Bundan beş yıl önce hükümete karşı eleştirilerin haksız olduğunu düşünüyordum. Beş yıl önce bir yazımda “Hükûmetin art niyeti" gibi spekülasyonlarla hükûmetin milletten aldığı hükûmet etmek yetkisi engellenemez. Millet, hükûmetler vasıtasıyla denem- yanılma hakkına sahipse, temel hakların dokunulmazlığına kayıtsız-şartsız bağlılıkla, istediği her politikayı da hayat geçirebilir. Milletin devleti idare etmesi anlamında demokrasiden bahsediyorsak meşru hükûmetlerin seçim dışında değiştirlimesinden başka bütün yolları gayrı meşru ilân etmekten başka bir yolumuz yoktur.” demişim…
Yazım hatalarına dokunmadan aktardım… Bu yazı hükümet yanlısı bir yazı mıdır? Yazıdaki “milletçe yetkilendirilmiş bir hükümeti” desteklemek anlamında evet…
Peki bu zaman zarfında fikirlerim değişti mi? Aslında benim fikirlerimde bir değişme yok. Değişen, hakkında hüsn-ü zan beslediğim hükümet ve onun seçmen kitlesi.
Bir Türk hükûmeti hakkındaki yukarıdaki satırları yazdığımda, henüz bir hükümetin milletleşmeyi inkâr edebileceğini, Türk adına alenen düşmanlık edebileceğini düşünemiyordum. Bana göre Türk Milleti’nin seçtiği hiçbir hükûmet, onun egemenlik hakkını tartışmaya açmaz, varlık sebebi olan değerleri “ayaklar altına almazdı”.
Bundan dolayı onun “muhafazakâr” olmasında hiçbir sakınca yoktu.
Sonuna kadar hükümetin “iyi niyetine” güvenilmesi gerektiğini düşünmüştüm ve aslında her Türk hükümeti için aynı şeyi düşünüyorum.
Sonra ne oldu? Birer dil sürçmesi gibi başlayan vatansızlık beyanları arttıkça arttı. 2007’de Van’da ancak küçük bir panelvanla cılız bir propaganda yürüten PKK yandaşları gitgide daha güçlü konuşmaya başladı, sonra 2011 seçimlerinde, parmaklarında gümüş yüzükler taşıyıp da dindar olduklarını belli eden ayyıldızlı kokart taşıyan polislerimizin önünden, kocaman otobüslerle “Vur gerilla vur!” diye marş çalarak geçebilecek cürete ulaştılar.
Ben liberal demokrat ilkeler gereği, kuvvetler ayrılığına saygıyla hükümetin herhangi bir davaya ilgisiz olacağını düşünürken ellerine devlete karşı silâh almamış insanlar, bizzat başbakanın savcılığında yargılanmaya başladı.
Ben insan hakları insanlar içindir sanırken bebek katillerine anayasa taslağı soruldu.
Ben liberal demokrasi gereği, “Ordu göreve!” pankartı açanlara kızarken darbelerden korunmasını istediğim Türk hükümeti, etnik ırkçılarla beraber Türk Ordu’sunu “soykırımcı”, “işgalci” olarak itham etmeye başladı.
Ben AYM’nin hükûmete karşı önyargılı olduğunu düşünürken yargıdaki kadrolaşma “Allah’ım verdikçe veriyor!” sevinç nidalarıyla doruğa ulaştı.
Ben insanların dindarlıkları yüzünden siyasetten dışlanmaması gerektiğini düşünürken meşruiyetini korumaya çalıştığım Türk hükümeti, insanların dinine imanına hakaret eden bir kindarlık siyasetine girişti.
Ben başörtüsünün engellenmemesi gerektiğini düşünürken bir de baktım, çevremde genç kızlar türban takmaları için maaşa bağlanır olmuş…
Ben liberal demokrasinin gereği olarak hükümetlerin, milletin vergi havuzunu çarçur etmesine karşı çıkarken bir de baktım, Cuma namazlarına helikopterle gidiliyor.
Vakit geçti, insanlar değişti. Değişim normal olmadı. İnsanlar aşırılığa, kine ve nefrete yöneldi. İnsanlar kuralsızlığı ve gücü benimsedi. Böyle bir toplumda görüyorum ki artık ilkenin de bir kıymeti kalmadı.
Bu ilkellik, midesinden düşünen cahil bir toplumun balık hafızasından beslendi, bugünlere geldi.
Ben değişmedim ama devran değişti.