktukları şehirlerde bütün kimlikleri aşiret mensubiyetine dayanan kapalı toplumların çocukları. Kendi içlerinde Atatürk gibi bir sembol şahsiyetleri yok. Onlar, bu yüzden Atatürk etrafında birleşmek yerine, büyüklerinin  taşıdığı nefrete ortak olmayı kendi ahlâkları için daha tutarlı buluyorlar.

Bu yapılanlar etnik bir çatışmanın provası gibidir. Bu gençler Türk Milleti’nin ortak değerlerine karşı saldırtılarak aslında bir iç savaş ön testi yapılmaktadır.

Gençler etnik ırkçılık için  en kolay harcanabilir tabakadır.

Bu tabaka kullanılarak toplumun bütünlüğü, değerlerine bağlılığı, düşman algısı, saldırganlığa tepkisi rahatlıkla ölçülebilir.

Yalnız şu unutulmamalıdır. Bugün Atatürk çıkartmasına saldıranlar, içinde yaşadıkları toplum hafızasında sadece kendileriyle değil, aileleriyle de yer alıyorlar. Bugün Atatürk’e ferdi olarak saldırdığı düşünülen sanıkların bu saldırganlığı hangi aile terbiyesiyle aldıkları artık sorgulanmaya başlanacaktır. Bu durum onların aile üyelerinin toplumsal hayatta eskisi kadar hoşgörülü ve  doğal karşılanmayacaklarının habercisidir.

Kürt etnik ırkçıları şunu bilmelidir. Batıda Kürt mahalleleri kendi içlerinde” kistleşmiş” olabilir ama yiyip bitiremeyecekleri büyük şehirler  ile kuşatılmış durumdadırlar. Dolayısıyla koskoca bir ulusa savaş açtıkları takdirde yaşadıkları şehrin her türlü imkânından mahrum kalacaklardır. Hele silâhlı bir kalkışma durumunda karşılarında resmi kolluk kuvvetlerinin de engelleyemeyeceği büyük bir öfke dalgası bulmaları kaçınılmazdır.

Böyle bir durumda dağdaki bebek katillerinin hiçbir caydırıcılığı ve desteği kalmayacaktır.

Hiçbir eylem cevapsız kalmaz. Cevapların  ölçüsünü, büyüklüğünü hesaplamak da eylemcinin kendisine düşer.

Türk Milleti ortak değerlerine bağlılık göstermeyen hiç kimseyle kardeşlik bağını sürdürmez.  Çünkü kardeşlik, yalnızca bir nesil veya ırk birliği değildir ama daha önemlisi  bir değer birliğidir ve varlığı da bu şarta bağlıdır.

Etnik ırkçılık kalabalıkların şiddetiyle Türk Milleti’ni korkutmaya çalışıyor sürekli ama karşısındaki “toplumu” idrak etmekten aciz.  Atatürk’ün Türk Milleti’nin tarihinde ve vicdanındaki aydınlık ruhunu ve kılavuzluğunu  anlayamıyor. Kafa tutmaya çalıştığı şey işte bu.




Eski "Saatçı"

Meşrutiyet'de bir eski dükkân.

Tabelâsı fırça işi, el emeği.

Tabelâcı, Hüsnü Baykara.

Dükkân kapalıydı.

Acaba tabelâcı nerededir? Ne yapıyordur?

Rengi atmış, fırça izleri yorgun bir tabelâda eski Ankara var.


22 Ağustos 2013 Perşembe

Türkiye’de Liberallerin Kimliksiz İyilik Hayali

Hukukla bölünmek
Türkiye’de liberaller hukuk devletini temini için millî kimliğin ortadan kaldırılmasını istiyorlar.

Ama şunu da biliyorlar ki yerine başka bir kimlik konmazsa bütün söyledikleri saçmalıktan ibaret kalacak.

Onun için “Türkiyelilik” diye bir kimlik icat etiler, tutmadı. Tutması için polis jopundan, etnik ırkçı teröre kadar her yolu mubah saydılar gene de tutturamadılar. Bugün bebek katillerinin  kuburlarından örgüt yönetmeleri, Türk adını yok etmek için onlarla  anlaşan  liberallerin ahlâk yoksunluğu sayesinde mümkün oldu.

Tamam bir hukuk devletinde herkes her türlü kimliğinden ayrı şekilde mahkemelerde /kanun önünde eşittir.
Buraya kadar bir şey yok.
İyi de mahkemeler meşruiyetlerini nereden alıyor?
Mahkemelere herkese eşit  derecede zor kullanabilmek hakkını veren ne?
Bu hak millî egemenlikten geliyor.

 Millî egemenlik de “millet kimliğinin” tanınmasından geliyor.
Yani?

Kanun önünde eşitliği işletebilmemiz için, kanun uygulayıcılarının meşru bir kimlikten yetki alması icap ediyor.
Mahkemeler, “Türk Milleti adına” karar verirlerken, etnik kökenlerini, büyük bir soyut kavram içinde, bir kural beraberliği, içinde eritmiş insanlar adına karar veriyorlar.  Yani kural hakimiyetine razı olarak, daha ilkel kimliklerden vazgeçen, insanlaşan canlılar adına karar veriyorlar.

