19 Nisan 2013 Cuma

İyilik Ve Kötülük Üzerine Naif Bir Akıl Yürütme


İyilik ve kötülük üzerine düşünmek çok mu  bayat bir iştir?

Bilmiyorum ama artık kavramların açıkça anlamsız, işlevsiz kaldığı bir ülkede, bunu bir kere bir kere daha düşünmeden edemiyorum.

İyilik üzerine düşünmek   yalnız başına anlaşılır bir şey midir?  Neden olmasın?

İyilik faydadan farklı bir şey. Fayda kişiden kişiye göre değişiyor. Oysa iyilik bizim ne düşündüğümüzden farklı olarak var olan bir hal.

O halde iyilik ne? İyilik varoluşu destekleyen her şey. Hayatta kalmamız için “kesinlikle” gerekli olan her davranış, bizim  göreceliğimizden bağımsız olarak “iyi”.

O halde “kötü” ne? Kötü de var oluşumuza aykırı olan her  davranış.

Neden iyiliği ve kötülüğü birer davranış olarak tanımladım?

Çünkü tabiatın kendisinde  varoluşumuza yönelik bizimkinden başka “bilinçli” bir tehdit yok. Bir aslanın bizi yemesi bize kötülük için değil, tabiatının  zorunlu ve otomatik sonucu olarak gerçekleşir. Hiçbir deprem insanı yok etmek için meydana gelmez. Bundan dolayıdır ki var oluşumuzu sonlandıran bu gibi irade dışı halleri “kötü” diye nitelendirmek kategorik olarak değil sadece değer yargılarımız açısından mümkündür.

O halde iyilik ve kötülük birer bilinç işi… Bunlar insanın var oluşa bakışına göre ortaya çıkan davranışların iki temel nitelemesi. Görünüşte kötü olan bir davranışın aslında iyi olduğunun ortaya çıkması gibi durumlar iyinin ve kötünün anlaşılamaz olduğunu değil aksine anlaşılabilir olduğunu ispatlar. Eğer öyle olmasaydı neden bazı davranışları hiç yapmamak üzere ciddi bir toplumsal mutabakata varır ve bu mutabakatın istisnası olan aykırılıkları cezalandırırdık ki?

Kötüler, insanın var oluşuna zarar vermeye çalışanlardır. Kötülüğün var oluşu, var olmak iradesinin önce geldiğinin ve mutlak olduğunun ispatıdır. Çünkü ancak var olmak arzusu  var ise  onun var oluşu, reddedilmeye çalışılabilir. Varlığı bilinmeyen şeyleri reddedemeyiz. Ama bu ayrı bir konu.

O halde iyilik var oluş  iradesinin mutlaklığı ile bağlı şekilde mutlaktır ve vardır.
Kötülükse onun mutlaklığına duyulan düşmanlığın  adıdır.

Belki daha sonra iyiliğin mahiyetine değiniriz.

Kim bilir?



17 Nisan 2013 Çarşamba

Her Zaman Okuduğunuz Hürriyet'i Şimdi İzleyin

Hürriyet TV şimdi yayında.

Hürriyet TV’yi ziyaret edenler, aradıkları her şeyi artık tek tıkla seyredebilecekler. Hürriyet TV, zengin haber içeriğinin yanı sıra konusunda uzman isimlerle gerçekleştirdiği programlarla da dopdolu.

Hürriyet TV’de Berza Şimşek’ten günün mutlaka görülmesi gereken haberlerini izleyip usta gazeteci Sedat Ergin’den haftanın yorumunu alabilirsiniz. Üstelik gündemin özetini, Metehan Demir, 3 dakikada sizin için yorumluyor.

Burcunuzdaki yeni gelişmeleri merak ettiğinizde ise Susan Miller ile yıldızlara bakabilir, Sebla Kutsal ile dilediğiniz zaman, kültür ve sanat dünyasında keyifli bir yolculuğa çıkabilirsiniz.

Uğur Cebeci ise sivil havacılığın geldiği son noktayı size Kokpit’ten anlatıyor.

Magazinden spora, eğlenceden ekonomiye hepsi ve daha fazlası, sürekli güncellenen Hürriyet TV’de sizi bekliyor.


Bir bumads advertorial içeriğidir.

13 Nisan 2013 Cumartesi

Larry Crowne Hakkında Bir İki Şey


Sinema endüstrisi için en anlam ifade eder bilemem. Zaten işi perde arkası her zaman büyüyü yıpratır.

Ama bence bu film yapılırken de emeği geçen herkesi etkilemiştir.

Tom Hanks ve Julia Roberts inanılmaz iyi iki seçim… “Forest Gump” ile kafalarımıza ebedi bir iyimserlik abidesi
gibi yerleşen Tom Hanks bu filminde de aynı  etkiyi bırakıyor.

Julia Roberts ise  “Erin Bornkovic’tekinden” bile daha sert ve çarpıcı bir depresif karakteri canlandırıyor ki bazen cidden bu gerçekçilik seyirciyi yoruyor.

Peki ama kim Larry Crown?
Larry Crown’u seyrettiğimde, “ŞahaneHayat’ta” seyrettiğimiz James Stewart geldi, aklıma. Belki Tom Hanks , Stewart’ın  kendiliğinden taşıdığı o tevazu ve iyimserlik havasının  günümüzdeki temsilcisi.

Filmin ışıkları, müziği, sesleri, rejisi vs işin açığı bana öyle önemsiz geliyor ki… Bu filmin kötülüğünden değil… Aksine zaten bütün ögeleri ustaca yerli yerine konmuş öyle aydınlık bir film ki  bunların hiç biri çıkıntılık edip de seyirciyi rahatsız etmiyor.
Ben filmin öyküsünü sevdim.

Kendine acımamak, hayatı mutlaka bir köşesinden tutmak, kendini geliştirmek için uğraşmak, samimi olmak ve sınırları koruyabilmek gibi çok hoş ve iyimser temalar içeriyor, “Larry Crowne”.

Çöpleri  toplayıp türlerine göre ayıran, öpüştüğü öğretmenini mahcup etmemeye özen gösteren, karamsarlığa teslim olmayan Larry Crowne, karamsarlığın ve hiççiliğin/nihilizmin adeta  bir akıl dini gibi kutsandığı  bir devirde bence bazen gözlerinizi nemlendirerek size yaşamakta olduğunuzu  hatırlatan samimi bir film.

Şahsen ben sevdim, tekrar tekrar seyredebilirim.

Delilik, Akıl Ve Siyaset

Delilik hep aynı şeyleri yaparak farklı şeyleri beklemekmiş...

Dünyanın en akıllı adamlarından biri söylemiş bunu.

Bu şu anlama geliyor: İnsan davranışları söz konusu olduğunda nedensellik mutlaktır.

Günümüz siyasetinin en büyük zararı demokrasiyi davranışlarımızın, tercihlerimizin nedenselliğinden ayırması olmuştur.

Bunun en büyük sebebi de siyasetçilerin , sınırlılıklarımızı gizleyerek içimizdeki Tanrı kompleksini gıdıklamanın, oy devşirmenin en kolay yolu olduğunu keşfetmiş olmaları.

Eğer insanlara sadece mutlak çoğunluk olmalarının onları Tanrı yapmaya yeteceğini söylerseniz büyük ihtimalle sözlerinizi tartmak yerine ona inanmayı seçeceklerdir.

Bu, onlara " Ne yaptığınızın hiç bir önemi yok! Canınız ne isterse yapabilirsiniz! Tanrı ödemez!" Demekten başka bir şey değildir.

Unutulan şudur: " Biri mutlaka öder!"

Siyasetin sınırsız bir oy tahakkümü olduğu bir ülkede, çoğunluğun zevkini azlıklar öder. Ama belki daha önemlisi böyle bir ülke yalnız mevcut varlıklarını değil geleceğini de harcıyor demektir.

Çoğunluğun keyfî egemenliğinin asla barış ve adalet getirmeyeceğini anlamak için her seferinde aynı hataları yapan bir toplum cinnet geçirip geçirmediğine çok dikkat etmelidir.

11 Nisan 2013 Perşembe

Matematik Ve Ölümsüzlük


Az önce bir çocuk programında çıkarma işleminin öğretildiği bir bölüme takıldı gözüm.

Ekranda  altı tane bilyeden çeşitli sayılarda bilye eksiltiyor ve  kalanı  sayıyorlardı.

“Her şey görecedir!” lâfının ne kadar saçma olduğunu düşündüm o an. Ekranda   adına altı dediğimiz çokluk, dünyanın her yerinde aynıydı oysa. Japonlar bizim “altı” dediğimize kendi dillerinde “yedi” demiyordu meselâ.

O halde çoklukların hep aynı şekilde adlandırılması boşuna değil.

Bu neden önemli?

Altıdan üç çıktığında üç kalması, altı bilyeden üç bilye eksiltildiğinde, geride hep aynı sayıda bilyenin kaldığının “mutlak” olarak bilinmesinden kaynaklanıyor. Nitekim geride hep aynı sayıda bilye kalıyor.

İnsanların “saymaları” bana öyle geliyor ki hayatın o kadar da geçici bir şey olmadığına dair bir kanıt bulmak ihtiyacından kaynaklanıyor. Belki buna “ölümsüzlük arayışı” da diyebiliriz.

Neden böyle? Çünkü sayıların ve bilhassa “sıfırın” farkına varmak, dünyada insan bilincinin ölümsüzlüğe dair  bir kanıt bulması aslında.