Kuzey Irak’ta mahkeme var ise kim adına karar veriyor?

“Kürt Milleti” adına mı?
“ Kürt Milleti adına” karar veriyorlarsa meselâ kanun önünde eşitlik ideali  ile ben de Kürt Milleti’ne dahil olabilir miyim?  Hiç sanmıyorum. Çünkü Kuzey Irak’ta Kürtlük, ispatlanabilen kan/aşiret bağlarıyla tanınan bir şey. Başka türlü de kendisini tanımlaması mümkün değil.

Peki Kuzey Irak tipi bir etnikçi bürokrasiden bir hukuk devleti meydana gelebilir mi?
Kanun önünde eşitlik idealini sağlayıcı bir millet teşekkül edemeyeceği için oluşturulan yapı ancak bir kabile bürokrasisi olabilir ama bir devlet olamaz.

Dolayısıyla soyut değerleri yaşatan soyut bilinçler, etnik ırkçılıkla birlikte büyüyemez, var olamaz.

Demek ki kanun önünde  eşit bireylerin soyut, kurala dayalı bir kimlikleri olmazsa, herhangi bir “devletten” herhangi bir iyilik  ummamız da mümkün olamaz. Millet kurallı bir beraberlik olmasından dolayı insan toplumlaşmasının en ileri somut halidir. O yoksa ilkellik ve şiddet vardır.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Uçak Biletinden Sana Ne?

Ulaştırma bakanı,  hava taşımacılığına tavan fiyatın gelebileceğini söylemiş. Şirket yönetimleri “ Fiyatlandırma doğru yapılmalı” gibi  cevaplar vermişler.

Hiç biri de “Kardeşim şimdiye kadar fiyatları devlet mi belirliyordu ki bu saatten sonra işimize karışıyor?” diye sormamış.

Hava ulaşımında fiyatların düşmesini sağlayan şey THY’nin tekelinin Pegasus ile kırılması olmuştu. Sadece bu bile  hür teşebbüsün ve rekabetin refah getirici etkisine bir örnekti.
Pegasus hiçbir fiyat talimatı ve emri olmaksızın rezervasyon zamanı ve doluluğa bağlı bir fiyatlandırma ile  uçak seyahatini ulaşılabilir  kıldı.

Bu noktada devletin/hükümetin asla başaramayacağı, hayal bile edemeyeceğin bir işi başardı.
Hükümet hava taşımacılığında tavan fiyat hayalleriyle oy toplamak istiyor olabilir ama, maliyette hiçbir ortaklığının olmadığı bir sektörde insanlara neyi ne kadar satmaları gerektiğini söylemeye hakkı yok. Eğer çok istiyorsa THY’nin Anadolu Jet  bilet fiyatlarında  indirime gidebilir.

Şurası unutulmamalı ki devletin hiçbir fiyat uygulaması üreticiyi de tüketiciyi de memnun edememiştir. Devletin taban fiyat  biçtiği fındık, domates hep denize dökülmüştür. Buğday daima taban fiyatın altında zahirecilerin eline geçmiştir.

Tavan fiyat uygulaması fiyatların derhal tavana sıçramasına,  değişen fiyat ortamındaki  fiyat düşürücü rekabetin yerini tavan fiyatta buluşan firmaların birleşmesine yol açacaktır. Olan vatandaşa olacaktır.

Havayolu şirketleri  daha bu söylentilerin başında devlete boyun eğeceklerine,   otobüs bileti fiyatlarına karışmayan, karışmaya da hakkı olmayan devletin/hükümetin uçak fiyatlarına da karışmaya hakkı olmadığını söylemeli, popülist  politikaların ekonomiyi çarpıtmasına izin vermemelidirler.




19 Ağustos 2013 Pazartesi

Git Başka Yerde Öl En İyisi

TRT muhabiri olacak biri, Mısır’da ölürse Mustafa Sabri denen bir alçağın kabrinde gömülmek istemiş.
Yani?

Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün katline fetva vermiş, alçak bir işbirlikçi.
Mehmetçik’ten önce yemek yemeyen, hastalıktan kırılırken askerinin başında harbe girmiş, peygamberin kabri için Suud kralına kafa tutmuş bir büyük Türk’ü yok etmek istemiş insanlık dışı bir yaratık…
Kendilerine Müslüman diyen bir güruh, giyimden kuşama, dilden lidere tapınmaya kadar tamamen tektür, sürüleşmiş büyük bir kitle.

İnsanın kendi aklıyla ve vicdanıyla değil de şeyhinin, parti başkanının aklıyla konuşması, belki onu bir yerlere getirebilir ama bunun bedeli insanlığın kaybedilmesidir.

İslâmcılık denen siyasal hareket,  bu yüzden üyelerinin akıllarını ve vicdanlarını daha en başından sakatlayarak onları güdülebilir bir sürü haline getiren insanlık dışı bir vahşet hareketidir.

Üyelerinin dillerini tekleştirip, muhaliflerinin dillerini kopartarak insanın varoluşunu  temsil eden konuşmayı kendi egemenliği için ortadan kaldıran bir ilkelliktir.

Bu yüzden  dincilik bir meşru siyaset tarzı ve yolu değildir. Siyasete sokulmamalı ve milletin içine dini bir fitne aracı olarak sokmasına izin verilmemelidir.

İnsanların inandıkları gibi yaşamaları topluma inandıklarını dayatma hakları olduğu anlamına gelmez.
İnsanın insan olmasına düşman bir bağnazlık tutumu olarak dincilik, milletin bütün değerlerine ve tarihine düşman, tekleştirici bir fitne hareketidir.

TRT muhabiri kim, bilmiyorum, tanımıyorum.  Ama  ölünce  gömülmek istediği yeri duyunca ben şahsen yurt dışında herhangi bir hayvan mezarlığının kendisi için en uygun yer olacağını düşündüm.




15 Ağustos 2013 Perşembe

Cahil diktasına şükürler olsun

Epeydir yazmıyordum. Yazınca ne değişecek onu da bilemiyorum.

İnsanımız ayağının yere bastığı derinlikte bile boğulabilecek yetenekte, bunu gördüm.

Neden memleket meseleleri  ve insanımız?

Çünkü gün geçtikçe aslında "insanımız" sandığımız insanların ne kadar başka ne kadar yabancı olduklarını daha  bir üzülerek ve dehşetle görüyorum.

Sadece aynı kelimeleri kullandığımız ama hiç de aynı semantiği paylaşmadığımız koskoca bir kitle, başımıza "irade" olmuş.

İktidarı dışımızda, bir şey sanmışız bunca zaman. İktidar bizim içimizdeki  birilerin, hastalıkların, komplekslerin yetkilendirilmesinden başka bir şey değilmiş meğer. O kompleksler, nefretler sınır tanımaz bir ihtiras ve sömürüyle bütün değerlerimize silahlanmışlar.

Ve ayağının bastığı yerde dahi yüzmelerin aciz seçmen kitleleri, düzgün yüzen, iyi giyinenlere duydukları hıncı iktidarın nefretiyle donatmışlar.

Türkiye'de demokrasi var ama tam anlamıyla bozulmuş, kokuşmuş bir çoğunluk diktası olarak...

Bastığı yerden emin olamayanların öfkeli cehaletinin diktası  olarak... 

6 Ağustos 2013 Salı

Kendimize Blogumuza

Aslında cep telefonunda blog yazmaya başladıktan sonra bilgisayarı tuzluk gibi kullandığımı fark ettim. Çok daha verimli kullanılabilir…
Blog şüphesiz bir açık günlük ama aynı zamanda bir yazı sorumluluğu.

Bu hem kendi yazı alışkanlığımı, ifade  gücümü geliştirmem açısından hem de içinde yaşadığım toplumun sorunlarına karşı bir sorumluluk.
Hayır… Biz toplumdan soyutlanmış atomize bireyler değiliz.

Nedense bir kere toplumsal bir endişe duyduk mu kendimizi toplumun malı haline getirmemiz gerekiyormuş gibi düşünüyoruz.
Toplumun bir  parçası olmakla kendimiz olmak arasında, sanki uzlaşmaz bir çelişki varmış gibi geliyor bize ama yok.

Aslında toplumdaki bazı değişimleri gözleyerek belki önyargılarımızın, bilinç altımızın nasıl değiştiğini de gözleyebiliriz.

Bu, topluma paralel de olabilir topluma ters yönde de gelişebilir.
Blogu neden önemsiyorum?

Çünkü  blog kişiselliğimizi topluma ulaştırmamızı sağlayan naif, sınırsız ve maliyetsiz bir ortam.
Öbür yandan   matbu ortamla çok geç tanışmış  bir toplum için medeniyeti hızlandırıcı bir işlevi olabilir diye düşünüyorum. Umarım  öyle olur.
Bu ne işe yarar?

 Bu, konuştuğunuzda anlaşılabilmenizi sağlar. Bir gecekondu demokrasisinde, bir ağacın neden korunması veya içki içerken neden endişelenmemeniz gerektiğini daha rahat anlatabilmemizi sağlar.

Bu bize yazının bu dünyada insanlığa dair bırakılmış bir izi olduğunu anlatabilir.
Bu, aslında hayatı nasıl yaşamayı istediğimizle ilgili bir seçimdir.

Düşüncenin içinde mi  yoksa  dışında mı olmak istediğimizi gösteren bir seçimdir.

Bu, “güce” bakışımızla ilgili bir seçimdir.

Gücün bizim dışımızda  emredici bir zorbaya mı ait olduğunu yoksa var oluşumuzdan kaynaklanan bir sevinç mi olduğunu anlamamızı sağlayacak bir seçimdir.

Sanırım ben blogumu bundan dolayı seviyorum.
Gün ışıdı.

Endişelenmeli miyim?
Bakalım Enya bu konuda ne diyor?