Sonra ne oluyor? Sonrasında insan bir bakıyor ki saymanın dilini geliştirerek çokluklar arasında bazı ilişkileri ifade edebiliyor. Bunlara “işlem”, “bağıntı”, “fonksiyon” gibi adlar veriyor. Ve bütün bunların temeli asla değişmeyecek  sayma sembollerine dayanıyor.

Sonrasında “Neden olmasın?” diyerek bu mantığa aykırı gibi görünen ilişkileri hayal ediyor veya seziyor  (karmaşık sayılar) ama bunu yaparken “önermelerinin” tutarlılığının yani akıl dışılığın  kavranabilmesi için onun kavram dünyası ile ilişkisi sağlayacak  öncülleri ortaya koyuyor. Bu aslında bilinenin yanlışlığını ispatlamaktan ziyade “henüz bilinmeyen” bir dünyayı saymak eylemine dayanarak anlamaya çalışmak gayretinden başka bir şey değil.

Nereden biliyoruz? Çünkü insan belirsizlik karşısında teslim olmamış onu mutlaklığı belli olan çoklukların ilişkisi şeklinde anlaşılır hale getirmeye çalışmış.

Böylece varoluşun her noktasının mutlaklığını içinde göreceliğin karamsar belirsizliğine yer vermeyen  matematik diliyle ifade etmiş.

İki kere ikinin beş ettiği bir dünya  var olabilir mi? Elbette… Ama sadece onu  tanımlayabilirseniz… O bile  “iki” “kere” ve “beş” kavramlarına bağlı kalınan bir dünya olacaktır.

Belki matematik böyle öğretilse çok daha ilginç olurdu…

Haruki Murakami'ye en derin saygılarımla:


10 Nisan 2013 Çarşamba

Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet

Hürriyet, Türkiye’nin en çok okunan gazete uygulaması Hürriyet E-Gazete’den sonra Hürriyet Tablet uygulamasını da hayata geçirdi. “Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet” sloganıyla tanıtılan ve Apple Store’da 1 numaraya yerleşen bu yeni uygulama kullanıcılar tarafından oldukça beğeniliyor.

2011 yılının Mart ayında hayata geçirilen Hürriyet E-gazete uygulaması bugün, Türkiye’nin en çok okunan tablet gazetesi olmayı başarmış durumda. Toplamda ücret ödeyen abone sayısı 16 bine ulaşarak, ücretsiz rakiplerinin ulaştığı rakamları geride bırakırken; Hürriyet okurları, E-Gazete uygulamasını günlük 50 bin, haftalık 350 bin kez ziyaret ediyor.

Tablet okurunun beklentisinin farklılaşması ve ilgi alanlarının değişmesiyle, okurlar artık okuduğu haberin videosunu da izlemek, farklı spor dalları hakkında analizler okumak, dünyadan ilginç fotoğraflar görmek, içeriği 'parmağının ucunda' hissetmek istiyor. Hürriyet Tablet uygulaması tam da bu beklenti ve ihtiyacı karşılamaya yönelik hazırlanmış bir uygulama.

Bir haftadır Apple Store’da en çok indirilen uygulamalar arasında 1 numarada yer alan Hürriyet Tablet’te, Manşet, Güncel, Ekonomi, Spor, Kelebek, Seyahat bölümlerinin yanı sıra Cumartesi ve Pazar eklerinin bambaşka yorumları yer alıyor. Günün videosu ve foto galeriler oldukça beğenilirken, HTML5 tabanlı bir uygulama olduğu için reklamverenler için de oldukça cazip.

Tablet bilgisayarların tüm olanaklarını kullanan yeni Hürriyet Tablet uygulaması, App Store ve Android Market’te, ücretsiz.


Bir bumads advertorial içeriğidir.

2 Nisan 2013 Salı

Blog Her Yerde

Blogu telefondan yazmak ayrı bir duygu. Bu insanda her yerden sesini duyurabilmek duygusu uyandırıyor.

İnsan sesini neden duyurmak ister? Belki de bu insanın en temel işidir? İnsan sesini duyurmazsa var olduğunu nasıl anlar?

İnsan belki de var olduğunu ancak kendini ifade edebildiğinde anlar.

Ve bu yüzden ona var olduğunu söyleyen bir başkasından rahatsız olur.

Özgürlük nedir?

Özgürlük insanın var oluşunu idrak edebilmesi, bunun için de düşüncelerini seslendirebilmesidir.

Bu yüzden insan aslında düşünebildiği için değil konuşabildiği için özgürdür.
İnsan düşünebildiği için değil konuşabildiği için "vardır".

İşte bir blog yazmak ve hele cepten blog yazmak bu yüzden hoşuma gidiyor.